Özelde Bingöl ve Zazaların ağılıklı yaşadığı diğer illerde Zaza nüfus son referandum sonuçlarından da anlaşılacağı üzere BDP yörüngesinde hareket etmemiştir. Bunda en önemli etken Zazaların medrese geleneğine bağlılığıdır.
Türkiye Anayasa referandum paketini yüzde 58 oyla kabul ederek özgürlüklerden yana olan tavrını gösterdi. Referandum sonucu Türkiye’de siyasi algının bölgeler özelinde dar kapsamda da olsa değiştiğinin ifadesi oldu. Bu bağlamda özellikle Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan Zazaların siyasi tercihleri Kürt siyasetinde belirgin bir kırılma yaşandığını gösteriyor. Zazaların en yoğun yaşadığı kentlerden biri olan Bingöl’ün siyasi tercihi ise özelde Zazaların hassasiyetlerini ortaya koyması bakımından dikkat çekici. Türkiye’de Zazalar öteden beri Kürtçe’nin bir lehçesini konuşan insanlar olarak anıldılar. Ancak son yıllarda özellikle Avrupa’da yaşayan Zaza diasporası, Zazaların ayrı bir millet olduğunu iddia etmeye başladı. Bununla birlikte Zazaların Türk ırkından geldiği ya da Persli olduğunu söyleyen bilimsel görüşler de mevcut. Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde açılan “Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü”nde görevlendirilen Kürt akademisyenler, siyasi Kürtçü tezlere uygun şekilde hazırlayıp YÖK’e sundukları bir raporda, Zazaları Kürtlerin bir alt grubu olarak gösterdiler. Bunlan bahsi diğer, burada Zazaların son referandumda siyasi tercihlerinin neden BDP ile örtüşmediğini incelemeye çalışacağım.
Referandum sonuçları gösterdi ki Zazalar BDP çizgisindeki siyasete oy vermiyor. Alevi Zazalar da CHP’den tam anlamıyla kopmuş değil. Türkiye’de yaklaşık olarak dört milyon civarında olan Zazaların üçte biri Alevi, diğerleri de Sünni Müslümanlardan oluşuyor. Dersim aşiretlerinden oluşan Alevi Zazalar, Koçgiri (Zara, Kangal, Ulaş, Divriği)’de, Varto-Hınıs, kısmen Bingöl ve Kayseri’nin Sarız ilçesinde meskun iken, Sünni Zazalar da Elazığ, Bingöl, Diyarbakır, Siverek, Adıyaman, Aksaray, Mutki, Sason bölgelerinde yaşıyor. 12 Eylül’de yapılan Anayasa Referandumuna Zazaların yoğun olarak yaşadıkları yerlerde katılım en az yüzde 51 en çok yüzde 97 oldu. Ortalama yüzde 75’lerdeydi.
Boykot kararına boykot
Sünni Zazalar gibi, Alevi Zazaların da büyük kısmı BDP’nin boykot kararını dinlemeyerek sandığa gitti. Genel tabloya Muş’un Varto ilçesi yüzde 26, Diyarbakır’ın Dicle ve Kulp ilçeleri ise yüzde 39 ile genel tabloya aykırı bir rakam çizdi. Referandum sonuçlarına göre BDP, Tunceli, Bingöl ve Adıyaman’daki Alevi Kürt ve Zazalardan bazılarını CHP’den az da olsa koparabildi. Ancak Tunceli, Bingöl ve Adıyaman Alevilerinin CHP ile bağları hala sürüyor ve çok az bir kısmı BDP’ye destek veriyor. Sünni Zaza Kürtleri de BDP’ye mesafeli duruyor; Bingöl, Elazığ, Siverek, Gerger, Hani, Eğil, Çermik, Kulp seçim sonuçları buna örnek teşkil ediyor. Zazalarda dini inancın etkinliği ta kadim dönemlere kadar gider. Osmanlı döneminde dahi bölge halkının dini inançlara olan bağlılığı dikkat çekmiştir. Hatta bazı bilim adamları, geçmişte Budist olan ve daha sonra Müslüman olan Bermeki ailesinin Abbasi Sultanı Harun Reşid tarafından liderleri Halid Bermeki’nin öldürülmesinden sonra Bingöl-Diyarbakır arasındaki bölgeye sürgün edildiği belirtiliyor. Şeyh Said isyanına Bingöllülerin geneli yani Zazaların çoğu destek vermiştir ve onlar isyanın ırki bir nedenden değil dini bir endişeden dolayı gerçekleştiğine inanırlar.
Zaza nüfusunun en baskın olduğu kentlerden olan Bingöl’ün siyasi tercihi Türkiye’de ezberleri bozan bir anlayış sergiliyor. Yüzde 80 Zaza nüfusu barındıran Bingöl, bağrından Sait Elçi, Zeki Adsız ve Sait Kırmızıtoprak gibi Kürt ulusalcıları ile PKK’nın ilk kadrolarından Hayri Durmuş, Mehmet Karasungur, Resul Altınok, Danıştay saldırganı Alparslan Arslan, Yeşil kod adı ile bilinen Mahmut Yıldırım ve Şeyh Said hadisesinden dolayı Diyarbakır’da idam edilen 47 kişiyi çıkarmıştır. Bingöl insanı ile devlet arasındaki ilişki “korku ve himaye paradoksuna” bağlıdır. Bingöl 82 Anayasası’na yüzde 90 ‘hayır’ verirken, 12 Eylül Anayasa Referandumunda sandığa gidenlerin yüzde 95’ten fazlası da ‘evet’ oyu kullandı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde de yüzde 73’lük oy oranıyla AK Parti’ye üç milletvekili kazandıran Bingöl, Cumhurbaşkanlığı oylamasında yüzde 70 oranında Abdullah Gül’e destek verirken bu korku ve himaye paradoksunu sandığa yansıtmıştır.
Medrese geleneği hâlâ yaşıyor
Bingöl 12 Eylül yönetimi tarafından âdeta cezalandırıldı ve şehre pek yatırım yapılmadı. Referandumdan sonra özellikle din görevlileri çok zor durumda kaldı. İlde görev yapan din adamları, `hayır` oylarının baş sorumlusu olarak görüldü. 83 imam-hatip, apar topar camisiz ve cemaatsiz yerleşim birimlerine tayin edildi. Çünkü, Bingöl halkı her türlü baskıya, içe kapanarak ve din olgusuna sarılarak kendini savunmaya aldı. Bingöl AK Parti’ye yüzde 73 oy verirken, ya da Anayasa Referandumu süreçlerinde tercihini kendine özgü şekilde farklı bir biçimde ortaya koyarken Kemalizm’e olan karşıtlığı üzerinden hareket etti. Bingöl, Kemalizm’e karşı büyük bir öfke duyar. Türkçü-Kürdü de, dincisi de ulusalcısı da Kemalist devletle mesafelidir. Bunda en büyük etki Bingöl âlim ve şeyhlerinin medrese geleneğinden gelmeleridir. Hizbullah’ta PKK’ya nazaran Hizbullah içinde birçok Bingöllünün bulunmasının ana sebebi de Kemalizm ve din olgusu üzerinden tahlil edilmektedir.
Bingöl halkının en önemli özelliği birlikte hareket etmeleridir... Bingöl’de dini aidiyetler bölge illeriyle kıyaslandığında daha ağır basmaktadır. Bingöl’de aşiretçilik ve ağalık sistemi de çok güçlü değildir. Beylik sistemi olsa da bu beyler de medrese hocalarına ve şeyhlere bağlıdır. Nüfuzu geniş olan aileler vardır. Partiler seçimlerde genelde nüfuzu geniş olan aileler veya şeyh aileleri içerisinde birini aday gösteriler. Bingöl’de (özellikle Zazalar arasında) medrese kültürünün çok güçlü etkisi vardır. Hemen her aileden bir ya da iki kişi medresede okumuştur. Yani 10 kişilik bir aileden mutlaka ikisi medrese mezunudur veya orada uzun yıllar eğitim almıştır.
PKK’nın Zaza damarı zayıf
Özellikle şeyhlik kurumu Bingöl’de çok güçlü dini dinamiklerle beslenip toplumun büyük çoğunluğunda meşruiyetini kazanmıştır. Bu nedenle şeyhlik kurumu Bingöl’deki diğer sosyolojik birimler üzerinde otorite sahibi olup, siyasal ve geleneksel konularda lokomotif görevini görüyor. Öyle bir 1925 yılında daha Cumhuriyet yeni kurulmuşken, dini inançların tehlikede olduğunu düşünen Bingöl Şeyhleri bu konuyu görüşmek üzere Çan Köyü’nde bir toplantı gerçekleştirmiştir. Böylesine güçlü bir muhafazakarlık geleneğinden gelen Bingöl halkı, Batılı, modern yaşam biçiminin dayatmalarına karşı da ciddi bir refleks gösteriyor. Her ne kadar Bingöl’de feodal kültür ve aşiretlerin baskınlığı söz konusu olsa bile şeyhlik kurumu bu iki güçlü aidiyet olgusunu kendi denetiminde dini referans alarak kontrol altında tutabiliyor.
Son dönemlerde Kürt siyasi hareketi Bingöl’de fakirlik, cehalet, eğitimsizlik, zulmün ve geri kalmışlığın sebebini şeyhlik, beylik, ağalık ve İslamiyeti kullanan sınıfın devletle girdiği dirsek temasından kaynaklandığını iddia etse de bu söylem Bingöl’de ciddi anlamda taraftar bulmuyor. Her ne kadar Öcalan, Kürt Dosyası’nda gazeteci Rafet Ballı’nın sorularına verdiği cevapta “PKK’da sentez var. Alevi yörelerde ve Zazaların olduğu yerlerde de PKK gelişiyor. Mesela Bingöl’de hızlı gelişmeler yaşanıyor.” demiş olsa da PKK’daki sentezin Zaza damarı çoktandır PKK’yı terk etmiş durumda.
NEVZAT ÇİÇEK Gazeteci Yazar 25 Ekim 2010 Pazartesi
http://www.stargazete.com/acikgorus/zazalarin-jeo-politigi-ve-jeo-teolojisi-304211.htm
31 Mart 2012 Cumartesi
ZAZACA MÜSTAKİL BİR DİLDİR / AVRAM NOAM CHOMSKY
Dilbilim alanında Dünyanın en büyük ismi olarak nitelendirilen Chomsky, Avrupalı öğrencilerin Zazaca üzerine yaptığı bir araştırmada Zazaca için "Müstakil bir dildir" ibaresini kullandı.
Dünyanın en büyük dil bilimcisi olarak nitelendirilen ve dil konusunda tartışılmaz üstad olarak nitelendirilen Noam Chomsky, üniversite öğrencilerinin "Zazaki" konulu araştırma konusunda yapılan çalışmada üniversite öğrencilerinin sorularına cevap verdi.
ZAZACA MÜSTAKİL BİR DİLDİR
Hazırlanan video içerisinde Zazacanın bir dil olduğu gerçeği bilim adamları ve katılımcılar tarafından sürekli vurgulanırken Dil bilim hususunda en büyük otorite olarak nitelendirilen Chomsky'ın Zazacanın ayrı bir dil olduğunu vurgulaması ile noktalanıyor.
1900'DEN SONRAKİ BİLİM ADAMLARININ ORTAK KANISI: ZAZACA BİR DİLDİR
Zazacanın, Kürtçe'nin bir lehçesi olduğu iddiası içerisinde olan bir grubun Bingöl'de gerçekleştirdiği toplantıda konuşmacılar da Zazaca hususunda "900'lü yıllardan sonra dilbilimcilerin Zazacanın ayrı bir olduğunu söylemekte olduğunu görüyoruz. Zazacanın bir lehçe olduğu söylemini 1900'lü yıllardan önce görüyoruz" demiştiler.
Avram Noam Chomsky Kimdir?
7 Aralık 1928'de Philadelphia/Pennslyvania'
da doğdu. Rus göçmeni William Chomsky'nin oğludur. Babası İbranice öğretmeniydi, ve ortaçağ İbranice grameri üzerine hazırlanan bilimsel bir dergiyi çıkarmaktaydı.
İlk eğitimini Philadephia'daki Oak Lane Country Day Okulu'nda ve Central Lisesi'nde aldı. 1940 ile 1945 yılları arasında New York Şehri'nin anarşist-sosyalist Yahudi entelektüel cemaatinin çalışmalarıyla haşır neşir oldu; ve Arap-Yahudi işbirliği için çalışmak üzere İsrail'e göç etmeyi planladı.
Eğitimine dil bilim, matematik ve felsefe çalışacağı Pennslyvania Üniversitesi'nde devam etti. 1945-50 yılları arasında Pennslyvania Üniversitesi öğrencisiydi ve dil bilimi öğrenimine başladı. Bu süre zarfında, Zellig Harris'in "Yapısal Dil Biliminin Yöntemi" adlı kitabının düzeltmeleri üzerine çalıştı, ve Harris'in siyaset üzerine görüşlerine karşı sempati duymaya başladı. Radikal-empirist bir felsefeci olan Nelson Goodman'ın öğrenciliğini de yaptı. 1951 yılında Goodman'ın Genç Araştırmacı Bursu önerisini kabul ederek Harvard Üniversitesi'ne gitti.
1953 yılında, Chomsky Avrupa'ya seyahat etti. Bu gezi sırasında, yapısal dil bilimini şekillendirme girişiminin işe yaramayacağına karar verdi, çünkü dil oldukça soyut doğuştan [edinilen] [ing. generative] bir olguydu. Bundan sonraki çalışmalarının bu olgunun modellenmesi ile ilgili olması gerektiğine karar vermişti. 1955 yılında Pennslyvania Üniversitesi'nden doktora derecesini aldı, ancak bu dereceyi elde etmesini sağlayan araştırmaların çoğunu 1951-55 yılları arasında Harvard Üniversitesi'nde gerçekleştirdi.
Doktora derecesini almasından bu yana Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde çalışmaktadır; şu anda Modern Diller ve Dil bilimi bölümündeki Ferrari P. Ward Başkanlığı görevinde bulunmaktadır. Noam, 24 Aralık 1949'da [şu anda Harvard Üniversitesi'nde profesör olan] Carol Schatz ile evlendi, ve iki çocukları vardır
Dünyanın en büyük dil bilimcisi olarak nitelendirilen ve dil konusunda tartışılmaz üstad olarak nitelendirilen Noam Chomsky, üniversite öğrencilerinin "Zazaki" konulu araştırma konusunda yapılan çalışmada üniversite öğrencilerinin sorularına cevap verdi.
ZAZACA MÜSTAKİL BİR DİLDİR
Hazırlanan video içerisinde Zazacanın bir dil olduğu gerçeği bilim adamları ve katılımcılar tarafından sürekli vurgulanırken Dil bilim hususunda en büyük otorite olarak nitelendirilen Chomsky'ın Zazacanın ayrı bir dil olduğunu vurgulaması ile noktalanıyor.
1900'DEN SONRAKİ BİLİM ADAMLARININ ORTAK KANISI: ZAZACA BİR DİLDİR
Zazacanın, Kürtçe'nin bir lehçesi olduğu iddiası içerisinde olan bir grubun Bingöl'de gerçekleştirdiği toplantıda konuşmacılar da Zazaca hususunda "900'lü yıllardan sonra dilbilimcilerin Zazacanın ayrı bir olduğunu söylemekte olduğunu görüyoruz. Zazacanın bir lehçe olduğu söylemini 1900'lü yıllardan önce görüyoruz" demiştiler.
Avram Noam Chomsky Kimdir?
7 Aralık 1928'de Philadelphia/Pennslyvania'
da doğdu. Rus göçmeni William Chomsky'nin oğludur. Babası İbranice öğretmeniydi, ve ortaçağ İbranice grameri üzerine hazırlanan bilimsel bir dergiyi çıkarmaktaydı.
İlk eğitimini Philadephia'daki Oak Lane Country Day Okulu'nda ve Central Lisesi'nde aldı. 1940 ile 1945 yılları arasında New York Şehri'nin anarşist-sosyalist Yahudi entelektüel cemaatinin çalışmalarıyla haşır neşir oldu; ve Arap-Yahudi işbirliği için çalışmak üzere İsrail'e göç etmeyi planladı.
Eğitimine dil bilim, matematik ve felsefe çalışacağı Pennslyvania Üniversitesi'nde devam etti. 1945-50 yılları arasında Pennslyvania Üniversitesi öğrencisiydi ve dil bilimi öğrenimine başladı. Bu süre zarfında, Zellig Harris'in "Yapısal Dil Biliminin Yöntemi" adlı kitabının düzeltmeleri üzerine çalıştı, ve Harris'in siyaset üzerine görüşlerine karşı sempati duymaya başladı. Radikal-empirist bir felsefeci olan Nelson Goodman'ın öğrenciliğini de yaptı. 1951 yılında Goodman'ın Genç Araştırmacı Bursu önerisini kabul ederek Harvard Üniversitesi'ne gitti.
1953 yılında, Chomsky Avrupa'ya seyahat etti. Bu gezi sırasında, yapısal dil bilimini şekillendirme girişiminin işe yaramayacağına karar verdi, çünkü dil oldukça soyut doğuştan [edinilen] [ing. generative] bir olguydu. Bundan sonraki çalışmalarının bu olgunun modellenmesi ile ilgili olması gerektiğine karar vermişti. 1955 yılında Pennslyvania Üniversitesi'nden doktora derecesini aldı, ancak bu dereceyi elde etmesini sağlayan araştırmaların çoğunu 1951-55 yılları arasında Harvard Üniversitesi'nde gerçekleştirdi.
Doktora derecesini almasından bu yana Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde çalışmaktadır; şu anda Modern Diller ve Dil bilimi bölümündeki Ferrari P. Ward Başkanlığı görevinde bulunmaktadır. Noam, 24 Aralık 1949'da [şu anda Harvard Üniversitesi'nde profesör olan] Carol Schatz ile evlendi, ve iki çocukları vardır
Zazalar ve Zazaca
Zazalar’ın yaşadığı coğrafya
Zazalar, nüfusu tahminen 4-6 milyon olan bir halk olarak Doğu-Anadolu’nun Fırat ve Dicle su havzasında yaşarlar. Sükun ettikleri yer enlem 37,8°- 42° ve boylam 37,8°- 40° arası arasında yer alan bölgede, il olarak Doğu-Sivas’tan Varto’ya, Gümüşhane’den Siverek’e kadar uzanır. Ağırlıklı olarak Tunceli, Bingöl, Erzincan, Elazığ, Kuzey-Diyarbakır illerinde yaşarken, Kangal, Zara, Ulaş ve İmranlı (Sivas), Kelkit, Şiran ve Gümüşhane, Hınıs, Çat, Aşkale (Erzurum), Gerger (Adıyaman), Pötürge ve Arapkir (Malatya), Mutki (Bitlis), Sason (Batman), Sarız (Kayseri), Aksaray ilçelerinde de meskendirler. Bunun dışında İstanbul, Ankara, Bursa, Eskişehir ve birçok ilçeye göçetmiş Zaza mevcuttur. Almanya, Avusturya, İsviçre, Hollanda, Belçika, Fransa, İsveç, Danimarka gibi Avrupa ülkelerinde bulunan Zaza sayısı tahminen 300.000’dir. Çoğu Almanya’ya iş veya son yıllarda iltica etmek için yerleşmiştir. Cambul (Kazakistan) ve Batum (Gürcistan) bölgelerinde de 1944’te sürgün edilen Zazalar’ın yaşandığı söylenmektedir. Zazalar’ın nüfusu hakkında kesin bir bilgi mevcut değil, fakat tahminlere göre 3 milyon, bazı tahminlere göre ise 4 ile 6 milyon arasıdır.
Dil ve etniklik
Zazaca, Hint-Avrupa dil ailesinin İrani diller gurubun Kuzey-Batı koluna dahildir. Beluçi, Gorani ve Sengseri dilleriyle Kuzey-Batı kolunun Hyrkani (Gurgan) alt gurubunu teşkil etmektedir. Zazaca’nın diğer akraba olduğu diller arasında Talişi, Mazenderani, Semnani, Gileki, Tati, Herzendi, Kürtçe, Farsça sayılabilir. Gramer ve kimi önemli sözcükler açısından Zazaca’ya yakın olan diller Kuzey-İran’da, Hazar Denizi kıyısında konuşulan dillerdir. Onun dışında Anadolu’da konuşulan Kurmanci-Kürtçesiyle yüzyıllarca ortak coğrafya paylaştığından dolayı bir dil yaklaşımı olmuştur.
Zazaca üzerine Türkiye’de, özellikle siyasette bir Kürt lehçesi olarak bilinen bir statüko mevcut. İrani dillerin dilbilim dalı olan İranoloji’ye göre ise Zazaca bir Kürt lehçesi veya dili değil, başlıbaşına bir dildir. Kürtler’in siyasi ve sayısal olarak Zazalar’a göre daha üstün olması, Zazalar’ın ve Zazaca’nın varlığı konusunda epey bir dezavantaj oluşturmuştur. Zazaca hakkında siyasette ve halk arasında, özellikle Batı-Anadolu’da yaygın olan “Kürt lehçesi” diye bir tanımlama vardır. Fakat özellikle son yıllarda yavaş yavaş açığa çıkan araştırmaların ve dergilerin sayesinde bu görüş değişmektedir.
Türkiye’de Türkçe’nin dışındaki yerli dillere uygulanan baskıdan ve inkardan dolayı Zazaca hakkında herhangi bir bilimsel kaynak bulmak pek güç. Ondan ötürü Zazaca Türkiye dışında, özellikle Almanya’da araştırılabilip, bilimsel olarak İrani diller arasındaki yeri saptanmıştır.
Zazaca’yı ilk olarak başlıbaşına bir dil olduğunu, yaptığı derleme, araştırma ve incelemeleriyle kanıtlayan ilk dilbilimci Oskar Mann’dır. Oskar Mann’ın 1903’ten 1907’ye kadar yaptığı araştırmalarını ilerletip kitap haline getiren Karl Hadank, “Die Mundarten der Zâzâ” adlı bilimsel eseri 1932 yılında kitaplaştırmıştır. Böylece İranoloji dilbilimde Zaza dili bugüne kadar dilbilimcilerin hemfikirliliğiyle başlıbaşına olarak tanınma durumunu korumakta. Oskar Mann’dan önce Peter Lerch (1856), Friedrich Müller (1864), Albert van Le Coq (1901) gibi araştırmacı ve dilbilimcilerin eserlerinde de Zazaca hakkında folklorik yazın derleyip kısmen analiz de etmişlerdir.
W.B. Henning (1954) , D.N. MacKenzie (1961-95), T. L. Todd (1985; A Grammar of Dimili [also known as Zaza], Michigan 1985, 277 s.), G.S. Asatrian / F. Vahman (1987-95), Joyce Blau (1989), P. Lecoq (1989), C. M. Jacobson (1993-97; Rastnustena Zonê Ma / Handbuch für die Rechtschreibung der Zaza-Sprache, Verlag für Kultur und Wissenschaft, Bonn 1993 / İstanbul 2001, Tij Yayınları; Zazaca Okuma Yazma El Kitabı, Bonn 1997 / İstanbul, Tij Yayınları), J. Gippert (1993-96), M. Sandonato (1994), Ludwig Paul (1994-98; Zazaki: Grammatik und Versuch einer Dialektologie, Dr. Ludwig Reichert Verlag, Wiesbaden 1998, 366 s.), Zılfi Selcan (1987-98; Grammatik der Zaza-Sprache, Nord-Dialekt (Dersim), Wissenschaft und Technik Verlag, Berlin 1998) gibi dilbilimcilerin analiz ve araştırmaları günümüze dek sürmekte.
Devleti oluşturan temel taşlarından birinin 1914-15 Ermeni-Süryani-Yezidi-Rum soykırımı ve 1937-38 Dersim soykırımı olan Türkiye Cumhuriyeti'inde cebren de uygulanan tevhidi tedrisat kanunundan dolayı egitim dili sadece Türkçe’den ibaret sayılmış, bu yüzden Zazaca ve diger anadolu dilleri kendilerini bir eğitim ortamında geliştirebilmek ve eğitim dili olabilme imkanı bulamamıştır. Eğitim dilinin sadece Türkçe’den ibaret olması medeniyetler beşiği olan Anadolu’nun çok dilli ve kültürlü yapısına büyük zarar vermiştir. Bundan dolayı Zazaca ve diğer etnik diller varlıklarını sürdürme noktasında unutulma ve ölü bir dil olma sınırına gelmiştir. Son yıllarda özellikle Avrupa’da Zazaca edebiyatı ve yazı dili çalışmaları ve çabaları Zazalar arasında olumlu bir yankı oluşturmuştur.
Zazaca, Kuzey-Batı İrani dilleri arasında Prof. Dr. J. Gippert ve P. Lecoq’un şemasına göre (bkz. İrani Diller) şöyle sınıflandırılmakta:
KUZEY-BATI IRANÎ:
Hyrkani (Gurgan/Cürcan) Gurubu: Beluçi, Sengiseri, Gurani, Zazaca
Karmani Grurbu: Kürtçe, Sivendi
Medo-Hazar (Caspic) Gurubu: Gileki, Mazederani, Sorxeyi, Taleshi, Âseri
GÜNEY-BATI IRANÎ:
Farsca, Tacikçe, Tati
Tarihsel olarak son yapılan araştırmalara göre Zazaca, bir Ortaçağ-İrani dili olan Partça’ya yakınlık arzetmekte. Günümüz Kuzey-İran’da, Hazar Denizi kıyısında konuşulan diller de Zazaca’ya ilginç yakınlık göstermekte.
Din
Zazalar’ın hemen yarısı Alevi, yarısı da Sünni Müslüman kesimden oluşmaktadır. Sünni kesimde ayrıca Şafii ve Hanefi Zazalar mevcut. Dersim aşiretlerinden oluşan Alevi Zazalar, Koçgiri (Zara, Kangal, Ulaş, Divriği)’den Varto-Hınıs, kısmen Bingöl yöresinde, ayrıca Kayseri’nin Sarız ilçesinde mesken iken, Sünni Zazalar da Elazığ, Bingöl, Diyarbakır, Siverek, Adıyaman, Aksaray, Mudki, Sason bölgelerinde yaşamaktalar. Özellikle Alevi-Sünni ve de Şafii-Hanefi farklılığı Zazalar’da dildeki şive ve kültürde, yaşam tarzında belirmiştir.
Zazalar, nüfusu tahminen 4-6 milyon olan bir halk olarak Doğu-Anadolu’nun Fırat ve Dicle su havzasında yaşarlar. Sükun ettikleri yer enlem 37,8°- 42° ve boylam 37,8°- 40° arası arasında yer alan bölgede, il olarak Doğu-Sivas’tan Varto’ya, Gümüşhane’den Siverek’e kadar uzanır. Ağırlıklı olarak Tunceli, Bingöl, Erzincan, Elazığ, Kuzey-Diyarbakır illerinde yaşarken, Kangal, Zara, Ulaş ve İmranlı (Sivas), Kelkit, Şiran ve Gümüşhane, Hınıs, Çat, Aşkale (Erzurum), Gerger (Adıyaman), Pötürge ve Arapkir (Malatya), Mutki (Bitlis), Sason (Batman), Sarız (Kayseri), Aksaray ilçelerinde de meskendirler. Bunun dışında İstanbul, Ankara, Bursa, Eskişehir ve birçok ilçeye göçetmiş Zaza mevcuttur. Almanya, Avusturya, İsviçre, Hollanda, Belçika, Fransa, İsveç, Danimarka gibi Avrupa ülkelerinde bulunan Zaza sayısı tahminen 300.000’dir. Çoğu Almanya’ya iş veya son yıllarda iltica etmek için yerleşmiştir. Cambul (Kazakistan) ve Batum (Gürcistan) bölgelerinde de 1944’te sürgün edilen Zazalar’ın yaşandığı söylenmektedir. Zazalar’ın nüfusu hakkında kesin bir bilgi mevcut değil, fakat tahminlere göre 3 milyon, bazı tahminlere göre ise 4 ile 6 milyon arasıdır.
Dil ve etniklik
Zazaca, Hint-Avrupa dil ailesinin İrani diller gurubun Kuzey-Batı koluna dahildir. Beluçi, Gorani ve Sengseri dilleriyle Kuzey-Batı kolunun Hyrkani (Gurgan) alt gurubunu teşkil etmektedir. Zazaca’nın diğer akraba olduğu diller arasında Talişi, Mazenderani, Semnani, Gileki, Tati, Herzendi, Kürtçe, Farsça sayılabilir. Gramer ve kimi önemli sözcükler açısından Zazaca’ya yakın olan diller Kuzey-İran’da, Hazar Denizi kıyısında konuşulan dillerdir. Onun dışında Anadolu’da konuşulan Kurmanci-Kürtçesiyle yüzyıllarca ortak coğrafya paylaştığından dolayı bir dil yaklaşımı olmuştur.
Zazaca üzerine Türkiye’de, özellikle siyasette bir Kürt lehçesi olarak bilinen bir statüko mevcut. İrani dillerin dilbilim dalı olan İranoloji’ye göre ise Zazaca bir Kürt lehçesi veya dili değil, başlıbaşına bir dildir. Kürtler’in siyasi ve sayısal olarak Zazalar’a göre daha üstün olması, Zazalar’ın ve Zazaca’nın varlığı konusunda epey bir dezavantaj oluşturmuştur. Zazaca hakkında siyasette ve halk arasında, özellikle Batı-Anadolu’da yaygın olan “Kürt lehçesi” diye bir tanımlama vardır. Fakat özellikle son yıllarda yavaş yavaş açığa çıkan araştırmaların ve dergilerin sayesinde bu görüş değişmektedir.
Türkiye’de Türkçe’nin dışındaki yerli dillere uygulanan baskıdan ve inkardan dolayı Zazaca hakkında herhangi bir bilimsel kaynak bulmak pek güç. Ondan ötürü Zazaca Türkiye dışında, özellikle Almanya’da araştırılabilip, bilimsel olarak İrani diller arasındaki yeri saptanmıştır.
Zazaca’yı ilk olarak başlıbaşına bir dil olduğunu, yaptığı derleme, araştırma ve incelemeleriyle kanıtlayan ilk dilbilimci Oskar Mann’dır. Oskar Mann’ın 1903’ten 1907’ye kadar yaptığı araştırmalarını ilerletip kitap haline getiren Karl Hadank, “Die Mundarten der Zâzâ” adlı bilimsel eseri 1932 yılında kitaplaştırmıştır. Böylece İranoloji dilbilimde Zaza dili bugüne kadar dilbilimcilerin hemfikirliliğiyle başlıbaşına olarak tanınma durumunu korumakta. Oskar Mann’dan önce Peter Lerch (1856), Friedrich Müller (1864), Albert van Le Coq (1901) gibi araştırmacı ve dilbilimcilerin eserlerinde de Zazaca hakkında folklorik yazın derleyip kısmen analiz de etmişlerdir.
W.B. Henning (1954) , D.N. MacKenzie (1961-95), T. L. Todd (1985; A Grammar of Dimili [also known as Zaza], Michigan 1985, 277 s.), G.S. Asatrian / F. Vahman (1987-95), Joyce Blau (1989), P. Lecoq (1989), C. M. Jacobson (1993-97; Rastnustena Zonê Ma / Handbuch für die Rechtschreibung der Zaza-Sprache, Verlag für Kultur und Wissenschaft, Bonn 1993 / İstanbul 2001, Tij Yayınları; Zazaca Okuma Yazma El Kitabı, Bonn 1997 / İstanbul, Tij Yayınları), J. Gippert (1993-96), M. Sandonato (1994), Ludwig Paul (1994-98; Zazaki: Grammatik und Versuch einer Dialektologie, Dr. Ludwig Reichert Verlag, Wiesbaden 1998, 366 s.), Zılfi Selcan (1987-98; Grammatik der Zaza-Sprache, Nord-Dialekt (Dersim), Wissenschaft und Technik Verlag, Berlin 1998) gibi dilbilimcilerin analiz ve araştırmaları günümüze dek sürmekte.
Devleti oluşturan temel taşlarından birinin 1914-15 Ermeni-Süryani-Yezidi-Rum soykırımı ve 1937-38 Dersim soykırımı olan Türkiye Cumhuriyeti'inde cebren de uygulanan tevhidi tedrisat kanunundan dolayı egitim dili sadece Türkçe’den ibaret sayılmış, bu yüzden Zazaca ve diger anadolu dilleri kendilerini bir eğitim ortamında geliştirebilmek ve eğitim dili olabilme imkanı bulamamıştır. Eğitim dilinin sadece Türkçe’den ibaret olması medeniyetler beşiği olan Anadolu’nun çok dilli ve kültürlü yapısına büyük zarar vermiştir. Bundan dolayı Zazaca ve diğer etnik diller varlıklarını sürdürme noktasında unutulma ve ölü bir dil olma sınırına gelmiştir. Son yıllarda özellikle Avrupa’da Zazaca edebiyatı ve yazı dili çalışmaları ve çabaları Zazalar arasında olumlu bir yankı oluşturmuştur.
Zazaca, Kuzey-Batı İrani dilleri arasında Prof. Dr. J. Gippert ve P. Lecoq’un şemasına göre (bkz. İrani Diller) şöyle sınıflandırılmakta:
KUZEY-BATI IRANÎ:
Hyrkani (Gurgan/Cürcan) Gurubu: Beluçi, Sengiseri, Gurani, Zazaca
Karmani Grurbu: Kürtçe, Sivendi
Medo-Hazar (Caspic) Gurubu: Gileki, Mazederani, Sorxeyi, Taleshi, Âseri
GÜNEY-BATI IRANÎ:
Farsca, Tacikçe, Tati
Tarihsel olarak son yapılan araştırmalara göre Zazaca, bir Ortaçağ-İrani dili olan Partça’ya yakınlık arzetmekte. Günümüz Kuzey-İran’da, Hazar Denizi kıyısında konuşulan diller de Zazaca’ya ilginç yakınlık göstermekte.
Din
Zazalar’ın hemen yarısı Alevi, yarısı da Sünni Müslüman kesimden oluşmaktadır. Sünni kesimde ayrıca Şafii ve Hanefi Zazalar mevcut. Dersim aşiretlerinden oluşan Alevi Zazalar, Koçgiri (Zara, Kangal, Ulaş, Divriği)’den Varto-Hınıs, kısmen Bingöl yöresinde, ayrıca Kayseri’nin Sarız ilçesinde mesken iken, Sünni Zazalar da Elazığ, Bingöl, Diyarbakır, Siverek, Adıyaman, Aksaray, Mudki, Sason bölgelerinde yaşamaktalar. Özellikle Alevi-Sünni ve de Şafii-Hanefi farklılığı Zazalar’da dildeki şive ve kültürde, yaşam tarzında belirmiştir.
Serbest Fırka nasıl kuruldu, neden kapatıldı ?
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu, esas olarak 1929 yılında dünya genelinde yaşanan büyük ekonomik krizin etkilerinden biriydi. Türkiye’nin zaten bozuk olan ekonomisi krizin etkisiyle çökmüş, toplumun zaten ağır baskıların altında boğulmakta olan çeşitli kesimlerinin öfkesi zirveye tırmanmıştı. Gidişatın hiç de parlak olmadığını anlayan Mustafa Kemal, halkın öfkesini bir nebze olsun azaltabilmek, tabiri caizse patlamak üzere olan kazanın basıncını azaltabilmek için yeni bir siyasi partinin kurulmasını emretti. Bu, Serbest Cumhuriyet Fırkası'ydı..
SONU GELMEZ BASKILAR
Resmi tarihin anlatımına göre, 1923 yılında düşmanlar mağlup edilmiş, cumhuriyet kurulmuş ve “Türk milleti” layık olduğu çağdaş yaşam seviyesine ulaştırılmıştı. Ancak görünüşe göre durum hiç de bu minvalde değildi. Daha 1924 yılında, yani cumhuriyetin kuruluşunun hemen bir yıl sonrasında, en yakın silah ve çalışma arkadaşları, Mustafa Kemal’in aşırı otoriter, hatta diktatoryal tarzı karşısında örgütlenme yoluna giderek, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. TCF kısa sürede büyük başarı kazanmak üzereyken, Kürt halkına verilen sözlerin tutulmamasının bir sonucu olarak Şeyh Sait isyanı patlak verdi. İsyan, Mustafa Kemal önderliğindeki Cumhuriyet Halk Fırkası’na her türlü muhalefet hareketini şiddet kullanarak ezme imkânı sağladı.
1925 yılında İsmet Paşa hükümeti tarafından kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu, “dinci gericilik” kategorisi altında bir araya getirdiği muhalefet hareketlerini tümüyle susturdu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında bulunan “Fırka, efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkârdır” maddesi, parti yönetiminin Şeyh Sait İsyanı’yla ilişkisinin asla kurulamamış olunmasına rağmen, partinin kapatılması için yeterli sayıldı. Kürt halkının haklı ulusal talepleri, gericilik ve yabancı kışkırtması bahanesiyle kanlı bir katliamla bastırıldı.
Kapitalizmle bütünleşmek adına dayatılan “devrimler” halk tarafından nefretle karşılandı. Şapka kanunundan sonra ülkenin birçok yerinde olaylar çıktı, Hamidiye zırhlısı şapka giymeyeceğini ilan eden Rize’yi topa tuttu. Harf devrimi ile bir anda koca ülke okumaz yazmaz ilan edildi, ülkenin tarihiyle olan bağları kesildi. Bu uygulamaya karşı çıkışlar da en şiddetli şekilde bastırıldı.
Mustafa Kemal önderliğinde kendisini egemen sınıf olarak örgütleyen bürokrasi, İzmir İktisat Kongresi kararları uyarınca “saksıda” yetiştirmeye çalıştığı burjuvazinin gelişmesi için uygun ortamı sağlamaya çalışıyordu. Gelişmiş kapitalist ülkelerle rekabet edebilmek için sermaye birikiminin hızla sağlanması, işçilerin daha yoğun bir şekilde sömürülmesi anlamına geliyordu. Takrir-i Sükun Kanunu, bu anlamda da yeni egemenlerin işine fazlasıyla yarıyordu. Yeni kurulmaya başlayan işçi sendikaları ve örgütleri de şiddetten nasibini aldı. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan işçi sendikalarının kurulması kararına rağmen işçi örgütleri kapatıldı.
GREVLER, GREVLER...
İstiklal Mahkemeleri hızla çalışmaya başlayarak, geniş emekçi kitleleri ağır kovuşturmalara uğratıldı. Aydınlık ile Orak Çekiç gazeteleri kapatıldı, Türkiye'de işçi liderleri, çeşitli işçi birlikleri ve bu gazeteleri çıkaran yayınevleri sorumluları onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırıldılar. Polis kuvvetleri grev yapma potansiyeline sahip olduğunu düşündükleri işçi önderlerini tutuklamaya başladılar. Bu yoğun baskılar altında bile, işçiler çeşitli grevler yapabilmeyi başarabildiler. 1925 yılında yaklaşık 10 farklı grev yapıldı ve bunlara toplam 32 bin 100 işçi katıldı. Bu grevlerin en büyüğü Zonguldak’ta, 12 bin işçinin katıldığı grevdi.
Yine 1925 yılında Erzurum, Samsun ve Adana şehirlerinde çalışan telgraf memurlarının grevi patlak verdi. 'Maaşlarına zam' yapılması talebinde bulunan telgrafçılar, talepleri kabul görmeyince greve başladılar. Hükümet, grevin arkasında komünistlerin bulunduğunu gerekçesiyle grevcileri tutukladı. Telgrafçılar hükümet aleyhine komplo kurmak suçlamasıyla Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderildiler.
İzmir’in 'kurtarıyoruz' bahanesiyle yakılıp yıkılmasından ve hinterlandı olan Ege köylerindeki Rum nüfusun yok edilmesinden sonra, İzmir’de ticaret yok denecek kadar azalmıştı. Şehrin Rum ve Ermeni sakinlerinden boşalan yeri doldurmaya çalışan yeni burjuvaziye karşı işçilerin grevleri ardı ardına patlak veriyordu. İzmir'de, kuru meyve fabrikalarında çalışan 5.000 kadar işçi, çalışma şartlarının düzeltilmesi ve ücretlerinin artırılmasıyla yedi gün süren bir greve çıktı. Bunun dışında da pek çok grev ve direniş yaşandı.
1926 ve 1927 yıllarında demiryolu işçileri ülke genelinde greve çıktı. Adana’da grevci işçilerin üzerine ateş açıldı, öncü işçiler tutuklandı. 1928 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Adapazarı karoseri fabrikasında çalışan 180 işçi10 günlük bir grev yaptılar ve kazanımlarla ayrıldılar. İstanbul’da 300 tekstil işçisi, işgünün kısaltılması talebiyle greve çıktı. Yine İstanbul’da 500 İstanbul tütün işçi 3 günlük bir grev yaptı. 1928 yılında İstanbul’da tramvay işçileri günler süren grevlerinde polisle çatıştılar.
BÜYÜK BUHRAN VE EKONOMİNİN ÇÖKÜŞÜ
Türkiye’de bütün bunlar yaşanırken, 1920’li yıllarda özellikle Amerika'da kapitalizm hızlı bir yükselişe geçti. Ekonomi süratle büyümeye başladı. Ford otomobil fabrikaları devrim niteliğinde bir yenilikle seri üretime geçti. Buna paralel olarak işçi ücretlerinde de görece bir yükseliş oldu. İşçi sınıfı ilk defa tatil yapmaya başladı. ABD'nin güney bölgelerinde, özellikle Florida ve civarında gayrimenkul satışları patladı. Öyle ki bölgedeki bataklıklar bile servet denebilecek fiyatlara satılmaya başladılar.
Ancak 1929'un başlarında yaşanan büyük bir tayfun, Florida ve civarını kasıp kavurunca gayrimenkul fiyatları hızla düşmeye başladı. İnsanlar ateş pahasına aldıkları gayrimenkulleri yok pahasına satmaya çalıştılar, fakat bunu da yapamadılar. Aldıkları kredileri geri ödeyemeyince de hem evlerinden, hem de paralarından oldular.
Gayrimenkulden kaçan paralar borsaya yöneldi ve spekülatif bir tırmanışa neden oldu. Amerikan Merkez Bankası bu gidişatı durdurmak için faizleri artırınca, 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa dibe vurdu. 1929 yılının fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar yok oldu. Yaklaşık 4 bin kadar banka battı, binlerce insanın mal varlığı yok oldu.
Her şeylerini kaybeden insanlar, kırlarda yaban bitkileri toplayıp hayatta kalmaya çalıştılar. Piyasadaki para bir anda yok olduğu için insanlar ihtiyaçlarını karşılamada takas yoluna giderek bir nevi değiş-tokuş ekonomisine geri döndüler. Amerika Birleşik Devletleri'nde toplam 13 milyon kişi işsiz kaldı.
Kriz Avrupa’yı da şiddetle sarstı. Almanya, İtalya ve İspanya’da borsa çöktü, devasa şirketler bir gün zarfında yok oldu, milyonlarca işçi işsiz kaldı. Faşist akımlar giderek güçlenmeye başladı.
SERBEST CUMHURİYET FIRKASI
Dünyayı sarsan şiddetli ekonomik kriz, Türkiye’yi de son derece olumsuz bir şekilde etkiledi. Ağırlıklı olarak tarımsal ürün ve hammadde ihracına, sanayi maddeleri ithalatına dayanan ekonomi yerle bir oldu. Tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan büyük düşüşler, Türkiye'nin dış ticaret hacmini daralttı. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de şirketler peş peşe iflas etmeye başladı. Sanayiciler, çiftçiler, küçük üreticiler bankalardan aldıkları borçları ödeyemediler. Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere işsizlik çok yüksek oranlara çıktı. Yoksullaşan köylüler, kentlere göç etmeye başladılar. Ülkede hemen her toplumsal kesimin hoşnutsuzluğu zirveye ulaştı ve doğal olarak Cumhuriyet Halk Fırkası’na yöneldi.
Bu durum karşısında Mustafa Kemal yükselen öfkeyi daha fazla kontrol altında tutamayacağını anladı. Genel sekreteri Hasan Rıza (Soyak) Bey’e söylediği: “… Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içersinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddî manevî perişanlık içerisinde…” sözleri, onun durumun farkında olduğunu ortaya koyuyordu. Böylece yakın çalışma arkadaşlarına yeni bir parti kurmalarını emretti. Bu partinin asıl amacı, esas olarak işçilerin ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu düzen sınırları içinde tutmak, sosyal bir patlamanın yaşanmasına engel olmaktı.
Partinin başkanlığına, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel sekreterliğini de yapmış olan Ali Fethi (Okyar) Bey getirildi. Ali Fethi Bey, Cumhuriyet Halk Fırkası içinde devletin ekonominin her alanına müdahalesini savunan ve şiddet yanlısı İsmet (İnönü) Paşa grubunun karşısında, nispeten daha liberal olan akımı temsil ediyordu. Daha önce de çeşitli kereler İsmet Paşa’yla çatışmış, Şeyh Sait İsyanı döneminde başbakanlıktan alınarak, yerini İsmet Paşa’ya bırakmıştı. Daha sonra Paris’e büyükelçi olarak atanmak suretiyle etkisizleştirilmişti. Ali Fethi Bey, Mustafa Kemal’le uzun pazarlıklar sonrasında, mülkî idarenin partiye baskı yapmayacağı sözünü alarak partiyi kurdu. Varılan uzlaşma, Mustafa Kemal’in mektubunda şu sözlerle ilan ediliyordu: “…Reisicumhur bulunduğum müddetçe reisicumhurluğun üzerime verdiği yüksek ve kanunî vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı âdil şekilde ve tarafsız yapacağıma ve laik cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nev’i siyasî faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına inanabilirsiniz.”
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın programı ekonomik liberalizmi savunmakla birlikte basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb. normalde liberal bir partinin savunması gereken konulara programında yer vermiyordu. Yöneticileri genellikle İnönü'yle geçinemeyen kimselerden oluşuyordu. Ancak yine de Serbest Cumhuriyet Fırkası, 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulur kurulmaz halktan büyük bir ilgi gördü. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ağır baskılarından, ekonomik krizden, tek parti diktatörlüğünden ve CHF kurumlarının yozlaşmışlığından bunalan kitleler, geniş işçi yığınları kitleler halinde partiye üye olmaya başladılar. SCF'nin üye sayısı ilk haftada 10 bine, ikinci haftanın sonunda 13 bine ulaştı.
İZMİR MİTİNGİ/SONUN BAŞLANGICI
Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticileri, halkın öfkesini yatıştırma görevini yerine getirmek üzere yurt gezilerine çıkma kararı aldı. İlk gezi hoşnutsuzluğun çok büyük boyutlarda olduğu İzmir’e yapılacaktı. Gezi hazırlıkları sürerken, CHF’nın bazı yöneticileri tehlikeyi sezinleyerek Ali Fethi Bey’i geziden vazgeçirmeye çalıştılar. Mahmut Esat (Bozkurt), çektiği bir telgrafta “durumun nazik olduğunu, gezinin iptal edilmesinin daha uygun olacağını” yazıyordu.
Bütün bu uyarılara rağmen 4 Eylül günü İzmir’e giden Ali Fethi Bey ve diğer parti yöneticileri, içinde bulundukları vapur limana yaklaştığında devasa bir kalabalığın kendilerini beklediğini gördüler. Parti yöneticilerinden Ağaoğlu Ahmet Bey, Mahmut Esat’ın telgrafının da etkisiyle, kalabalığın kendilerini ürküttüğünü anlatır. Ama durum tam aksiydi. Liman ve civarında binlerce kişi “Yaşasın Fethi Bey” sloganlarıyla SCF heyetini karşıladı. Çıkan izdihamda heyetin üstü başı parçalandı, Ali Fethi Bey baygınlık geçirdi. Heyet büyük güçlüklerle otele gidebildi.
7 Eylül’de mitingin yapılacağı İzmir Palas Oteli’nin önündeki meydanda 50.000 kişi toplanmıştı. O günler için bu muazzam kalabalık, Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticilerini bile dehşete düşürmüştü. Ali Fethi Bey, kalabalığı yatıştırmak için konuşmasına başladı. Aslında niyeti partisinin devrimlere ve cumhuriyete bağlı olduğunu söylemekti, fakat birkaç giriş cümlesinden sonra başındaki şapkayı işaret ederek “Bizim şapkayı çıkaracağımızı…” der demez, binlerce kişi başlarındaki şapkayı yere atıp çiğnemeye başladı. Oysa Ali Fethi Bey’in niyeti “Bizim şapkayı çıkaracağımızı söylüyorlar, bu bir iftiradır, inkılâplarla aynı fikirdeyiz” demekti.
Galeyana gelen öfkeli kitle Cumhuriyet Halk Fırkası binalarını taşlamaya başlayınca, jandarma halkın üzerine ateş açtı. Açılan ateşte ölen bir çocuğu, babası Fethi Bey'in önüne getirdi ve "Bir kurban verdik, daha da veririz, yeter ki bizi bunlardan kurtar!" dedi. Bunun üzerine mitingler yasaklandı, bölgede sıkıyönetim ilan edildi, ancak gösteriler günler boyunca sürdü ve pek çok ilçede işçi grevleri yaşandı.
SERBEST FIRKA KAPATILIYOR
İzmir mitingi, CHF yöneticilerinin paniğe kapılmasına neden oldu. Hatta Cumhuriyet gazetesinde 9 Eylül tarihli yazıda Mustafa Kemal’e hitaben durumunu açıklamasını isteyen bir açık mektup yayımlandı. Bunun üzerine Mustafa Kemal 10 Eylül’de bu mektuba verdiği karşılıkta “…Hakikati Fethi Beyefendi'ye yazdığım mektupta açıkça ifade ettiğimi zannediyorum. Kendilerince hakiki vaziyetin tamamen bilinmekte olduğuna şüphe yoktur. Ancak umumiyetle yanlış zan ve düşünceler ve görüşler olduğu anlaşılıyor.
Hakikat-i hali bir daha ifade ve tasrih edeyim. Ben Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Umumî Reisiyim. Cumhuriyet Halk Fırkası Anadolu'ya ilk ayak bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden doğmuştur. Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmem için hiçbir sebep ve lüzum yoktur ve olamaz.
…İşaret olunan hadiseler (…) ve hükümet ricaline ve otoritesine karşı bazı anlayışsız kuvvetler tarafından yapılan çirkin tecavüzlerden çok müteessir olduğumu tahmin etmek güç değildir.(…) Bu gibi saldırıcılar ve teşvikçiler Cumhuriyet kanunlarının takiplerinden tabiî kurtulamazlar” diyerek, ağırlığını açıkça CHF’den yana koydu.
Kısa bir süre sonra belediye seçimleri yapıldı. Seçim sonuçlarına göre 502 seçim bölgesinden -ikisi kent düzeyinde olmak üzere- 40'ında SCF kazanmıştı. İstanbul’da CHF toplamda 35.942, SCF 12.868; İzmir'de CHF 14.624, SCF 9.950; Bergama'da CHF 250, SCF 1.371; Merzifon'da CHF 496, SCF 557 oy almışlardı.[6] Samsun'da ise CHF'nin 416 oyuna karşılık SCF 3.312 oy kazanmıştı.
Ancak SCF seçim sonuçlarından memnun değildi. Ali Fethi Bey, seçimlerde hile yapıldığını öne sürüyordu. 6 Kasım 1930 tarihli meclis oturumunda, usulsüzlüklerle ilgili olarak meclise bir soru önergesi verdi. 15 Kasım’daki oturumda ise söz alarak seçimlerde yaşanılan baskılara ve yapılan usulsüzlüklere dair uzun bir konuşma yaptı. Bu artık bardağı taşıran damla olmuştu. CHF milletvekilleri de söz alarak, asıl usulsüzlük yapanın SCF olduğunu öne sürdüler.
Oysa Hasan Rıza Soyak’ın anılarında, Mustafa Kemal de durumun farkındaydı. Baskı ve güç mekanizmalarını ellerinde bulunduranların, seçimleri de kazandığını söylüyordu: "(...) Bana "Hangi fırka kazanıyor?" diye sormuş; "Tabii bizim fırka Paşam" cevabını vermiştim. O gülmüş: "Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin." buyurmuştu."
Bunun üzerine Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın üstlendiği sahte muhalefet görevini layıkıyla yerine getiremeyip, gerçek bir muhalefet partisi olma yolunda hızla ilerlediğine karar verildi. SCF yöneticileri ve üyeleri hakkında derhal mürteci, komünist vs. iddiaları yayılmaya başlandı. Ali Fethi Bey ile Mustafa Kemal, 16 Kasım 1930’da bir araya geldiler. Yapılan görüşme sonucunda partinin kapanma kararı çıktı. Karar, Ali Fethi Bey
“Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasî sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir.”
Parti kapatılmış ama durumda bir değişiklik olmamış, bilakis hoşnutsuzluk daha da artmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal, SCF’nin beceremediği görevi bizzat yerine getirmek için bir yurt gezisine çıkmaya karar verdi. İlk durağı, Serbest Fırka'nın İzmir'den sonra çok oy topladığı il olan Samsun’du. Samsun, M. Kemal'in "Anadolu'ya ayak bastığı" bir yer olarak büyük bir sembolik öneme sahipti.
Fakat Samsun gezisi hiç de beklenildiği gibi geçmedi. Samsun’da son derece gergin bir hava vardı. Mustafa Kemal şehri yoğun protesto gösterileri ve büyük güvenlik önlemleri altında gezebildi. Halkın “Açız!” pankartı açması onu derinden etkilemişti. Akşam yemeğinde kapatılmış SCF üyesi belediye başkanı Boşnakzade Ahmet Bey'e istifa etmesini emretti, ancak aldığı cevap hiç de beklenildiği gibi değildi.
Ahmet Bey, "Halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette bulunmayı uygun görmem, hükümetinizin elinde kuvvet vardır, görevden alırsınız olur!" diyerek Mustafa Kemal’in emrine karşı geldi.
Mustafa Kemal, o an sükûnetini muhafaza etmeyi başararak; ”Haklısınız, dediğiniz gibi olsun” dediyse de, Ahmet Bey’in izin istemesinden sonra yanındaki valiyi ağır bir şekilde haşladı.
Sabah olduğunda Vali Kâzım Paşa görevden alınmıştı. Aynı durum, SCF’nin seçimlerde CHF’ndan daha fazla oy aldığı diğer yerlerde de tekrarlandı.
Sahte bir muhalefet partisi olarak kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, gerçek bir muhalefete dönüşmeye başladığı andan itibaren kendi idam fermanını imzalamıştı. Resmi tarihe göre ise; “halk henüz demokrasiye geçmeye hazır değildi...”
Atilla Dirim, 3 Kasım 2011, Sesonline.net
SONU GELMEZ BASKILAR
Resmi tarihin anlatımına göre, 1923 yılında düşmanlar mağlup edilmiş, cumhuriyet kurulmuş ve “Türk milleti” layık olduğu çağdaş yaşam seviyesine ulaştırılmıştı. Ancak görünüşe göre durum hiç de bu minvalde değildi. Daha 1924 yılında, yani cumhuriyetin kuruluşunun hemen bir yıl sonrasında, en yakın silah ve çalışma arkadaşları, Mustafa Kemal’in aşırı otoriter, hatta diktatoryal tarzı karşısında örgütlenme yoluna giderek, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. TCF kısa sürede büyük başarı kazanmak üzereyken, Kürt halkına verilen sözlerin tutulmamasının bir sonucu olarak Şeyh Sait isyanı patlak verdi. İsyan, Mustafa Kemal önderliğindeki Cumhuriyet Halk Fırkası’na her türlü muhalefet hareketini şiddet kullanarak ezme imkânı sağladı.
1925 yılında İsmet Paşa hükümeti tarafından kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu, “dinci gericilik” kategorisi altında bir araya getirdiği muhalefet hareketlerini tümüyle susturdu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında bulunan “Fırka, efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkârdır” maddesi, parti yönetiminin Şeyh Sait İsyanı’yla ilişkisinin asla kurulamamış olunmasına rağmen, partinin kapatılması için yeterli sayıldı. Kürt halkının haklı ulusal talepleri, gericilik ve yabancı kışkırtması bahanesiyle kanlı bir katliamla bastırıldı.
Kapitalizmle bütünleşmek adına dayatılan “devrimler” halk tarafından nefretle karşılandı. Şapka kanunundan sonra ülkenin birçok yerinde olaylar çıktı, Hamidiye zırhlısı şapka giymeyeceğini ilan eden Rize’yi topa tuttu. Harf devrimi ile bir anda koca ülke okumaz yazmaz ilan edildi, ülkenin tarihiyle olan bağları kesildi. Bu uygulamaya karşı çıkışlar da en şiddetli şekilde bastırıldı.
Mustafa Kemal önderliğinde kendisini egemen sınıf olarak örgütleyen bürokrasi, İzmir İktisat Kongresi kararları uyarınca “saksıda” yetiştirmeye çalıştığı burjuvazinin gelişmesi için uygun ortamı sağlamaya çalışıyordu. Gelişmiş kapitalist ülkelerle rekabet edebilmek için sermaye birikiminin hızla sağlanması, işçilerin daha yoğun bir şekilde sömürülmesi anlamına geliyordu. Takrir-i Sükun Kanunu, bu anlamda da yeni egemenlerin işine fazlasıyla yarıyordu. Yeni kurulmaya başlayan işçi sendikaları ve örgütleri de şiddetten nasibini aldı. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan işçi sendikalarının kurulması kararına rağmen işçi örgütleri kapatıldı.
GREVLER, GREVLER...
İstiklal Mahkemeleri hızla çalışmaya başlayarak, geniş emekçi kitleleri ağır kovuşturmalara uğratıldı. Aydınlık ile Orak Çekiç gazeteleri kapatıldı, Türkiye'de işçi liderleri, çeşitli işçi birlikleri ve bu gazeteleri çıkaran yayınevleri sorumluları onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırıldılar. Polis kuvvetleri grev yapma potansiyeline sahip olduğunu düşündükleri işçi önderlerini tutuklamaya başladılar. Bu yoğun baskılar altında bile, işçiler çeşitli grevler yapabilmeyi başarabildiler. 1925 yılında yaklaşık 10 farklı grev yapıldı ve bunlara toplam 32 bin 100 işçi katıldı. Bu grevlerin en büyüğü Zonguldak’ta, 12 bin işçinin katıldığı grevdi.
Yine 1925 yılında Erzurum, Samsun ve Adana şehirlerinde çalışan telgraf memurlarının grevi patlak verdi. 'Maaşlarına zam' yapılması talebinde bulunan telgrafçılar, talepleri kabul görmeyince greve başladılar. Hükümet, grevin arkasında komünistlerin bulunduğunu gerekçesiyle grevcileri tutukladı. Telgrafçılar hükümet aleyhine komplo kurmak suçlamasıyla Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderildiler.
İzmir’in 'kurtarıyoruz' bahanesiyle yakılıp yıkılmasından ve hinterlandı olan Ege köylerindeki Rum nüfusun yok edilmesinden sonra, İzmir’de ticaret yok denecek kadar azalmıştı. Şehrin Rum ve Ermeni sakinlerinden boşalan yeri doldurmaya çalışan yeni burjuvaziye karşı işçilerin grevleri ardı ardına patlak veriyordu. İzmir'de, kuru meyve fabrikalarında çalışan 5.000 kadar işçi, çalışma şartlarının düzeltilmesi ve ücretlerinin artırılmasıyla yedi gün süren bir greve çıktı. Bunun dışında da pek çok grev ve direniş yaşandı.
1926 ve 1927 yıllarında demiryolu işçileri ülke genelinde greve çıktı. Adana’da grevci işçilerin üzerine ateş açıldı, öncü işçiler tutuklandı. 1928 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Adapazarı karoseri fabrikasında çalışan 180 işçi10 günlük bir grev yaptılar ve kazanımlarla ayrıldılar. İstanbul’da 300 tekstil işçisi, işgünün kısaltılması talebiyle greve çıktı. Yine İstanbul’da 500 İstanbul tütün işçi 3 günlük bir grev yaptı. 1928 yılında İstanbul’da tramvay işçileri günler süren grevlerinde polisle çatıştılar.
BÜYÜK BUHRAN VE EKONOMİNİN ÇÖKÜŞÜ
Türkiye’de bütün bunlar yaşanırken, 1920’li yıllarda özellikle Amerika'da kapitalizm hızlı bir yükselişe geçti. Ekonomi süratle büyümeye başladı. Ford otomobil fabrikaları devrim niteliğinde bir yenilikle seri üretime geçti. Buna paralel olarak işçi ücretlerinde de görece bir yükseliş oldu. İşçi sınıfı ilk defa tatil yapmaya başladı. ABD'nin güney bölgelerinde, özellikle Florida ve civarında gayrimenkul satışları patladı. Öyle ki bölgedeki bataklıklar bile servet denebilecek fiyatlara satılmaya başladılar.
Ancak 1929'un başlarında yaşanan büyük bir tayfun, Florida ve civarını kasıp kavurunca gayrimenkul fiyatları hızla düşmeye başladı. İnsanlar ateş pahasına aldıkları gayrimenkulleri yok pahasına satmaya çalıştılar, fakat bunu da yapamadılar. Aldıkları kredileri geri ödeyemeyince de hem evlerinden, hem de paralarından oldular.
Gayrimenkulden kaçan paralar borsaya yöneldi ve spekülatif bir tırmanışa neden oldu. Amerikan Merkez Bankası bu gidişatı durdurmak için faizleri artırınca, 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa dibe vurdu. 1929 yılının fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar yok oldu. Yaklaşık 4 bin kadar banka battı, binlerce insanın mal varlığı yok oldu.
Her şeylerini kaybeden insanlar, kırlarda yaban bitkileri toplayıp hayatta kalmaya çalıştılar. Piyasadaki para bir anda yok olduğu için insanlar ihtiyaçlarını karşılamada takas yoluna giderek bir nevi değiş-tokuş ekonomisine geri döndüler. Amerika Birleşik Devletleri'nde toplam 13 milyon kişi işsiz kaldı.
Kriz Avrupa’yı da şiddetle sarstı. Almanya, İtalya ve İspanya’da borsa çöktü, devasa şirketler bir gün zarfında yok oldu, milyonlarca işçi işsiz kaldı. Faşist akımlar giderek güçlenmeye başladı.
SERBEST CUMHURİYET FIRKASI
Dünyayı sarsan şiddetli ekonomik kriz, Türkiye’yi de son derece olumsuz bir şekilde etkiledi. Ağırlıklı olarak tarımsal ürün ve hammadde ihracına, sanayi maddeleri ithalatına dayanan ekonomi yerle bir oldu. Tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan büyük düşüşler, Türkiye'nin dış ticaret hacmini daralttı. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de şirketler peş peşe iflas etmeye başladı. Sanayiciler, çiftçiler, küçük üreticiler bankalardan aldıkları borçları ödeyemediler. Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere işsizlik çok yüksek oranlara çıktı. Yoksullaşan köylüler, kentlere göç etmeye başladılar. Ülkede hemen her toplumsal kesimin hoşnutsuzluğu zirveye ulaştı ve doğal olarak Cumhuriyet Halk Fırkası’na yöneldi.
Bu durum karşısında Mustafa Kemal yükselen öfkeyi daha fazla kontrol altında tutamayacağını anladı. Genel sekreteri Hasan Rıza (Soyak) Bey’e söylediği: “… Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içersinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddî manevî perişanlık içerisinde…” sözleri, onun durumun farkında olduğunu ortaya koyuyordu. Böylece yakın çalışma arkadaşlarına yeni bir parti kurmalarını emretti. Bu partinin asıl amacı, esas olarak işçilerin ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu düzen sınırları içinde tutmak, sosyal bir patlamanın yaşanmasına engel olmaktı.
Partinin başkanlığına, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel sekreterliğini de yapmış olan Ali Fethi (Okyar) Bey getirildi. Ali Fethi Bey, Cumhuriyet Halk Fırkası içinde devletin ekonominin her alanına müdahalesini savunan ve şiddet yanlısı İsmet (İnönü) Paşa grubunun karşısında, nispeten daha liberal olan akımı temsil ediyordu. Daha önce de çeşitli kereler İsmet Paşa’yla çatışmış, Şeyh Sait İsyanı döneminde başbakanlıktan alınarak, yerini İsmet Paşa’ya bırakmıştı. Daha sonra Paris’e büyükelçi olarak atanmak suretiyle etkisizleştirilmişti. Ali Fethi Bey, Mustafa Kemal’le uzun pazarlıklar sonrasında, mülkî idarenin partiye baskı yapmayacağı sözünü alarak partiyi kurdu. Varılan uzlaşma, Mustafa Kemal’in mektubunda şu sözlerle ilan ediliyordu: “…Reisicumhur bulunduğum müddetçe reisicumhurluğun üzerime verdiği yüksek ve kanunî vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı âdil şekilde ve tarafsız yapacağıma ve laik cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nev’i siyasî faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına inanabilirsiniz.”
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın programı ekonomik liberalizmi savunmakla birlikte basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb. normalde liberal bir partinin savunması gereken konulara programında yer vermiyordu. Yöneticileri genellikle İnönü'yle geçinemeyen kimselerden oluşuyordu. Ancak yine de Serbest Cumhuriyet Fırkası, 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulur kurulmaz halktan büyük bir ilgi gördü. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ağır baskılarından, ekonomik krizden, tek parti diktatörlüğünden ve CHF kurumlarının yozlaşmışlığından bunalan kitleler, geniş işçi yığınları kitleler halinde partiye üye olmaya başladılar. SCF'nin üye sayısı ilk haftada 10 bine, ikinci haftanın sonunda 13 bine ulaştı.
İZMİR MİTİNGİ/SONUN BAŞLANGICI
Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticileri, halkın öfkesini yatıştırma görevini yerine getirmek üzere yurt gezilerine çıkma kararı aldı. İlk gezi hoşnutsuzluğun çok büyük boyutlarda olduğu İzmir’e yapılacaktı. Gezi hazırlıkları sürerken, CHF’nın bazı yöneticileri tehlikeyi sezinleyerek Ali Fethi Bey’i geziden vazgeçirmeye çalıştılar. Mahmut Esat (Bozkurt), çektiği bir telgrafta “durumun nazik olduğunu, gezinin iptal edilmesinin daha uygun olacağını” yazıyordu.
Bütün bu uyarılara rağmen 4 Eylül günü İzmir’e giden Ali Fethi Bey ve diğer parti yöneticileri, içinde bulundukları vapur limana yaklaştığında devasa bir kalabalığın kendilerini beklediğini gördüler. Parti yöneticilerinden Ağaoğlu Ahmet Bey, Mahmut Esat’ın telgrafının da etkisiyle, kalabalığın kendilerini ürküttüğünü anlatır. Ama durum tam aksiydi. Liman ve civarında binlerce kişi “Yaşasın Fethi Bey” sloganlarıyla SCF heyetini karşıladı. Çıkan izdihamda heyetin üstü başı parçalandı, Ali Fethi Bey baygınlık geçirdi. Heyet büyük güçlüklerle otele gidebildi.
7 Eylül’de mitingin yapılacağı İzmir Palas Oteli’nin önündeki meydanda 50.000 kişi toplanmıştı. O günler için bu muazzam kalabalık, Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticilerini bile dehşete düşürmüştü. Ali Fethi Bey, kalabalığı yatıştırmak için konuşmasına başladı. Aslında niyeti partisinin devrimlere ve cumhuriyete bağlı olduğunu söylemekti, fakat birkaç giriş cümlesinden sonra başındaki şapkayı işaret ederek “Bizim şapkayı çıkaracağımızı…” der demez, binlerce kişi başlarındaki şapkayı yere atıp çiğnemeye başladı. Oysa Ali Fethi Bey’in niyeti “Bizim şapkayı çıkaracağımızı söylüyorlar, bu bir iftiradır, inkılâplarla aynı fikirdeyiz” demekti.
Galeyana gelen öfkeli kitle Cumhuriyet Halk Fırkası binalarını taşlamaya başlayınca, jandarma halkın üzerine ateş açtı. Açılan ateşte ölen bir çocuğu, babası Fethi Bey'in önüne getirdi ve "Bir kurban verdik, daha da veririz, yeter ki bizi bunlardan kurtar!" dedi. Bunun üzerine mitingler yasaklandı, bölgede sıkıyönetim ilan edildi, ancak gösteriler günler boyunca sürdü ve pek çok ilçede işçi grevleri yaşandı.
SERBEST FIRKA KAPATILIYOR
İzmir mitingi, CHF yöneticilerinin paniğe kapılmasına neden oldu. Hatta Cumhuriyet gazetesinde 9 Eylül tarihli yazıda Mustafa Kemal’e hitaben durumunu açıklamasını isteyen bir açık mektup yayımlandı. Bunun üzerine Mustafa Kemal 10 Eylül’de bu mektuba verdiği karşılıkta “…Hakikati Fethi Beyefendi'ye yazdığım mektupta açıkça ifade ettiğimi zannediyorum. Kendilerince hakiki vaziyetin tamamen bilinmekte olduğuna şüphe yoktur. Ancak umumiyetle yanlış zan ve düşünceler ve görüşler olduğu anlaşılıyor.
Hakikat-i hali bir daha ifade ve tasrih edeyim. Ben Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Umumî Reisiyim. Cumhuriyet Halk Fırkası Anadolu'ya ilk ayak bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden doğmuştur. Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmem için hiçbir sebep ve lüzum yoktur ve olamaz.
…İşaret olunan hadiseler (…) ve hükümet ricaline ve otoritesine karşı bazı anlayışsız kuvvetler tarafından yapılan çirkin tecavüzlerden çok müteessir olduğumu tahmin etmek güç değildir.(…) Bu gibi saldırıcılar ve teşvikçiler Cumhuriyet kanunlarının takiplerinden tabiî kurtulamazlar” diyerek, ağırlığını açıkça CHF’den yana koydu.
Kısa bir süre sonra belediye seçimleri yapıldı. Seçim sonuçlarına göre 502 seçim bölgesinden -ikisi kent düzeyinde olmak üzere- 40'ında SCF kazanmıştı. İstanbul’da CHF toplamda 35.942, SCF 12.868; İzmir'de CHF 14.624, SCF 9.950; Bergama'da CHF 250, SCF 1.371; Merzifon'da CHF 496, SCF 557 oy almışlardı.[6] Samsun'da ise CHF'nin 416 oyuna karşılık SCF 3.312 oy kazanmıştı.
Ancak SCF seçim sonuçlarından memnun değildi. Ali Fethi Bey, seçimlerde hile yapıldığını öne sürüyordu. 6 Kasım 1930 tarihli meclis oturumunda, usulsüzlüklerle ilgili olarak meclise bir soru önergesi verdi. 15 Kasım’daki oturumda ise söz alarak seçimlerde yaşanılan baskılara ve yapılan usulsüzlüklere dair uzun bir konuşma yaptı. Bu artık bardağı taşıran damla olmuştu. CHF milletvekilleri de söz alarak, asıl usulsüzlük yapanın SCF olduğunu öne sürdüler.
Oysa Hasan Rıza Soyak’ın anılarında, Mustafa Kemal de durumun farkındaydı. Baskı ve güç mekanizmalarını ellerinde bulunduranların, seçimleri de kazandığını söylüyordu: "(...) Bana "Hangi fırka kazanıyor?" diye sormuş; "Tabii bizim fırka Paşam" cevabını vermiştim. O gülmüş: "Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin." buyurmuştu."
Bunun üzerine Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın üstlendiği sahte muhalefet görevini layıkıyla yerine getiremeyip, gerçek bir muhalefet partisi olma yolunda hızla ilerlediğine karar verildi. SCF yöneticileri ve üyeleri hakkında derhal mürteci, komünist vs. iddiaları yayılmaya başlandı. Ali Fethi Bey ile Mustafa Kemal, 16 Kasım 1930’da bir araya geldiler. Yapılan görüşme sonucunda partinin kapanma kararı çıktı. Karar, Ali Fethi Bey
“Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasî sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir.”
Parti kapatılmış ama durumda bir değişiklik olmamış, bilakis hoşnutsuzluk daha da artmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal, SCF’nin beceremediği görevi bizzat yerine getirmek için bir yurt gezisine çıkmaya karar verdi. İlk durağı, Serbest Fırka'nın İzmir'den sonra çok oy topladığı il olan Samsun’du. Samsun, M. Kemal'in "Anadolu'ya ayak bastığı" bir yer olarak büyük bir sembolik öneme sahipti.
Fakat Samsun gezisi hiç de beklenildiği gibi geçmedi. Samsun’da son derece gergin bir hava vardı. Mustafa Kemal şehri yoğun protesto gösterileri ve büyük güvenlik önlemleri altında gezebildi. Halkın “Açız!” pankartı açması onu derinden etkilemişti. Akşam yemeğinde kapatılmış SCF üyesi belediye başkanı Boşnakzade Ahmet Bey'e istifa etmesini emretti, ancak aldığı cevap hiç de beklenildiği gibi değildi.
Ahmet Bey, "Halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette bulunmayı uygun görmem, hükümetinizin elinde kuvvet vardır, görevden alırsınız olur!" diyerek Mustafa Kemal’in emrine karşı geldi.
Mustafa Kemal, o an sükûnetini muhafaza etmeyi başararak; ”Haklısınız, dediğiniz gibi olsun” dediyse de, Ahmet Bey’in izin istemesinden sonra yanındaki valiyi ağır bir şekilde haşladı.
Sabah olduğunda Vali Kâzım Paşa görevden alınmıştı. Aynı durum, SCF’nin seçimlerde CHF’ndan daha fazla oy aldığı diğer yerlerde de tekrarlandı.
Sahte bir muhalefet partisi olarak kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, gerçek bir muhalefete dönüşmeye başladığı andan itibaren kendi idam fermanını imzalamıştı. Resmi tarihe göre ise; “halk henüz demokrasiye geçmeye hazır değildi...”
Atilla Dirim, 3 Kasım 2011, Sesonline.net
1915-1916 Ermeni Soykırımı Sırasında Ermeni Mülkleri,Osmanlı Hukuku ve Milliyet Politikaları II/Hilmar Kaiser
Müsaderenin uygulanması
11 Ağustos 1915'te,Talat Paşa yerel yetkililere gönderdiği bir telgrafta,yabancı şirketler meselesine değindi.Ermeni mallarının israfından şikayet etti.Ayrıca,muhtekirler fırsatları kullanarak uygun diğer müşterilerin çıkarlarına zarar veriyorlardı.Bundan dolayı,yabancılar veya bilinmeyen kişiler,hiçbir koşul altında tehcir bölgelerine sokulmayacaktı.Böyle kişiler mevcutsa,hemen gönderilmeliydi.Mülklerin istenmeyen kişiler tarafından satın alınmasına derhal son verilecekti.Talat Paşa,Ermeni mülklerinin tasfiyesinden yabancıların yararlanmaması gerektiğini vurguladı.(45) Müsadere edilen Ermeni mülklerini satın alma yasağı gayrimüslim Osmanlılara da uygulandı.6 Ocak 1916'da,Talat Paşa Osmanlı ekonomisinin sadece Müslüman bir ekonomi olacağını kesin bir şekilde ifade etti.Ermeni mülklerinin Müslüman ellere geçmesi gerekliliğini bildirdi.Bu amaca ulaşmak için hükümet,Müslüman şirketlerin sayısını artırmak niyetindeydi.Sınırlı sayıdaki potansiyel Müslüman sanayiciyi ve büyük ölçekli girişimciyi hesaba katarak hükümet,anonim şirketlerin kurulmasını teşvik etti.Yeni şirketler,yabancı sermaye kontrolü altına girmekten korunmak zorundaydı.Bu nedenle hükümet onları denetleyecekti.Ayrıca,yeni şirketleri sadece saygın kişiler yönetmeliydi;bu sayede,gelecekte başarılı olmaları sağlanabilecekti.Bu amaçlar doğrultusunda,Ermeni mülkleri bireysel müşterilere ve şirketlere ucuz bir fiyatla aktarılmalıydı.Zanaatkarların ve köylülerin satın alabilmeleri için,anonim şirketlerden küçük hisseler çıkaracaklardı.Yabancılar tarafından alınmasını engellemek için de,hisse sahiplerinin adları kaydedilmek zorundaydı.Yeni şirketler özel veya anonim girişimler olacağından,hayır kurumlarını destekleme amaçlı şirketlerin kurulması istenmedi ve buna uygun yasaklar getirildi.Projenin önemini belirterek merkezi hükümet,bu konuyla ilgili katedilen mesafeyi sürekli rapor etmeleri için yerel yetkililere talimat verdi.(46)
Gizli nizamnamelere uygun bir şekilde,özel ve ortak Ermeni mülkleri Osmanlı hükümetinin iskan programının maddi temelini oluşturdu.Başlangıçta,müsadereyi ve iskan sürecini Talat Paşa'nın vekili Ali Münif Bey(47) idare etti.14 Haziran 1915'te,Ali Münif Bey,tehcirin ilk aşamada uygulanacağı bölgelerdeki yerel yetkililere mesaj gönderdi.Boşaltılan Ermeni köylerinin bir listesini istedi.Ayrıca,yerel yetkililerden ekilebilir toprakla ilgili,toprağın kalitesi ve verimliliği dahil olmak üzere,bilgi vermeleri bekleniyordu.Buna eşdeğer bilgi,tehcir edilen Ermenilerin sayısı,gerçek mülkleri,arazilerinin büyüklüğü ve değeri,muhacirlerin nerelere iskan edilmiş olduklarıydı.(48) Aynı şekilde,Ermeni okulları ve içlerindeki demirbaşlar kaydedilmeliydi.(49) 22 Haziran 1915'e gelindiğinde,Bursa vilayeti,Kayseri ve Karesi sancakları tehcir bölgelerine eklenmişti.24 Haziran 1915'te,Ali Münif Bey,tehcir edilenlerin sayısı ve gidecekleri yerlerle ilgili bir rapor istedi.(50) Kısa bir süre içinde,pek çok Ermeni evi savaş bölgelerinden gelen Müslüman muhacirlere dağıtıldı.(51) Diğer yeni gelenler,Suriye'den göç ettirilen Arap aileleri gibi,siyasi nedenlerle tehcir edilen Müslümanlardı.(52)
Dahiliye Nezareti,iskan programını koordine etmek için gittikçe daha fazla yeni veriye ihtiyaç duyuyordu.20 Temmuz 1915'te nezaret,imparatorlukta bir nüfus sayımı yapılması ve toprak sahipliğinin genel olarak incelenmesi için emir verdi.Bir ay içinde bütün toprak mülkiyetinin bir kaydı,istatistiği ve ayrıntılı haritaları yapılacaktı.Çalışma,idari yapıyı köy düzeyine kadar,köylerde ve kasabalarda ikamet edenlerin milliyetini,geçmişteki ve şimdiki servetlerini göstermek zorundaydı.(53) 2 Temmuz 1916'da Talat Paşa,yabancı yatırımın ve çiftliklerin yüksek bir yoğunlukta bulunduğu bölgelerde gayrimüslimlere ait büyük toprak mülkiyetinin incelenmesi için emir verdi.(54)
Komisyonlar iskan sürecini denetlemekle ve merkezi hükümete düzenli bir şekilde rapor vermekle görevlendirildi.Öncelikli işlerden biri,üretimi mümkün olduğu kadar eski düzeylerine çıkarmaktı.(55) Muhacirlerin durumuna gelince,mülk edinmeleri Osmanlı vatandaşlığını kabul etmelerine bağlıydı.Pek çok muhacir bunun uygun bir şey olmadığını hissetmiş olmalıydı ki,Talat Paşa,3 Eylül 1916'da,Osmanlı vatandaşı olmayanların bütün malları iade etmelerini ve gönderilmelerini emretti.(56)
İmparatorluğun batı vilayetlerinde yeni yerleştirilenler,çoğunlukla,Türkleştirme çabasıyla doğu bölgesinden tehcir edilen Müslüman Kürtlerdi.Doğu vilayetlerinde,Diyarbakır,Urfa ve Hüsn-i Mansur civarındaki kazalar gibi geniş bölgeler,"Türkleştirme bölgeleri" olarak tayin edildiler.Yeni iskan edilen diğer bir grup,Rus ordusunun işgal ettiği bölgelerden gelen Müslüman göçmenlerdi.(57)
Ermeni mülkleri açık artırmada satılarak elde edilen gelir,Müslüman nüfusun giysi ve diğer eşyalar gibi günlük hayattaki eksiklerini tamamlamak için de kullanıldı.(58) Ayrıca İAMM,tehciri ve Ermeni mülklerinin tasfiyesini düzenlediğinden,mülkleri tehcirin maliyetini karşılamak amacıyla da kullandı.2 Ekim 1915'te,Sivas'taki yetkililer,Müslüman arabacıların tehcir sırasında uğradığı zararların Ermeni mülkleriyle karşılanması için yetkili kılındı.Mülk değerinin yetersiz kalması durumunda,İAMM üstünü tamamlama vaadinde bulunuyordu.(59) Fakat Ermeni mallarının büyük bir kısmı açık artırmaya hiç çıkarılmadı veya satılmadı.Osmanlı ordusunun,buğday,sabun ve tıbbi malzeme ihtiyacını karşılamak için kullanıldı.(60)
Doğal olarak,Ermeni mallarının düşük değerle aktarımı,yerel Müslüman çevrelere,hükümetin planlarından farklı yollarla çıkar sağlama fırsatları yarattı.Bazı Müslüman şirketler,Ermeni mallarını,açık artırma yönteminden kurtularak ucuza elde etmeyi başardılar.Daha sonra,bu şirketler malları üçüncü kişilere satarak önemli karlar sağladılar.(61) Kayseri'de,aceleyle kurulmuş bir Müslüman şirket Ermenilere ait dükkanları ve içindeki malları toptan 200 Türk lirasına satın aldı.Kısa bir süre sonra bu mallar 10.000 liraya satıldı.(62) Bursa'da,yerel İT teşkilatı ve bazı mensupları,Ermeni ev ve toprak sahiplerini,zorla tapu dairesine götürdüler.Orada mallarını hiçbir zorlama olmadan sattıklarını ve teklif edilen fiyatın yeterli olduğunu ilan etmek zorunda bırakıldılar.Bu ilan üzerine Ermeni mal sahibine,eline içinde para olan bir torba verilirdi.Mal sahibi,paranın toplamını saymak ve tam olduğunu ilan etmek,odadan çıktığı zaman ise parayı torbaya geri koymak ve memurlara geri vermek zorundaydı.(63)
Trabzon'daki Avusturya-Macaristan konsolosu Ernst von Kwiatkowski,müsaderenin yerel memurlarla ilgili kısmını soygun olarak niteledi.Ermenilerin hayatı gibi,Ermeni malları da korumasız bırakılmıştı.Subaylar,memurlar ve polisler yağmanın içindeydiler.Üst düzey bir Osmanlı yetkilisi Kwiatkowski'ye,Ermenilere ait mücevherlerin ve paranın yarısından fazlasının ortadan kaybolduğunu söylemişti.Trabzon'da askerler yüzük ve diğer mücevheratı satarken,sadece 1200 lira,7500 ruble,biraz mücevher ve birkaç halı müsadere edilmişti.Giresun'da yetkililer Ermeni mallarını resmi olarak sadece toplam 102 liraya müsadere etmişlerdi;gerçek değer ise yaklaşık 10.000 lira olarak hesaplanmaktaydı.(64) Edirne'de zengin Ermenilere,toplanmadan ve tehcir edilmeden önce 30 dakika süre verildi.Tehcir edilenler,40 kuruştan daha fazla olmamak üzere para ve bir-iki giysi alabileceklerdi.Daha sonra,yerel görevliler boşaltılan evlerde partiler düzenlediler ve ne istedilerse aldılar.Kalan ve daha az değerli olan eşyalar açık artırmaya çıkarıldı.Orada bulunan Avusturya-Macaristan konsolosu Arthur Ritter von Nadamlenzki,Osmanlı yetkililerinin büyük bir ganimet elde ettikleri sonucuna vardı.(65)
Müslüman şahısların yaptığı ihtikar,Osmanlı hükümetinin karşı karşıya kaldığı tek sorun değildi.İleride kendilerini bekleyen şeyi anlayan Ermeni mülk sahipleri,malları başkalarına aktarmak yoluyla,ne kadarını kurtarabilirlerse kurtarmaya çalıştılar.Bazen,bu işlemin anlaşılmaması için takma isimler kullanıldı.(66) Genellikle,Ermeniler mallarını Osmanlı vatandaşı olmayan diğer Ermenilere aktarıyor gibi görünmekteydi.(67) Bu tür aktarmaları ve satışları önlemek amacıyla,Trabzon'daki yerel yetkililer,böyle faaliyetlerde bulunacak olan Ermenilerin divan-ı harpte yargılanacağını ilan ettiler.(68) Osmanlı yetkililerinin el koymasından kaçınmanın diğer bir yolu,değerli eşyaları Amerikan misyonerlerine ve konsoloslara vermekti.Planları,tehcir edilenlerin mallarının daha sonra gittikleri yerde posta yoluyla almalarıydı.Tehcir edilenin ölmesi durumunda,mallar ülke dışındaki yakınlarına gönderilebilirdi.(69) Kısa bir zaman sonra Osmanlı hükümetinin Ermeni mallarının sahiplerine postalanmasını yasaklaması şaşırtıcı değildi.(70) Bu yasaklama,resmi suç niyetinin açık bir ifadesiydi.Yetkililerin,tehcir edilenlerin mallarının satışlarından elde edilen gelirleri yasal sahiplerine teslim etmek niyetinde olmadıklarını kesin bir şekilde gösteriyordu.Aksi takdirde,Ermeni mallarının postalanmasıyla ilgili yasaklamanın bir anlamı olmazdı.
Yabancı sigorta şirketlerinin poliçeleri bulunan Ermeni varlıkları daha karışık bir soruna yol açtı.Osmanlı yetkilileri,bu varlıklara sahip olmak için yabancı şirketlerin işbirliğine ihtiyaç duydu.Diğer bir deyişle,Osmanlı hükümeti,isteklerini mütemadiyen reddetmekte olduğu yabancı şirketlerden bir tür yardım istedi.11 Ocak 1916'da,Ticaret ve Ziraat Nezareti,Osmanlı İmparatorluğu'nda faaliyette bulunan yabancı sigorta şirketlerine bir genelge yolladı.Şirketlere,varlıklarının,borçlarının,ipoteklerinin ayrıntılı bir listesini vermelerini istedi.Ortaya çıkan çekişme,ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau'yla Talat Paşa'yı karşı karşıya getirdi.Talat Paşa'nın taleplerine büyük bir tepki gösteren diplomat,Talat Paşa'nın isteğini reddetti.(71)
Osmanlı yetkilileri,Adana vilayetinde yerel Rumlara da Ermenilere karşı uygulanan yöntemleri uygulamaya çalıştılar.Merkezi hükümet Rum mülkleriyle ilgili bilgi istemişti.Bu bilgiyi sağlamakta yavaş davranan yerel yetkililer,merkezdeki yetkililer harekete geçemeden önce,zengin Rum tüccarlarının ve sanayicilerinin mülklerini hızlı bir şekilde müsadere etmeye çalıştılar.Bu girişim,Yunan hükümetini harekete geçirdi.Hemen,Osmanlı Devleti'ne müdahalede bulundu ve Tarsus'taki müsadereler durduruldu.Merkezi hükümet yerel yetkililere,müsaderenin sadece siyasi nedenlerle ertelenmek zorunda olduğunu bildirdi.(72) Yerel yetkililere güvenmeyen Dahiliye Nezareti onlara,tasfiye komisyonunun işine karışmamaları gerektiğini hatırlatmayı gerekli gördü.Bu iş kesinlikle idari ve mali görevlilerin işiydi.Muktedir yerel çevreler açıkça nüfuzlarını kullandılar ve müsadereden merkezi hükümetin kabul edemeyeceği yollarla çıkar sağladılar.(73)
Sonuç
Gerek tehcir kanunu gerekse emval-ı metrukeyle ilgili kanun geriye dönük uygulama için çıkarılmıştı.Bu kanunlar,Osmanlı yetkililerinin yaptıkları kanundışı eylemler için bahaneler sağlamaya yönelikti.Bu tür bahane oluşturma,gelecekte Osmanlı'nın müttefiki Almanya'dan ve İtilaf Devletlerinden gelecek talepler düşünülerek gerekli görüldü.İtilaf Devletlerinin ve Almanya'nın protestolarının Osmanlı politikaları üzerinde bir etkisi oldu,fakat Osmanlı Devleti'nin yok etme ve müsadere kampanyasını durduramadılar.Sözkonusu protestolar,bu politikaların kurgusal bir yasallık kazanması sonucunu doğurdu.
Her iki kanun da,Osmanlı yetkilileri tarafından verilen gerçek emirleri yansıtmaz.Bu emirler,etnik haritayı kökten değiştirmeyi amaçlayan kapsamlı bir planı göstermektedir.Daha 30 Mayıs 1915'te,Osmanlı hükümeti,imparatorluğun Ermeni nüfusunu mülksüzleştirmeye ve ganimeti bir demografik programı finanse etmek için kullanmaya yönelik bir kampanyayı resmi olarak başlatmıştı.Bu kararla dönüşü olmayan bir noktaya varılmıştı.Fakat değiştirilecek olan,sadece ülkenin etnik haritası değildi.Osmanlı hükümeti bu fırsatı,Müslüman bir ticaret ve sanayi sınıfı yaratmak için kullanmaya karar verdi.İdeal durumda,hükümetin onayladığı kimseler,tehcir edilen öncellerinin ekonomik rolünü üstlenecekti.
Tüm devlet kurumları bu planın gerçekleştirilmesi için uğraştı.Merkezi hükümetin pek çok nezaretinden vilayetlerdeki yetkililere ve köylerin ileri gelenlerine kadar herkes Ermenilerin özel ve ortak mülklerini aktarmada işbirliği yaptılar.Program başarılı oldu.27 Şubat 1917'de,Avusturya-Macaristan istihbaratı,Halep valisinin Ticaret Nezareti'ne yolladığı yıllık bir raporu ele geçirdi.(74) Vali,merkezi hükümetin emirlerini başarılı bir şekilde yerine getirdiğini ifade ediyordu.1915'te ticaretin %80'i Hristiyanların elindeyken,şimdi %95'inin Müslüman denetimine geçeceğini tahmin etmekteydi.
Osmanlı hükümeti,amaçlarına ulaşmak için kendi kanunlarını görmezden gelmekte tereddüt etmedi.23 Kasım 1916'da İAMM'nin müdürü Şükrü Bey,Diyarbakır'daki yerel yetkililere,tehcir edilmemiş olan Ermenilerin mülklerinin tasfiyesini,benzer durumda olan,yani tehcir edilmemiş olan diğer gayrimüslimlerin ise mülklerini ellerinde tutabileceklerini bildirdi.(75) Diğer bir deyişle,Ermeni mülkleri her ne şekilde olursa olsun tasfiye edilecekti.Açıkça,Dahiliye Nezareti'ne bağlı bir müdürün basit bir emri,Osmanlı kanununun koyduğu sınırlamaların üstesinden gelmeye yeterliydi.Böylece son analizde,Ermeniler bütün şartlar altında kanuni haklarından yoksun bırakılmışlardı.Osmanlı hukuku tam bir kurguya dönüşmüştü.(76)
***
1-İnkarcı yaklaşımın kökenleri şu çalışmalarda incelenmiştir:Hilmar Kaiser,"Dall'impero alla republica:le continuita del negazionismo turco,"Storia,verita,guistizia.I crimini del XX secolo,der.Marcello Flores,(Milano:Bruno Mondadori,2001),s.89-113 ve Idem,"Le genocide armenien:negation 'a l'allemande',"L'actualite du Genocide des Armeniens.Actes du colloque organise par le Comite de Defense de la Cause Armenienne,(Paris:Edipol,1999),s.75-91.
2-Kişisel tecrübelere dayanan mükemmel bir anlatı için bkz. John Minassian,Many Hills Yet to Climb.Memoirs of an Armenian Deportee,(Santa Barbara:Jim Cook Publisher,1986).Hayatta kalanlarla yapılan mülakatlara dayanan bir analiz için bkz. Donald E. Miller ve Lorna Toryan Miller,An Oral History of the Armenian Genocide,(Berkeley:California University Press,1993).
3-Örneğin bkz. Türk devlet arşivleri genel müdürünün ifadesi:"Doğu Anadolu'da Ermeni devleti kurma hayaliyle birtakım fesat dernekleri ve partiler kurarak çeşitli vesilelerle olaylar çıkartıp Türk nüfusu katleden Ermeniler,Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlerin cephede bulunmasından yararlanarak düşmanla işbirliği yapmışlar,devlete ihanet etmişler ve savunmasız Türklere her türlü saldırıyı reva görmüşlerdir.Bunun neticesi olarak da,Osmanlı Devleti'ni tehcir kararı almaya adeta mecbur etmişlerdir.Tehcire tabi tutulan Ermeniler,bilinmelidir ki,devlet aleyhinde faaliyette bulunan Ermenilerdir.Devlete sadakatle bağlı olan Ermeniler ise,hiçbir surette tehcire tabi tutulmamışlardır.
Tehcire tabi tutulan Ermenilerin yollarda her türlü ihtiyaçları,emniyetleri ve iskanları sağlanmış[tır]."İsmet Binark,"Önsöz",Türkiye Cumhuriyeti,Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı,Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920),(Ankara:Başbakanlık Basımevi,1994),s.xxi.Yeni çıkan bir yayında,bir yazar katliamlar yüzünden Ermeni kayıplarını 9-10.000 olarak gösterirken,25-30.000'inin hastalıklardan dolayı öldüğünü yazmaktadır.Bkz. Yusuf Halaçoğlu,Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918),(Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi,2001),s.77.
4-Provokasyon tezinin bir değerlendirmesi için bkz. Robert F. Melson,Revolution and Genocide.On the Origins of the Armenian Genocide and the Holocaust.Leo Kuper'ın önsözü,(Chicago:Chicago University Press,1992),s.49,51,64,154,169-179.
5-İddianın tamamı için bkz. Kaiser,Le genocide armenien.
6-Confiscation des biens des refugies armeniens par le gouvernement turc.Consultation de M.M. Gilbert Gidel,Albert de Lapradelle,Louis Le Fur et Andre Mandelstam,(Paris:Imprimerie Masis,1929).
7-Aris Kalfaian Chomaklou.The History of an Armenian Village,çev.Krikor Asadoruian,der. ve önsöz ve sonsöz ekleyip yayına hazırlayan Michael Ekizian,(New York:NY,Chomaklou Compatriotic Society,1982),s.148-175.
8-Örneğin bkz. Kevork K. Baghdjian,La confiscation,par le gouvernement turc,des biens armeniens dit 'abandonnes.'Yves Ternon'un önsözüyle,(Montreal:1987);Dickran Kouymjian,"La confiscation des biens et la destruction des monuments historiques comme manifestations du processus genocidaire",L'actualite du genocide içinde,s.219-230;Stepan Astourian,"Genocidal Process,Reflections on the Armeno-Turkish Polarization",Richard G. Hovannisian,(der.),The Armenian Genocide.History,Politics,Ethics (New York,NY,St. Martin's Press,1992),s.71-72.
9-Fikret Adanır ve Hilmar Kaiser,"Migration,Deportation and Nation-Building:the Case of the Ottoman Empire",Rene Leboutte (der.),Migrations and Migrants in Historical Perspective.Permanencies and Innovations içinde,(Brüksel:Peter Lang,2000),s.273-292.
10-Report of the International Commission to Inquire into the Causes and Conduct of the Balkan Wars,(Washington,D.C.:Carnegie Endowment for International Peace,1914),s.129-130,437-449.
11-Wangenheim'dan Bethmann Hollweg'e,Tarabya,25 Haziran 1914 A 12811 Auswartiges Amt,Berlin-Politisches Archiv (bundan sonra AA-PA),Türkei 168/11 No.175;Humbert'ten Wangenheim'a İzmir 25 Haziran 1914 J. No.2795 Wangenheim'dan Bethmann Hollweg'e ilişik nüsha,Tarabya,6 Haziran 1914 A 13109 AA-PA Türkei 168/11 No.179;Schönberg'den Mutius'a,Tarabya,9 Temmuz 1914 Mutius'tan Bethmann Hollweg'e ilişik,Tarabya,Temmuz 1914 A 13846 AA-PA Türkei 168/11 No.187.Saldırıların örgütleyicilerinden biri,İT İzmir katib-i mesulü Celal'di [Bayar].Bu iş için cemiyetin katib-i umumisi Midhat Şükrü [Bleda] tarafından seçilmişti.İT umumi merkezinin Celal Bey'i onaylamasından sonra mektup,hemen İstanbul'dan İzmir'e gönderildi.Yıllar sonra Bayar,yapılan eylemlerden ötürü yaklaşık 130.000 Rum'un yer değiştirdiğini söyler.İşinin daha sonra tamamlandığını ve 1923'ten sonra Yunanistan ile Türkiye arasında yapılan nüfus mübadelesiyle uluslararası camia tarafından onaylandığını alaycı bir şekilde ekler.Celal Bayar,Ben de Yazdım,cilt 5 (İstanbul:Baha Matbaası,1967),s.1568-1569;Midhat Şükrü Bleda,İmparatorluğun Çöküşü,(İstanbul:Remzi Kitabevi,1979),s.55.Rum karşıtı kampanyanın başta gelen diğer bir örgütleyicisi,İT'nin kurucu üyelerinden biri ve o zaman Karesi valisi olan Mehmed Reşid Bey'di.Anılarında,görevini,İzmir bölgesinde şiddet kullanımına izin vermeden başarıyla yerine getirmesinden ötürü övünür.Mehmed Reşid Şahingiray,Hayatı ve Hatıraları,yay.haz. Nejdet Bilgi (İzmir:Akademi Kitabevi,1997),s.112-113.Daha sonra Reşid Diyarbakır vilayetinde Ermenilerin imhasını örgütlemekten ötürü kötü bir üne sahip olacaktır ve "kasap" lakabını alacaktır;Waldburg'dan Hertling'e,Pera,5 Ağustos 1918 A 38036 AA-PA RuBland 97a/24a No.223.
12-Isaiah Friedman,Germany,Turkey,and Zionism 1897-1918,(Oxford:Oxford University Press,1977),s.197-199,213,242.Ruppin'den Lichtheim'a,Yafa,28 Mart 1915 Actions-Comite to Members'a ilişik (nüsha),Berlin,30 Nisan 1915,Central Zionist Archives,Kudüs,L 5,52.
13-Sarıkamış Muharebesi'nin bir değerlendirmesi için bkz. W.E.D. Allen ve Paul Muratoff,Caucasian Battlefields.A History of Wars on the Turco-Caucasian Border 1828-1921,(Londra:Cambridge University Press,1953),s.240-292.Sefere katılan birinin tanıklığına dayanan rapor şu kaynakta bulunmaktadır:Wangenheim'dan Bethmann Hollweg'e,Pera,17 Nisan 1915 A 13937 AA-PA Weltkrieg 11d secr./no 241 ilişik 2 no.lu Paul Schwarz raporu,İstanbul,15 Nisan 1915.
14-Soykırımın başlangıç safhası için bkz. Hilmar Kaiser,"Governing Myths Revisited",(yayınlanacak).Farklı bir yorum için bkz. Taner Akçam,"The Decision for a Genocide in the Light of Ottoman-Turkish Documents",Idem,Dialogue Across an International Divide:Essays Towards a Turkish-Armenian Dialogue,(Toronto:Zoryan Institute,2001),s.43-73.
15-Teşkilat-ı Mahsusa için bkz. Arif Cemil,Birinci Dünya Savaşı'nda Teşkilat-ı Mahsusa,(İstanbul:Arba Yayınları,1997).Muş civarındaki katliamlar için bkz. Anahide Ter-Minassian,"Un exemple,Mouch 1915",L'actualite du genocide,s.231-252.Van bölgesi için bkz. Rafael De Nogales,Four Years Beneath the Crescent,(New York,NY:Scribner's Sons,1926),s.59-137.
16-Ara Sarafian,"The Absorption of Armenian Women and Children into Muslim Households As a Structural Component of the Armenian Genocide",Omer Bartov ve Phyllis Mack (der.),In God's Name.Genocide and Religion in the Twentieth Century,(New York-Oxford:Berghahn Books,2001),s.209-221.
17-Erzurum'dan tehcir edilen Ermenilerin yaşadıkları üzerine bir çalışma için bkz. Hilmar Kaiser,"'A Scene from the Inferno.'The Armenians of Erzerum and the Genocide,1915-1916",Der Völkermord an den Armeniern und die Shoah içinde,(der.) Hans-Lukas Kieser ve Dominik Schaller,(Zürich:Chronos,2002),s.129-186.
18-Suriye Çölü'ndeki toplama ve katliam kampları için bkz. Raymond Kevorkian,"Le sort des deportes dans les camps de concentration de Syrie et de Mesopotamie" Revue d'histoire armenienne contemporaine,2 (1998),s.7-61;Idem,"Temoignages sur les camps de concentration de Syrie et Mesopotamie",ibid.,s.62-215;Idem,"Autres temoignages sur les deportations et les camps de concentration de Syrie et Mesopotamie (1915-1916)",ibid.,s.219-244.Ayrıca bkz. Hilmar Kaiser (Luther ve Nancy Eskijian'la birlikte),At the Crossroads of Der Zor.Death,Survival,and Humanitarian Resistance in Aleppo,1915-1917,(Princeton,NJ:Gomidas Institute,2001).
19-Zeytun ve Dörtyol'dan yapılan ilk tehcirler,genel tehcir kararından ve soykırım planının icrasından öncedir.Eberhard von Wolffskeel'den Sofie-Henriette von Wolffskeel'e,Bagtsche,17 Nisan 1915,Eberhard Wolffskeel von Reichenberg,Zeitoun,Mousa Dagh,Ourfa:Letters on the Armenian Genocide,der. ve sunan Hilmar Kaiser,(Princeton,NJ:Gomidas Institute,2000),s.37-41.Adana bölgesi için bir tehcir emri şu kaynakta basılmıştır:Şinasi Orel ve Süreyya Yuca,Ermenilerce Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü,(Ankara:Türk Tarih Kurumu,1983).
20-Osmanlı Belgelerinde Ermeniler,s.92-99.
21-Arthur Beylerian,Les grandes puissances,l'Empire ottoman et les Armeniens dans les archives françaises (1914-1918).Recueil de documents (Paris:1983),s.29 (Publications de la Sorbonne,Serie Documents,34).
22-Morgenthau Sadrazam Said Halim Paşa'nın tepkisini hatırlamaktadır:"İngiliz,Fransız ve Rus hükümetleri adına tatsız bir görevim vardı.Bu devletlerin Osmanlı hükümetini yöneten kişileri Ermeni katliamlarından ötürü bizzat sorumlu tutacağına yönelik bir bildiriyi ona gönderecektim.Tabii ki bu,İtilaf başarısı durumunda bu devletlerin sadrazama,Talat'a,Enver'e,Cemal'e ve yardımcılarına sıradan katil muamelesinde bulunmaları anlamına geliyordu.Mısır hanedanının mensubuyla bir şekilde utanç kaynağı olan bu mesajı tartışmak için odaya geldiğimde,orada,her zaman olduğu gibi gergin bir şekilde tespih çekerek oturuyordu ve pek de iyi bir halet-i ruhiye içinde değildi.Hemen telgraftan bahsetti;yüzü kızgın bir ifade aldı ve tüm Ermeni ırkına karşı uzunca bir tenkide girişti." Henry Morgenthau,Ambassador Morgenthau's Story (Garden City,NY:Doubleday,Page & Comp.,1918),s.359.
23-Bu emirler Yuca ve Orel,Telegrams,s.117-119'da ve Osmanlı Belgelerinde Ermeniler,s.32-34'de yayınlandı.İtilaf deklarasyonu ile Osmanlı muvakkat tehcir kanunu arasındaki bağa ilk defa Bayur işaret etmişti.Yusuf Hikmet Bayur,Türk İnkılabı Tarihi,cilt 3,kısım 3,(Ankara:Türk Tarih Kurumu,1957;3. baskı 1991),s.38-40.
24-Bayur,Türk İnkılabı Tarihi,s.37-38.
25-Metin için bkz. Yuca ve Orel,Telegrams,s.116-117 ve Idem,Ermenilerce,s.104.
26-Karar metni için bkz. Osmanlı Belgelerinde Ermeniler,s.30-32.31 Mayıs'ta karar resmi olarak Dahiliye,Harbiye ve Maliye nezaretlerine iletildi.Azmi Süslü,Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı,(Van:Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü,1990),s.115-117.1918 Osmanlı yenilgisinden sonra ve İstanbul'un İtilaf işgali altında olduğu sırada,Ermeni yazar Haigazn Kazarian İngiliz yetkilileri için çalıştı.Ermeni Soykırımı'yla ilgili resmi Osmanlı belgelerini kopyalayabildi.İleriki yıllarda,belgelerin bir kısmı Batı dillerinde yayımlandı.Kazarian'ın bulduğu belgelerden biri,bir kabine kararının kopyasıydı.Bu belge,onayı için Sadrazam Said Halim Paşa'ya gönderilmişti.Bkz. Haigazn K. Kazarian,"Unpublished Turkish Document No.289 on the Deportations",Armenian Review,34,2 (1981),s.195-198.Fakat belgenin gerçek numarası 289 değil 270'ti.Kazarian'ın nüshası kabinenin kararından farklıdır.İngilizce versiyonunda belge,iki ek giriş paragrafı içermektedir.Bu paragraflarda tehcirin siyasi önemi daha ayrıntılı değerlendirilmektedir.Ayrıca,tehcirin meseleyi kökten çözeceği ve tasfiye edeceği vurgulanmaktadır.Kazarian'ın nüshasını tartışırken Dadrian,Ermeni gazetesi 'Hairenik'te,1964'te basılan Ermeni versiyonuna dayanmaktadır.Tezkerenin,'kökten çözüm' kelimeleriyle soykırım kararını açıklayan 'çok gizli' bir belge olduğu sonucuna ulaşmaktadır.Vahakn N. Dadrian,Warrant for Genocide.Key Elements of Turko-Armenian Conflict,(New Brunswick,NJ-Londra:Transaction Publishers,1999),s.123-124,130.
27-Adanır ve Kaiser,Migration.Ayrıca bkz. Fuat Dündar,İttihat ve Terakki'nin Müslümanları İskan Politikası (1913-1918),(İstanbul:İletişim Yayınları,2001).Dündar,iskan programıyla ilgili bolca malzeme sunmaktadır,ancak programın Ermeni Soykırımı'yla bağlantısını önemsememektedir.
28-Metin için bkz. Süslü,Ermeniler,s.113-115.Metnin faksimile bir kopyası ve Fransızca tercümesi için bkz. Documents sur les Armeniens-ottomans,Presidence du conseil,Direction generale de la presse et de l'information,t.y.,belge No.1916 (112),s.90-93.Bu yayın,Askeri Tarih Belgeleri Dergisi'nin 83. sayısında (1983) yer alan metnin Fransızca tercümesidir.İAMM ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Ahmet Halaçoğlu,Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk Göçleri (1912-1913),(Ankara:Türk Tarih Kurumu,1994),s.108-121;Nedim İpek,"Birinci Dünya Savaşı Esnasında Karadeniz ve Doğu Anadolu'da Cereyan Eden Göçler",19 Mayıs ve Milli Mücadelede Samsun Sempozyumu.Bildiriler.16-20 Mayıs 1994 (Samsun:Ondokuz Mayıs Üniversitesi,t.y.),s.70-81;ayrıca bkz. H. Yıldırım Ağanoğlu,Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Balkanlar'ın Makus Talihi:Göç (İstanbul:Kum Saati,2001).
29-Ayrıntılar için bkz. Kaiser,A Scene from the Inferno,s.152-156.
30-Nezaretten Erzurum vilayetine,9 Haziran 1915,İAMM 200 Başbakanlık Osmanlı Arşivi,Dahiliye Nezareti Evrakı,Dahiliye Şifre Kalemi (bundan sonra DH.ŞFR) 53/303;Yuca ve Orel,Telegrams,s.119;Idem,Ermenilerce,s.250.Ayrıca bkz. Kaiser,A Scene from the Inferno.
31-Metnin bir kopyası İngilizce tercümesiyle birlikte Documents,Başbakanlık,Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,t.y.,s.74-80'de bulunmaktadır.Bu metin,Askeri Tarih Belgeleri Dergisi'nin 81. sayısında (1982) yer alan belgenin İngilizce tercümesidir.
32-Osmanlı hukukunda ağaçlar özel mülkiyetti.Ağaçların ekilmiş olduğu toprak üzerinde de hak iddiası anlamına gelmekteydi.Colin Imber,"The Status of Orchards and Fruit Trees in Ottoman Law",Tarih Enstitüsü Dergisi,12 (1981-1982),s.763-774.Ayrıca bkz. Stanley Fisher,Ottoman Land Laws.Containing the Ottoman Land Code and Other Legislation Affecting Land With Notes and an Appendix of Cyprus Laws and Rules Relating to Land,(Londra:Oxford UP,1919).
33-Weber,İstanbul,9 Ağustos 1915,J. No.Zu 6062 AA-PA Konstantinopel 96.
34-Hohenlohe'den Bethmann Hollweg'e,İstanbul,16 Eylül 1915,J. No.6358 AA-PA Konstantinopel 96.
35-Ermeni mülkleri meselesiyle ilgili Alman politikaları şu kaynakta daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır:Hilmar Kaiser,"Die deutsche Diplomatie und der armenische Völkermord",Osmanismus,Nationalismus und der Kaukasus:Muslime und Christen,Türken und Armenier im 19. und 20. Jahrhundert içinde,(der.) Fikret Adanır ve Bernd Bonwetsch (yayınlanacak).
36-Kanun için bkz. Daehnhardt'tan Bethmann Hollweg'e,İstanbul,2 Ekim 1915 J. No. 2280 AA-PA Konstantinopel 99 copy.
37-Konstantin Freiherr von Neurath'tan Bethmann Hollweg'e,Pera,5 Ekim 1915,J. No. 8102 AA-PA Konstantinopel 99.
38-Avusturya-Macaristan Ticaret Odası'ndan Avusturya-Macaristan Elçiliği'ne,n. p.,8 Ekim 1915 ilişik kopya Neurath'tan Bethmann Hollweg'e,Pera,28 Şubat 1916 J. No. 2280 AA-PA Konstantinopel 99.
39-Konsolosluktan Kurt Ziemke'ye,İstanbul,13 Kasım 1915 AA-PA,General Konsulat Konstantinopel (bundan sonra GK-K),Regelung der Vermögensverhaltnisse verschickter Personen.
40-Josef Martens'ten Bethmann Hollweg'e,İstanbul,10 Aralık 1915 J. N. 11331 AA-PA,GK-K,Regelung der Vermögensverhaltnisse verschickter Personen No. 461 kopya.
41-Vilayet merkezlerinde ve kasabalarda 33 komisyon kuruldu:Adana (Adana ve Mersin için);Cebel-i Bereket;Kozan;Mudanya (Mudanya,Karacabey ve Kermasti (Mustafakemalpaşa için);Gemlik (Gemlik ve Orhan Gazi için);Bilecik (Ertuğrul kazası ve ona bağlı yerler için);Yozgat (Yozgat,Kırşehir ve Boğazlıyan için);Ankara (Ankara,Keskin ve Çorum için);Samsun (Samsun,Bafra,Çarşamba,Trene (Terme için);Ordu (Ünye,Fatsa ve Tirebolu için);Trabzon (Sivas,Amasya,Hacıköy ve Gümüşhane için);Merzifon (Merzifon ve Havza için);Tokat;İzmit (İzmit,Yalova ve Karamürsel için);Adapazarı (Adapazarı,Kandıra ve Geyve için);Eskişehir;Sivrihisar (Sivrihisar ve Mihalıççık için);Kayseri;Develi;Halep;Maraş;Antakya;Konya;Erzurum;Bitlis;Mamuret-ul Aziz;Diyarbakır;Niğde;Afyon.Daha sonra Rodosçuk (Edirne vilayeti için),İstanbul ve Urfa ilave edildi.Martens'ten Bethmann Hollweg'e,İstanbul,18 Aralık 1915 J. No. 11331 AA-PA Konstantinopel 98 No. 401;Weber,İstanbul,25 Mart 1916 AA-PA,GK-K,Regelung der Vermögensverhaltnisse verschickter Personen.
42-Nazırdan Adana,Erzurum,Ankara,Bitlis,Halep,Diyarbakır,Bursa,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Konya vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Urfa,Canik,Karesi,Kayseri,Afyon,Niğde,Maraş kazalarına,Adana,Halep,Sivas,Mamuret-ul Aziz,Diyarbakır,Canik,İzmit,Karesi tasfiye komisyonlarına,24 Ağustos 1915,İAMM,İstatistik Şubesi,DH.ŞFR 55/184.
43-Safvet'ten Ordu Tasfiye Komisyonu'na,7 Şubat 1916,İAMM 89 DH.ŞFR 60/277.
44-Talat Paşa'dan Edirne,Adana,Ankara,Erzurum,Bitlis,Halep,Bursa,Diyarbakır,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Konya vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Niğde,Afyon,Urfa,Maraş,Karesi,Canik kazalarına ve tasfiye komisyonlarına,16 Mayıs 1916,İAMM,İskan Şubesi,209 DH.ŞFR 64/39.
45-Talat Paşa'dan Erzurum,Adana,Ankara,Aydın,Bitlis,Halep,Bursa,Diyarbakır,Suriye,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Musul,Van vilayetlerine,Urfa,İzmit,Canik,Zor,Karesi,Kayseri,Afyon,Maraş,Eskişehir,Niğde kazalarına,Adana,Halep,Maraş,Diyarbakır,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Erzurum,İzmit tasfiye komisyonlarına,11 Ağustos 1915,İAMM,DH.ŞFR 54-a/388.Bursa'daki Avusturya-Macaristan temsilcisi yerel Ermeni nüfusun tehciriyle ilgili 16 Ağustos 1915'te bilgi verdi.Borçluların ortadan kaybolmasından ötürü yabancı şirketlerin zarar göreceği beklentisi içindeydi.Fakir Ermeniler ev eşyalarını satmaya çalışırken,zengin sınıflar evlerini dayalı-döşeli kiralamak istiyorlardı.Ev eşyaları için yerel Müslüman nüfusun ödediği fiyatlar çok düşüktü.Ermeni depolarında müsadere edilen ve komisyonlar tarafından satılan veya açık artırmaya çıkarılan mallar değerinin %25'ini ancak getirdi;[Ludwig Trano'dan] Elçiliğe,Bursa,16 Ağustos 1915 No. 441/P kopya,[Pallavicini'den Burian'a] ilişik,Jeniköj,24 Ağustos 1915 No. 69/P Haus-,Hof- und Staatsarchiv,Viyana (bundan sonra HHStA),PA XII 209;Trano'dan Elçiliğe,Bursa,19 Ağustos 1915 No. 453/P kopya,Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,27 Ağustos 1915 No. 70/P.B HHStA PA XII 209.Bu çalışmada kullanılan Avusturya-Macaristan belgeleri Artem Ohandjanian tarafından derlenmiş ve yayınlanmıştır:The Armenian Genocide.Documentation,cilt 2,(Münih:Institut für armenische Fragen,1988).Mersin'deki Amerikan konsolosu durumu şöyle özetlemektedir:"Tehcir edilme beklentisine giren Ermeniler bütün gayrimenkullerini yok fiyatına satıyorlar".Nathan'dan Morgenthau'ya Mersin,7 Ağustos 1915 No. 467 kopya Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na,ilişik,İstanbul,15 Ağustos 1915,United States-National Archives,Record Group 59 (bundan sonra US-NA,RG 59),867.4016/124.Bu çalışmada kullanılan Amerika Ulusal Arşivleri ve Kongre Kütüphanesi belgeleri şurada yayınlanmıştır:Ara Sarafian (der.),United States Official Documents on the Armenian Genocide,cilt 1-3,(Watertown:MA,1993-1995) (Archival Collections on the Armenian Genocide).
46-Ali Münif Bey'den Sivas vilayetine,20 Temmuz 1915,İAMM 66 DH.ŞFR 54-a/ 54;Talat Paşa'dan Erzurum,Adana,Ankara,Bitlis,Bursa,Diyarbakır,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Konya,Edirne vilayetlerine,Urfa,İzmit,Canik,Karesi,Kayseri,Afyon,Eskişehir,Niğde,Kütahya,Maraş kazalarına,Rodosçuk,Adana,Osmaniye,Kozan Yozgat,Ankara,Erzurum,Bitlis,Halep,Maraş,Antakya,Bursa,Gemlik,Bilecik,Diyarbakır,Sivas,Merzifon,Tokat,Samsun,Or du,Trabzon,Konya,Mamuret-ul Aziz,İzmit,Adapazarı,Eskişehir,Sivrihisar,Kayseri,Develi,Niğde,Afyon,Urfa tasfiye komisyonlarına,6 Ocak 1916,İAMM 813 DH.ŞFR 59/239.
47-Ali Münif Bey için bkz. Kaiser,Dall'impero alla republicca,s.98-103.
48-Ali Münif Bey'den Adana,Halep,Erzurum,Bitlis,Van,Diyarbakır vilayetlerine,Maraş kazasına,14 Haziran 1915,İAMM DH.ŞFR 54/15.
49-Ali Münif Bey'den Adana,Halep,Maraş komisyonlarına,Adana,Erzurum,Bitlis,Diyarbakır,Halep,Bursa vilayetlerine,Maraş,Kayseri,Karesi kazalarına,22 Haziran 1915,İAMM 316 DH.ŞFR 54/101.
50-Ali Münif Bey'den Adana,Erzurum,Bitlis ve Van vilayetlerine,24 Haziran 1915,Bab-ı Ali,İAMM BOA,DH.ŞFR 54/137.Adana'daki yetkililer istenen bilgiyi göndermek için pek acele davranmamış görünmektedir.Bu,Ali Münif Bey'in 10 Temmuz 1915'te onlara konuyu hatırlatmasından anlaşılmaktadır.Ali Münif Bey'den Adana vilayetine 10 Temmuz 1915,İAMM 37 DH.ŞFR 54/374.
51-Talat Paşa'dan Erzurum,Aydın,Bitlis,Beyrut,Suriye,Konya,Musul,Van vilayetlerine,Mersin,Bolu,Teke,Cebel-i Lübnan,Zor,Çanakkale,Afyon,Kütahya,Menteşe,Maraş sancaklarına,19 Haziran 1916,İAMM,İstatistik Şubesi Gen. 6773 Spec. 296 DH.ŞFR 65/36;Talat Paşa'dan Niğde sancağına,12 Temmuz 1916,AMMU İskan Şubesi DH.ŞFR 65/192;Kalfaian,Chomaklou,s.169.Peter'dan Morgenthau'ya,Samsun,10 Temmuz 1915 Çeviri,Library of Congress,Morgenthau Papers,Reel 7/619.Nathan'dan Morgenthau'ya,Mersin,30 Ekim 1915,No. 501 kopya Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,16 Kasım 1915,No. 634 US-NA,RG 59,867.4016/238;savaşın başlangıcından beri Harput'ta Amerikan Konsolosluğu'nda çalışan Amerikan Konsolosu Leslie A. Davis'in raporu,Port Jefferson,NY,9 Şubat 1918,US-NA,RG 59,867.00/803;Zeytun,Nisan 1915'te ilk Ermeni topluluklarının ilk tehcir edildikleri yerlerden biriydi.Kasabaya hemen Makedonya'dan gelen Müslümanlar iskan edildi.Jackson'dan Morgenthau'ya,Halep,12 Mayıs 1915,No. 267 kopya Jackson'dan Lansing'e ilişik,Halep,12 Mayıs 1915 US-NA,RG 59,867.4016/72.
52-Nezaretten Konya,Bursa,Ankara,Sivas vilayetlerine,Kayseri kazasına,27 Aralık 1915,EUM DH.ŞFR 59/107;Nezaretten Cemal Paşa'ya,16 Nisan 1916,İAMM İskan Şubesi 17 DH.ŞFR 63/11.Müsadere edilen Ermeni evlerinin hepsi İAMM'nin kullanımına ayrılmamıştı.Bursa'da İT mensupları Ermeni evlerini kendi adlarına kaydettiler.Tapu memurları,Ermenilerle,mülkleri kendileri üzerine veya İT adına hiçbir ödeme yapmaksızın alan İttihatçılar arasında sözlü yapılan sözleşmeleri kabul etti.Trano'dan Elçiliğe,Bursa,19 Ağustos 1915,No. 453/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,27 Ağustos 1915,No. 70/P.B HHStA PA XII 209;[Trano]'dan Elçiliğe,Bursa,23 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 464/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,31 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 71/P.B.
53-Nezaretten Edirne,Erzurum,Adana,Ankara,Aydın,Bitlis,Basra,Bağdat,Beyrut,Hicaz,Halep,Bursa,Diyarbakır,Suriye,Sivas,Tr abzon,Kastamonu,Konya,Mamuret-ul Aziz,Musul,Van,Yemen vilayetlerine,Urfa,İzmit,Bolu,Canik,Çatalca,Zor,Asir,Karesi,Kudüs,Çanakkale,Menteşe,Teke,Kayseri,Mersin,N iğde,Maraş,Eskişehir,Kütahya,Afyon kazalarına ve Medine'ye,20 Temmuz 1915,EUM Gen. 397 DH.ŞFR 54-a/51.
54-Talat Paşa'dan Bursa,Aydın,Adana,Edirne vilayetlerine,Menteşe,Antalya,Mersin,Karesi ve İzmit sancaklarına,2 Temmuz 1916,İAMM,İstatistik Şubesi 56 DH.ŞFR 65/140.
55-Ali Münif Bey'den Adana,Halep,Erzurum,Bitlis,Diyarbakır,Mamuret-ul Aziz,Sivas,Bursa,Trabzon vilayetlerine,Maraş,Kayseri,Canik,İzmit,Karesi ve Urfa kazalarına,Adana ve Halep Emval-i Metruke komisyonlarına,13 Temmuz 1915,EUM Gen. 384 DH.ŞFR 54/442.
56-Talat Paşa'dan Adana,Ankara,Konya,Sivas,Bursa vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Kayseri,Niğde,Ertuğrul,Afyon sancaklarına,3 Eylül 1916,AMMU Spec. 445 DH.ŞFR 67/178.
57-Adanır ve Kaiser,"Migration,Deportation".Ayrıca bkz. Dündar,İskan Politikası.
58-Nezaretten Adana,Erzurum,Ankara,Bitlis,Canik,Halep,Bursa,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Konya vilayetlerine,Urfa,Eskişehir,İzmit,Karesi,Çanakkale,Maraş,Niğde,Afyon kazalarına,Bursa,Adana,Halep,Sivas,Canik,Diyarbakır,Erzurum,Mamuret-ul Aziz,Karesi komisyonlarına,29 Ağustos 1915,İAMM 502 DH.ŞFR 55/330.
59-Nazırdan Sivas vilayetine,2 Ekim 1915,İAMM 705 DH.ŞFR 56/254.
60-Ali Münif Bey'den Adana,Ankara vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Karesi,Afyon sancaklarına,13 Ağustos 1915,İAMM İstatistik Şubesi 454 DH.ŞFR 54-a/390;Hamid Bey'den vilayetlere 25 Ağustos 1915,İAMM İstatistik Şubesi DH.ŞFR 55/210;Mutasarrıftan komisyon başkanına,25 Ağustos 1915,Kalfaian,Chomaklou,s.151.Daha geniş bir ihtiyaç maddesi listesi,Ibid.s.155'te yayınlanmıştır;Burhaneddin'den valiye,13 Eylül 1915,Kalfaian,Chomaklou,içinde,s.161;Ali Hamdi,23 Eylül 1915,Kalfaian,Chomaklou,içinde,s.171.
61-Talat Paşa'dan tasfiye komisyonlarına,16 Şubat 1916,İAMM Gen. 955 DH.ŞFR 61/31.
62-Talat Paşa'dan Kayseri kazasına,9 Şubat 1916,İAMM DH.ŞFR 60/275.Benzer olaylar Kayseri bölgesi için daha Ağustos 1915'te kaydedilmişti;Kalfaian,Chomaklou,s.157.Kayseri'deki muhtekirin listesi için bkz. Ahmet Rıfat Çalıka,Kurtuluş Savaşında Adalet Bakanı Ahmet Rıfat Çalıka'nın Anıları,(yay.haz.),Hurşit Çalıka,(İstanbul,1992),s.35.
63-[Trano]'dan Elçiliğe,Bursa,23 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 464/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,31 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 71/P.B.
64-Kwiatkowski'den Burian'a,Trabzon,4 Eylül 1915,HHStA PA XXXVIII 368 Z.54/P.
65-Nadamlenzki'den Pallavicini'ye,Edirne,29 Ekim 1915,Z.95/P kopya,Nadamlenzki'den Pallavicini'ye,Edirne,2 Kasım 1915,HHStA PA XII 463 Z.97/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,İstanbul,7 Kasım 1915,No. 93/P.B. HHStA XII 463.İzmit'te Ermeni evlerinin yağmalanması için bkz. "Bericht eines Missionars",İzmit,1 Eylül 1915,Diözesanarchiv Wien,Maria Empfangnis Verein II,fasc.8.
66-Hamid'den Adana vilayetine,8 Eylül 1915,İAMM İstatistik Şubesi DH.ŞFR 55-a/171;Mutasarrıftan komisyon başkanına,18 Ağustos 1915,Kalfaian,Chomaklou içinde,s.159.
67-Nezaretten Erzurum,Adana,Ankara,Bitlis,Halep,Bursa,Diyarbakır,Suriye,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Van,Konya vilayetlerine,Urfa,İzmit,Canik,Karesi,Kayseri,Afyon,Maraş,Eskişehir kazalarına,Halep,Adana,Sivas,Trabzon komisyonlarına,28 Ağustos 1915,İAMM 499 DH.ŞFR 55/280.
68-Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na,İstanbul,26 Temmuz 1915,US-NA,RG 59,867.4016/105.Buna rağmen Ermeni topluluğu mallarının bir kısmını emniyet altına almaya çalıştı.Heizer'dan Morgenthau'ya,Trabzon,7 Temmuz 1915,kopya Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,20 Temmuz 1915,US-NA,RG 59,867.4016/103.
69-Davis'ten Morgenthau'ya,Mamuret-ul Aziz,30 Haziran 1915,No. 62 Hoffman Philip'ten Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,17 Şubat 1916,No. 970 US-NA,RG 59,867.4016/269;Heizer'dan Morgenthau'ya,Trabzon,25 Eylül 1915 kopya,Kongre Kütüphanesi,Morgenthau Papers,Reel 7/718;Peter'dan Morgenthau'ya,Samsun,4 Aralık 1915,No. 355 Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,4 Ocak 1916,No. 805 US-NA,RG 59,867.4016/259;Bertha B. Morley,Marsovan 1915:The Diaries of Bertha Morley,(der.) Hilmar Kaiser,(Ann Arbor,MI:Gomidas Institute,1999),s.11,32.
70-Nezaretten Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz vilayetlerine,Canik kazasına,27 Haziran 1915,İAMM Dh.ŞFR 54/202;Yüce ve Orel,Telegrams,s.119;Idem,Ermenilerce,s.252.
71-Federal Sigorta Şirketi'nden Asfazadour'a,Zürih,10 Mart 1916,Beylerian,Les grandes puissances içinde,s.175-176.New York Hayat Sigortası Şirketi'nin yazışmalarının bir kısmı şurada yeniden basıldı:Shavarsh Toriguian,The Armenian Question and International Law,2. baskı,(La Verne,CA:La Verne UP,1988),s.136-145.Amerika Büyükelçisi Morgenthau anılarında olayı şöyle anlatmaktadır:"Bir gün Talat Paşa,belki de hayatımda duyduğum en hayret verici ricada bulundu. ...Talat Paşa'nın söylediği şuydu:'Amerikan hayat sigortası şirketlerinden Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini bize göndermelerini istemenizi diliyorum.Şu an hepsi fiilen ölmüş durumdalar ve parayı almak için mirasçı bırakmadılar.Tabii ki,bunların hepsi yasal olarak devlete geçmeli.Şimdi bunların sahibi devlettir.Yapacak mısınız?' Bu çok,çok fazlaydı ve sükunetimi kaybettim.'Benden öyle bir liste alamayacaksınız' dedim ve onu bırakıp gittim".Morgenthau,Ambassador Morgenthau's Story,s.339.Varolan kanıtlardan habersiz olan Heath Lowry,meseleyi Morgenthau'nun icadı olarak sunmaya çalışmaktadır.Heath W. Lowry,The Story Behind Ambassador Morgenthau's Story,(İstanbul:Isis Press,1990),s.41-47.Lowry'nin hikayesinin ardındaki hikaye için bkz. Roger W. Smith,Eric Markusen ve Robert Jay Lifton,"Professional Ethics and the Denial of the Armenian Genocide",Holocaust and Genocide Studies,9(1995),s.1-22.
72-Nazırdan Adana vilayetine,1 Temmuz 1915,İAMM 36 DH.ŞFR 54/264.Ayrıca bkz. Ali Münif Bey'den Adana vilayetine,29 Temmuz 1915,İUDM Dh.ŞFR 54-a/165.22 Aralık 1915'te,Emniyet-i Umumi Müdüriyeti Adana'daki yerel yetkililerle birlikte orada ne kadar Rum'un yaşadığını,ne kadar imalathane,dükkan ve okulları olduğunu araştırdı.Ayrıca,siyasi görüşlerini,ekonomik durumlarını ve liderlerinin kim olduğunu sordu.Rumlara karşı alınan önlemlerin ertelenmiş olmasıyla ilgili duyurunun sadece bir özür olmadığı açıktı.Safvet'ten Adana vilayetine,22 Aralık 1915,EUM Spec. 125 Dh.ŞFR 59/62.
73-Ali Münif Bey'den Adana Komisyonu'na,22 Haziran 1915,İAMM 2 DH.ŞFR 54/105.
74-İstihbarat Raporu,İstanbul,27 Şubat 1917,No. 47 HHStA PA XL 275.
75-Şükrü'den Diyarbakır vilayetine,23 Kasım 1916,AMMU,İskan Şubesi Gen. 1089 DH.ŞFR 70/79.
76-Christian Gerlach'ın önemli çalışması çok geç çıktığından,bu makalede yararlanamadım.Christian Gerlach,"Nationsbildung im Krieg:Wirtschaftliche Faktoren bei der Vernichtung der Armenier und beim Mord an den ungarischen Juden",Der Völkermord an den Armeniern und die Shoah içinde,s.347-422.
-------------------------------------------------------------------------------------
*İmparatorluktan Cumhuriyete:Türkiye'de Etnik Çatışma,(der.) Erik Jan Zürcher,İstanbul,İletişim Yayınları,2005,s. 123-156.
11 Ağustos 1915'te,Talat Paşa yerel yetkililere gönderdiği bir telgrafta,yabancı şirketler meselesine değindi.Ermeni mallarının israfından şikayet etti.Ayrıca,muhtekirler fırsatları kullanarak uygun diğer müşterilerin çıkarlarına zarar veriyorlardı.Bundan dolayı,yabancılar veya bilinmeyen kişiler,hiçbir koşul altında tehcir bölgelerine sokulmayacaktı.Böyle kişiler mevcutsa,hemen gönderilmeliydi.Mülklerin istenmeyen kişiler tarafından satın alınmasına derhal son verilecekti.Talat Paşa,Ermeni mülklerinin tasfiyesinden yabancıların yararlanmaması gerektiğini vurguladı.(45) Müsadere edilen Ermeni mülklerini satın alma yasağı gayrimüslim Osmanlılara da uygulandı.6 Ocak 1916'da,Talat Paşa Osmanlı ekonomisinin sadece Müslüman bir ekonomi olacağını kesin bir şekilde ifade etti.Ermeni mülklerinin Müslüman ellere geçmesi gerekliliğini bildirdi.Bu amaca ulaşmak için hükümet,Müslüman şirketlerin sayısını artırmak niyetindeydi.Sınırlı sayıdaki potansiyel Müslüman sanayiciyi ve büyük ölçekli girişimciyi hesaba katarak hükümet,anonim şirketlerin kurulmasını teşvik etti.Yeni şirketler,yabancı sermaye kontrolü altına girmekten korunmak zorundaydı.Bu nedenle hükümet onları denetleyecekti.Ayrıca,yeni şirketleri sadece saygın kişiler yönetmeliydi;bu sayede,gelecekte başarılı olmaları sağlanabilecekti.Bu amaçlar doğrultusunda,Ermeni mülkleri bireysel müşterilere ve şirketlere ucuz bir fiyatla aktarılmalıydı.Zanaatkarların ve köylülerin satın alabilmeleri için,anonim şirketlerden küçük hisseler çıkaracaklardı.Yabancılar tarafından alınmasını engellemek için de,hisse sahiplerinin adları kaydedilmek zorundaydı.Yeni şirketler özel veya anonim girişimler olacağından,hayır kurumlarını destekleme amaçlı şirketlerin kurulması istenmedi ve buna uygun yasaklar getirildi.Projenin önemini belirterek merkezi hükümet,bu konuyla ilgili katedilen mesafeyi sürekli rapor etmeleri için yerel yetkililere talimat verdi.(46)
Gizli nizamnamelere uygun bir şekilde,özel ve ortak Ermeni mülkleri Osmanlı hükümetinin iskan programının maddi temelini oluşturdu.Başlangıçta,müsadereyi ve iskan sürecini Talat Paşa'nın vekili Ali Münif Bey(47) idare etti.14 Haziran 1915'te,Ali Münif Bey,tehcirin ilk aşamada uygulanacağı bölgelerdeki yerel yetkililere mesaj gönderdi.Boşaltılan Ermeni köylerinin bir listesini istedi.Ayrıca,yerel yetkililerden ekilebilir toprakla ilgili,toprağın kalitesi ve verimliliği dahil olmak üzere,bilgi vermeleri bekleniyordu.Buna eşdeğer bilgi,tehcir edilen Ermenilerin sayısı,gerçek mülkleri,arazilerinin büyüklüğü ve değeri,muhacirlerin nerelere iskan edilmiş olduklarıydı.(48) Aynı şekilde,Ermeni okulları ve içlerindeki demirbaşlar kaydedilmeliydi.(49) 22 Haziran 1915'e gelindiğinde,Bursa vilayeti,Kayseri ve Karesi sancakları tehcir bölgelerine eklenmişti.24 Haziran 1915'te,Ali Münif Bey,tehcir edilenlerin sayısı ve gidecekleri yerlerle ilgili bir rapor istedi.(50) Kısa bir süre içinde,pek çok Ermeni evi savaş bölgelerinden gelen Müslüman muhacirlere dağıtıldı.(51) Diğer yeni gelenler,Suriye'den göç ettirilen Arap aileleri gibi,siyasi nedenlerle tehcir edilen Müslümanlardı.(52)
Dahiliye Nezareti,iskan programını koordine etmek için gittikçe daha fazla yeni veriye ihtiyaç duyuyordu.20 Temmuz 1915'te nezaret,imparatorlukta bir nüfus sayımı yapılması ve toprak sahipliğinin genel olarak incelenmesi için emir verdi.Bir ay içinde bütün toprak mülkiyetinin bir kaydı,istatistiği ve ayrıntılı haritaları yapılacaktı.Çalışma,idari yapıyı köy düzeyine kadar,köylerde ve kasabalarda ikamet edenlerin milliyetini,geçmişteki ve şimdiki servetlerini göstermek zorundaydı.(53) 2 Temmuz 1916'da Talat Paşa,yabancı yatırımın ve çiftliklerin yüksek bir yoğunlukta bulunduğu bölgelerde gayrimüslimlere ait büyük toprak mülkiyetinin incelenmesi için emir verdi.(54)
Komisyonlar iskan sürecini denetlemekle ve merkezi hükümete düzenli bir şekilde rapor vermekle görevlendirildi.Öncelikli işlerden biri,üretimi mümkün olduğu kadar eski düzeylerine çıkarmaktı.(55) Muhacirlerin durumuna gelince,mülk edinmeleri Osmanlı vatandaşlığını kabul etmelerine bağlıydı.Pek çok muhacir bunun uygun bir şey olmadığını hissetmiş olmalıydı ki,Talat Paşa,3 Eylül 1916'da,Osmanlı vatandaşı olmayanların bütün malları iade etmelerini ve gönderilmelerini emretti.(56)
İmparatorluğun batı vilayetlerinde yeni yerleştirilenler,çoğunlukla,Türkleştirme çabasıyla doğu bölgesinden tehcir edilen Müslüman Kürtlerdi.Doğu vilayetlerinde,Diyarbakır,Urfa ve Hüsn-i Mansur civarındaki kazalar gibi geniş bölgeler,"Türkleştirme bölgeleri" olarak tayin edildiler.Yeni iskan edilen diğer bir grup,Rus ordusunun işgal ettiği bölgelerden gelen Müslüman göçmenlerdi.(57)
Ermeni mülkleri açık artırmada satılarak elde edilen gelir,Müslüman nüfusun giysi ve diğer eşyalar gibi günlük hayattaki eksiklerini tamamlamak için de kullanıldı.(58) Ayrıca İAMM,tehciri ve Ermeni mülklerinin tasfiyesini düzenlediğinden,mülkleri tehcirin maliyetini karşılamak amacıyla da kullandı.2 Ekim 1915'te,Sivas'taki yetkililer,Müslüman arabacıların tehcir sırasında uğradığı zararların Ermeni mülkleriyle karşılanması için yetkili kılındı.Mülk değerinin yetersiz kalması durumunda,İAMM üstünü tamamlama vaadinde bulunuyordu.(59) Fakat Ermeni mallarının büyük bir kısmı açık artırmaya hiç çıkarılmadı veya satılmadı.Osmanlı ordusunun,buğday,sabun ve tıbbi malzeme ihtiyacını karşılamak için kullanıldı.(60)
Doğal olarak,Ermeni mallarının düşük değerle aktarımı,yerel Müslüman çevrelere,hükümetin planlarından farklı yollarla çıkar sağlama fırsatları yarattı.Bazı Müslüman şirketler,Ermeni mallarını,açık artırma yönteminden kurtularak ucuza elde etmeyi başardılar.Daha sonra,bu şirketler malları üçüncü kişilere satarak önemli karlar sağladılar.(61) Kayseri'de,aceleyle kurulmuş bir Müslüman şirket Ermenilere ait dükkanları ve içindeki malları toptan 200 Türk lirasına satın aldı.Kısa bir süre sonra bu mallar 10.000 liraya satıldı.(62) Bursa'da,yerel İT teşkilatı ve bazı mensupları,Ermeni ev ve toprak sahiplerini,zorla tapu dairesine götürdüler.Orada mallarını hiçbir zorlama olmadan sattıklarını ve teklif edilen fiyatın yeterli olduğunu ilan etmek zorunda bırakıldılar.Bu ilan üzerine Ermeni mal sahibine,eline içinde para olan bir torba verilirdi.Mal sahibi,paranın toplamını saymak ve tam olduğunu ilan etmek,odadan çıktığı zaman ise parayı torbaya geri koymak ve memurlara geri vermek zorundaydı.(63)
Trabzon'daki Avusturya-Macaristan konsolosu Ernst von Kwiatkowski,müsaderenin yerel memurlarla ilgili kısmını soygun olarak niteledi.Ermenilerin hayatı gibi,Ermeni malları da korumasız bırakılmıştı.Subaylar,memurlar ve polisler yağmanın içindeydiler.Üst düzey bir Osmanlı yetkilisi Kwiatkowski'ye,Ermenilere ait mücevherlerin ve paranın yarısından fazlasının ortadan kaybolduğunu söylemişti.Trabzon'da askerler yüzük ve diğer mücevheratı satarken,sadece 1200 lira,7500 ruble,biraz mücevher ve birkaç halı müsadere edilmişti.Giresun'da yetkililer Ermeni mallarını resmi olarak sadece toplam 102 liraya müsadere etmişlerdi;gerçek değer ise yaklaşık 10.000 lira olarak hesaplanmaktaydı.(64) Edirne'de zengin Ermenilere,toplanmadan ve tehcir edilmeden önce 30 dakika süre verildi.Tehcir edilenler,40 kuruştan daha fazla olmamak üzere para ve bir-iki giysi alabileceklerdi.Daha sonra,yerel görevliler boşaltılan evlerde partiler düzenlediler ve ne istedilerse aldılar.Kalan ve daha az değerli olan eşyalar açık artırmaya çıkarıldı.Orada bulunan Avusturya-Macaristan konsolosu Arthur Ritter von Nadamlenzki,Osmanlı yetkililerinin büyük bir ganimet elde ettikleri sonucuna vardı.(65)
Müslüman şahısların yaptığı ihtikar,Osmanlı hükümetinin karşı karşıya kaldığı tek sorun değildi.İleride kendilerini bekleyen şeyi anlayan Ermeni mülk sahipleri,malları başkalarına aktarmak yoluyla,ne kadarını kurtarabilirlerse kurtarmaya çalıştılar.Bazen,bu işlemin anlaşılmaması için takma isimler kullanıldı.(66) Genellikle,Ermeniler mallarını Osmanlı vatandaşı olmayan diğer Ermenilere aktarıyor gibi görünmekteydi.(67) Bu tür aktarmaları ve satışları önlemek amacıyla,Trabzon'daki yerel yetkililer,böyle faaliyetlerde bulunacak olan Ermenilerin divan-ı harpte yargılanacağını ilan ettiler.(68) Osmanlı yetkililerinin el koymasından kaçınmanın diğer bir yolu,değerli eşyaları Amerikan misyonerlerine ve konsoloslara vermekti.Planları,tehcir edilenlerin mallarının daha sonra gittikleri yerde posta yoluyla almalarıydı.Tehcir edilenin ölmesi durumunda,mallar ülke dışındaki yakınlarına gönderilebilirdi.(69) Kısa bir zaman sonra Osmanlı hükümetinin Ermeni mallarının sahiplerine postalanmasını yasaklaması şaşırtıcı değildi.(70) Bu yasaklama,resmi suç niyetinin açık bir ifadesiydi.Yetkililerin,tehcir edilenlerin mallarının satışlarından elde edilen gelirleri yasal sahiplerine teslim etmek niyetinde olmadıklarını kesin bir şekilde gösteriyordu.Aksi takdirde,Ermeni mallarının postalanmasıyla ilgili yasaklamanın bir anlamı olmazdı.
Yabancı sigorta şirketlerinin poliçeleri bulunan Ermeni varlıkları daha karışık bir soruna yol açtı.Osmanlı yetkilileri,bu varlıklara sahip olmak için yabancı şirketlerin işbirliğine ihtiyaç duydu.Diğer bir deyişle,Osmanlı hükümeti,isteklerini mütemadiyen reddetmekte olduğu yabancı şirketlerden bir tür yardım istedi.11 Ocak 1916'da,Ticaret ve Ziraat Nezareti,Osmanlı İmparatorluğu'nda faaliyette bulunan yabancı sigorta şirketlerine bir genelge yolladı.Şirketlere,varlıklarının,borçlarının,ipoteklerinin ayrıntılı bir listesini vermelerini istedi.Ortaya çıkan çekişme,ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau'yla Talat Paşa'yı karşı karşıya getirdi.Talat Paşa'nın taleplerine büyük bir tepki gösteren diplomat,Talat Paşa'nın isteğini reddetti.(71)
Osmanlı yetkilileri,Adana vilayetinde yerel Rumlara da Ermenilere karşı uygulanan yöntemleri uygulamaya çalıştılar.Merkezi hükümet Rum mülkleriyle ilgili bilgi istemişti.Bu bilgiyi sağlamakta yavaş davranan yerel yetkililer,merkezdeki yetkililer harekete geçemeden önce,zengin Rum tüccarlarının ve sanayicilerinin mülklerini hızlı bir şekilde müsadere etmeye çalıştılar.Bu girişim,Yunan hükümetini harekete geçirdi.Hemen,Osmanlı Devleti'ne müdahalede bulundu ve Tarsus'taki müsadereler durduruldu.Merkezi hükümet yerel yetkililere,müsaderenin sadece siyasi nedenlerle ertelenmek zorunda olduğunu bildirdi.(72) Yerel yetkililere güvenmeyen Dahiliye Nezareti onlara,tasfiye komisyonunun işine karışmamaları gerektiğini hatırlatmayı gerekli gördü.Bu iş kesinlikle idari ve mali görevlilerin işiydi.Muktedir yerel çevreler açıkça nüfuzlarını kullandılar ve müsadereden merkezi hükümetin kabul edemeyeceği yollarla çıkar sağladılar.(73)
Sonuç
Gerek tehcir kanunu gerekse emval-ı metrukeyle ilgili kanun geriye dönük uygulama için çıkarılmıştı.Bu kanunlar,Osmanlı yetkililerinin yaptıkları kanundışı eylemler için bahaneler sağlamaya yönelikti.Bu tür bahane oluşturma,gelecekte Osmanlı'nın müttefiki Almanya'dan ve İtilaf Devletlerinden gelecek talepler düşünülerek gerekli görüldü.İtilaf Devletlerinin ve Almanya'nın protestolarının Osmanlı politikaları üzerinde bir etkisi oldu,fakat Osmanlı Devleti'nin yok etme ve müsadere kampanyasını durduramadılar.Sözkonusu protestolar,bu politikaların kurgusal bir yasallık kazanması sonucunu doğurdu.
Her iki kanun da,Osmanlı yetkilileri tarafından verilen gerçek emirleri yansıtmaz.Bu emirler,etnik haritayı kökten değiştirmeyi amaçlayan kapsamlı bir planı göstermektedir.Daha 30 Mayıs 1915'te,Osmanlı hükümeti,imparatorluğun Ermeni nüfusunu mülksüzleştirmeye ve ganimeti bir demografik programı finanse etmek için kullanmaya yönelik bir kampanyayı resmi olarak başlatmıştı.Bu kararla dönüşü olmayan bir noktaya varılmıştı.Fakat değiştirilecek olan,sadece ülkenin etnik haritası değildi.Osmanlı hükümeti bu fırsatı,Müslüman bir ticaret ve sanayi sınıfı yaratmak için kullanmaya karar verdi.İdeal durumda,hükümetin onayladığı kimseler,tehcir edilen öncellerinin ekonomik rolünü üstlenecekti.
Tüm devlet kurumları bu planın gerçekleştirilmesi için uğraştı.Merkezi hükümetin pek çok nezaretinden vilayetlerdeki yetkililere ve köylerin ileri gelenlerine kadar herkes Ermenilerin özel ve ortak mülklerini aktarmada işbirliği yaptılar.Program başarılı oldu.27 Şubat 1917'de,Avusturya-Macaristan istihbaratı,Halep valisinin Ticaret Nezareti'ne yolladığı yıllık bir raporu ele geçirdi.(74) Vali,merkezi hükümetin emirlerini başarılı bir şekilde yerine getirdiğini ifade ediyordu.1915'te ticaretin %80'i Hristiyanların elindeyken,şimdi %95'inin Müslüman denetimine geçeceğini tahmin etmekteydi.
Osmanlı hükümeti,amaçlarına ulaşmak için kendi kanunlarını görmezden gelmekte tereddüt etmedi.23 Kasım 1916'da İAMM'nin müdürü Şükrü Bey,Diyarbakır'daki yerel yetkililere,tehcir edilmemiş olan Ermenilerin mülklerinin tasfiyesini,benzer durumda olan,yani tehcir edilmemiş olan diğer gayrimüslimlerin ise mülklerini ellerinde tutabileceklerini bildirdi.(75) Diğer bir deyişle,Ermeni mülkleri her ne şekilde olursa olsun tasfiye edilecekti.Açıkça,Dahiliye Nezareti'ne bağlı bir müdürün basit bir emri,Osmanlı kanununun koyduğu sınırlamaların üstesinden gelmeye yeterliydi.Böylece son analizde,Ermeniler bütün şartlar altında kanuni haklarından yoksun bırakılmışlardı.Osmanlı hukuku tam bir kurguya dönüşmüştü.(76)
***
1-İnkarcı yaklaşımın kökenleri şu çalışmalarda incelenmiştir:Hilmar Kaiser,"Dall'impero alla republica:le continuita del negazionismo turco,"Storia,verita,guistizia.I crimini del XX secolo,der.Marcello Flores,(Milano:Bruno Mondadori,2001),s.89-113 ve Idem,"Le genocide armenien:negation 'a l'allemande',"L'actualite du Genocide des Armeniens.Actes du colloque organise par le Comite de Defense de la Cause Armenienne,(Paris:Edipol,1999),s.75-91.
2-Kişisel tecrübelere dayanan mükemmel bir anlatı için bkz. John Minassian,Many Hills Yet to Climb.Memoirs of an Armenian Deportee,(Santa Barbara:Jim Cook Publisher,1986).Hayatta kalanlarla yapılan mülakatlara dayanan bir analiz için bkz. Donald E. Miller ve Lorna Toryan Miller,An Oral History of the Armenian Genocide,(Berkeley:California University Press,1993).
3-Örneğin bkz. Türk devlet arşivleri genel müdürünün ifadesi:"Doğu Anadolu'da Ermeni devleti kurma hayaliyle birtakım fesat dernekleri ve partiler kurarak çeşitli vesilelerle olaylar çıkartıp Türk nüfusu katleden Ermeniler,Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlerin cephede bulunmasından yararlanarak düşmanla işbirliği yapmışlar,devlete ihanet etmişler ve savunmasız Türklere her türlü saldırıyı reva görmüşlerdir.Bunun neticesi olarak da,Osmanlı Devleti'ni tehcir kararı almaya adeta mecbur etmişlerdir.Tehcire tabi tutulan Ermeniler,bilinmelidir ki,devlet aleyhinde faaliyette bulunan Ermenilerdir.Devlete sadakatle bağlı olan Ermeniler ise,hiçbir surette tehcire tabi tutulmamışlardır.
Tehcire tabi tutulan Ermenilerin yollarda her türlü ihtiyaçları,emniyetleri ve iskanları sağlanmış[tır]."İsmet Binark,"Önsöz",Türkiye Cumhuriyeti,Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı,Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920),(Ankara:Başbakanlık Basımevi,1994),s.xxi.Yeni çıkan bir yayında,bir yazar katliamlar yüzünden Ermeni kayıplarını 9-10.000 olarak gösterirken,25-30.000'inin hastalıklardan dolayı öldüğünü yazmaktadır.Bkz. Yusuf Halaçoğlu,Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918),(Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi,2001),s.77.
4-Provokasyon tezinin bir değerlendirmesi için bkz. Robert F. Melson,Revolution and Genocide.On the Origins of the Armenian Genocide and the Holocaust.Leo Kuper'ın önsözü,(Chicago:Chicago University Press,1992),s.49,51,64,154,169-179.
5-İddianın tamamı için bkz. Kaiser,Le genocide armenien.
6-Confiscation des biens des refugies armeniens par le gouvernement turc.Consultation de M.M. Gilbert Gidel,Albert de Lapradelle,Louis Le Fur et Andre Mandelstam,(Paris:Imprimerie Masis,1929).
7-Aris Kalfaian Chomaklou.The History of an Armenian Village,çev.Krikor Asadoruian,der. ve önsöz ve sonsöz ekleyip yayına hazırlayan Michael Ekizian,(New York:NY,Chomaklou Compatriotic Society,1982),s.148-175.
8-Örneğin bkz. Kevork K. Baghdjian,La confiscation,par le gouvernement turc,des biens armeniens dit 'abandonnes.'Yves Ternon'un önsözüyle,(Montreal:1987);Dickran Kouymjian,"La confiscation des biens et la destruction des monuments historiques comme manifestations du processus genocidaire",L'actualite du genocide içinde,s.219-230;Stepan Astourian,"Genocidal Process,Reflections on the Armeno-Turkish Polarization",Richard G. Hovannisian,(der.),The Armenian Genocide.History,Politics,Ethics (New York,NY,St. Martin's Press,1992),s.71-72.
9-Fikret Adanır ve Hilmar Kaiser,"Migration,Deportation and Nation-Building:the Case of the Ottoman Empire",Rene Leboutte (der.),Migrations and Migrants in Historical Perspective.Permanencies and Innovations içinde,(Brüksel:Peter Lang,2000),s.273-292.
10-Report of the International Commission to Inquire into the Causes and Conduct of the Balkan Wars,(Washington,D.C.:Carnegie Endowment for International Peace,1914),s.129-130,437-449.
11-Wangenheim'dan Bethmann Hollweg'e,Tarabya,25 Haziran 1914 A 12811 Auswartiges Amt,Berlin-Politisches Archiv (bundan sonra AA-PA),Türkei 168/11 No.175;Humbert'ten Wangenheim'a İzmir 25 Haziran 1914 J. No.2795 Wangenheim'dan Bethmann Hollweg'e ilişik nüsha,Tarabya,6 Haziran 1914 A 13109 AA-PA Türkei 168/11 No.179;Schönberg'den Mutius'a,Tarabya,9 Temmuz 1914 Mutius'tan Bethmann Hollweg'e ilişik,Tarabya,Temmuz 1914 A 13846 AA-PA Türkei 168/11 No.187.Saldırıların örgütleyicilerinden biri,İT İzmir katib-i mesulü Celal'di [Bayar].Bu iş için cemiyetin katib-i umumisi Midhat Şükrü [Bleda] tarafından seçilmişti.İT umumi merkezinin Celal Bey'i onaylamasından sonra mektup,hemen İstanbul'dan İzmir'e gönderildi.Yıllar sonra Bayar,yapılan eylemlerden ötürü yaklaşık 130.000 Rum'un yer değiştirdiğini söyler.İşinin daha sonra tamamlandığını ve 1923'ten sonra Yunanistan ile Türkiye arasında yapılan nüfus mübadelesiyle uluslararası camia tarafından onaylandığını alaycı bir şekilde ekler.Celal Bayar,Ben de Yazdım,cilt 5 (İstanbul:Baha Matbaası,1967),s.1568-1569;Midhat Şükrü Bleda,İmparatorluğun Çöküşü,(İstanbul:Remzi Kitabevi,1979),s.55.Rum karşıtı kampanyanın başta gelen diğer bir örgütleyicisi,İT'nin kurucu üyelerinden biri ve o zaman Karesi valisi olan Mehmed Reşid Bey'di.Anılarında,görevini,İzmir bölgesinde şiddet kullanımına izin vermeden başarıyla yerine getirmesinden ötürü övünür.Mehmed Reşid Şahingiray,Hayatı ve Hatıraları,yay.haz. Nejdet Bilgi (İzmir:Akademi Kitabevi,1997),s.112-113.Daha sonra Reşid Diyarbakır vilayetinde Ermenilerin imhasını örgütlemekten ötürü kötü bir üne sahip olacaktır ve "kasap" lakabını alacaktır;Waldburg'dan Hertling'e,Pera,5 Ağustos 1918 A 38036 AA-PA RuBland 97a/24a No.223.
12-Isaiah Friedman,Germany,Turkey,and Zionism 1897-1918,(Oxford:Oxford University Press,1977),s.197-199,213,242.Ruppin'den Lichtheim'a,Yafa,28 Mart 1915 Actions-Comite to Members'a ilişik (nüsha),Berlin,30 Nisan 1915,Central Zionist Archives,Kudüs,L 5,52.
13-Sarıkamış Muharebesi'nin bir değerlendirmesi için bkz. W.E.D. Allen ve Paul Muratoff,Caucasian Battlefields.A History of Wars on the Turco-Caucasian Border 1828-1921,(Londra:Cambridge University Press,1953),s.240-292.Sefere katılan birinin tanıklığına dayanan rapor şu kaynakta bulunmaktadır:Wangenheim'dan Bethmann Hollweg'e,Pera,17 Nisan 1915 A 13937 AA-PA Weltkrieg 11d secr./no 241 ilişik 2 no.lu Paul Schwarz raporu,İstanbul,15 Nisan 1915.
14-Soykırımın başlangıç safhası için bkz. Hilmar Kaiser,"Governing Myths Revisited",(yayınlanacak).Farklı bir yorum için bkz. Taner Akçam,"The Decision for a Genocide in the Light of Ottoman-Turkish Documents",Idem,Dialogue Across an International Divide:Essays Towards a Turkish-Armenian Dialogue,(Toronto:Zoryan Institute,2001),s.43-73.
15-Teşkilat-ı Mahsusa için bkz. Arif Cemil,Birinci Dünya Savaşı'nda Teşkilat-ı Mahsusa,(İstanbul:Arba Yayınları,1997).Muş civarındaki katliamlar için bkz. Anahide Ter-Minassian,"Un exemple,Mouch 1915",L'actualite du genocide,s.231-252.Van bölgesi için bkz. Rafael De Nogales,Four Years Beneath the Crescent,(New York,NY:Scribner's Sons,1926),s.59-137.
16-Ara Sarafian,"The Absorption of Armenian Women and Children into Muslim Households As a Structural Component of the Armenian Genocide",Omer Bartov ve Phyllis Mack (der.),In God's Name.Genocide and Religion in the Twentieth Century,(New York-Oxford:Berghahn Books,2001),s.209-221.
17-Erzurum'dan tehcir edilen Ermenilerin yaşadıkları üzerine bir çalışma için bkz. Hilmar Kaiser,"'A Scene from the Inferno.'The Armenians of Erzerum and the Genocide,1915-1916",Der Völkermord an den Armeniern und die Shoah içinde,(der.) Hans-Lukas Kieser ve Dominik Schaller,(Zürich:Chronos,2002),s.129-186.
18-Suriye Çölü'ndeki toplama ve katliam kampları için bkz. Raymond Kevorkian,"Le sort des deportes dans les camps de concentration de Syrie et de Mesopotamie" Revue d'histoire armenienne contemporaine,2 (1998),s.7-61;Idem,"Temoignages sur les camps de concentration de Syrie et Mesopotamie",ibid.,s.62-215;Idem,"Autres temoignages sur les deportations et les camps de concentration de Syrie et Mesopotamie (1915-1916)",ibid.,s.219-244.Ayrıca bkz. Hilmar Kaiser (Luther ve Nancy Eskijian'la birlikte),At the Crossroads of Der Zor.Death,Survival,and Humanitarian Resistance in Aleppo,1915-1917,(Princeton,NJ:Gomidas Institute,2001).
19-Zeytun ve Dörtyol'dan yapılan ilk tehcirler,genel tehcir kararından ve soykırım planının icrasından öncedir.Eberhard von Wolffskeel'den Sofie-Henriette von Wolffskeel'e,Bagtsche,17 Nisan 1915,Eberhard Wolffskeel von Reichenberg,Zeitoun,Mousa Dagh,Ourfa:Letters on the Armenian Genocide,der. ve sunan Hilmar Kaiser,(Princeton,NJ:Gomidas Institute,2000),s.37-41.Adana bölgesi için bir tehcir emri şu kaynakta basılmıştır:Şinasi Orel ve Süreyya Yuca,Ermenilerce Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü,(Ankara:Türk Tarih Kurumu,1983).
20-Osmanlı Belgelerinde Ermeniler,s.92-99.
21-Arthur Beylerian,Les grandes puissances,l'Empire ottoman et les Armeniens dans les archives françaises (1914-1918).Recueil de documents (Paris:1983),s.29 (Publications de la Sorbonne,Serie Documents,34).
22-Morgenthau Sadrazam Said Halim Paşa'nın tepkisini hatırlamaktadır:"İngiliz,Fransız ve Rus hükümetleri adına tatsız bir görevim vardı.Bu devletlerin Osmanlı hükümetini yöneten kişileri Ermeni katliamlarından ötürü bizzat sorumlu tutacağına yönelik bir bildiriyi ona gönderecektim.Tabii ki bu,İtilaf başarısı durumunda bu devletlerin sadrazama,Talat'a,Enver'e,Cemal'e ve yardımcılarına sıradan katil muamelesinde bulunmaları anlamına geliyordu.Mısır hanedanının mensubuyla bir şekilde utanç kaynağı olan bu mesajı tartışmak için odaya geldiğimde,orada,her zaman olduğu gibi gergin bir şekilde tespih çekerek oturuyordu ve pek de iyi bir halet-i ruhiye içinde değildi.Hemen telgraftan bahsetti;yüzü kızgın bir ifade aldı ve tüm Ermeni ırkına karşı uzunca bir tenkide girişti." Henry Morgenthau,Ambassador Morgenthau's Story (Garden City,NY:Doubleday,Page & Comp.,1918),s.359.
23-Bu emirler Yuca ve Orel,Telegrams,s.117-119'da ve Osmanlı Belgelerinde Ermeniler,s.32-34'de yayınlandı.İtilaf deklarasyonu ile Osmanlı muvakkat tehcir kanunu arasındaki bağa ilk defa Bayur işaret etmişti.Yusuf Hikmet Bayur,Türk İnkılabı Tarihi,cilt 3,kısım 3,(Ankara:Türk Tarih Kurumu,1957;3. baskı 1991),s.38-40.
24-Bayur,Türk İnkılabı Tarihi,s.37-38.
25-Metin için bkz. Yuca ve Orel,Telegrams,s.116-117 ve Idem,Ermenilerce,s.104.
26-Karar metni için bkz. Osmanlı Belgelerinde Ermeniler,s.30-32.31 Mayıs'ta karar resmi olarak Dahiliye,Harbiye ve Maliye nezaretlerine iletildi.Azmi Süslü,Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı,(Van:Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü,1990),s.115-117.1918 Osmanlı yenilgisinden sonra ve İstanbul'un İtilaf işgali altında olduğu sırada,Ermeni yazar Haigazn Kazarian İngiliz yetkilileri için çalıştı.Ermeni Soykırımı'yla ilgili resmi Osmanlı belgelerini kopyalayabildi.İleriki yıllarda,belgelerin bir kısmı Batı dillerinde yayımlandı.Kazarian'ın bulduğu belgelerden biri,bir kabine kararının kopyasıydı.Bu belge,onayı için Sadrazam Said Halim Paşa'ya gönderilmişti.Bkz. Haigazn K. Kazarian,"Unpublished Turkish Document No.289 on the Deportations",Armenian Review,34,2 (1981),s.195-198.Fakat belgenin gerçek numarası 289 değil 270'ti.Kazarian'ın nüshası kabinenin kararından farklıdır.İngilizce versiyonunda belge,iki ek giriş paragrafı içermektedir.Bu paragraflarda tehcirin siyasi önemi daha ayrıntılı değerlendirilmektedir.Ayrıca,tehcirin meseleyi kökten çözeceği ve tasfiye edeceği vurgulanmaktadır.Kazarian'ın nüshasını tartışırken Dadrian,Ermeni gazetesi 'Hairenik'te,1964'te basılan Ermeni versiyonuna dayanmaktadır.Tezkerenin,'kökten çözüm' kelimeleriyle soykırım kararını açıklayan 'çok gizli' bir belge olduğu sonucuna ulaşmaktadır.Vahakn N. Dadrian,Warrant for Genocide.Key Elements of Turko-Armenian Conflict,(New Brunswick,NJ-Londra:Transaction Publishers,1999),s.123-124,130.
27-Adanır ve Kaiser,Migration.Ayrıca bkz. Fuat Dündar,İttihat ve Terakki'nin Müslümanları İskan Politikası (1913-1918),(İstanbul:İletişim Yayınları,2001).Dündar,iskan programıyla ilgili bolca malzeme sunmaktadır,ancak programın Ermeni Soykırımı'yla bağlantısını önemsememektedir.
28-Metin için bkz. Süslü,Ermeniler,s.113-115.Metnin faksimile bir kopyası ve Fransızca tercümesi için bkz. Documents sur les Armeniens-ottomans,Presidence du conseil,Direction generale de la presse et de l'information,t.y.,belge No.1916 (112),s.90-93.Bu yayın,Askeri Tarih Belgeleri Dergisi'nin 83. sayısında (1983) yer alan metnin Fransızca tercümesidir.İAMM ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Ahmet Halaçoğlu,Balkan Harbi Sırasında Rumeli'den Türk Göçleri (1912-1913),(Ankara:Türk Tarih Kurumu,1994),s.108-121;Nedim İpek,"Birinci Dünya Savaşı Esnasında Karadeniz ve Doğu Anadolu'da Cereyan Eden Göçler",19 Mayıs ve Milli Mücadelede Samsun Sempozyumu.Bildiriler.16-20 Mayıs 1994 (Samsun:Ondokuz Mayıs Üniversitesi,t.y.),s.70-81;ayrıca bkz. H. Yıldırım Ağanoğlu,Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Balkanlar'ın Makus Talihi:Göç (İstanbul:Kum Saati,2001).
29-Ayrıntılar için bkz. Kaiser,A Scene from the Inferno,s.152-156.
30-Nezaretten Erzurum vilayetine,9 Haziran 1915,İAMM 200 Başbakanlık Osmanlı Arşivi,Dahiliye Nezareti Evrakı,Dahiliye Şifre Kalemi (bundan sonra DH.ŞFR) 53/303;Yuca ve Orel,Telegrams,s.119;Idem,Ermenilerce,s.250.Ayrıca bkz. Kaiser,A Scene from the Inferno.
31-Metnin bir kopyası İngilizce tercümesiyle birlikte Documents,Başbakanlık,Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü,t.y.,s.74-80'de bulunmaktadır.Bu metin,Askeri Tarih Belgeleri Dergisi'nin 81. sayısında (1982) yer alan belgenin İngilizce tercümesidir.
32-Osmanlı hukukunda ağaçlar özel mülkiyetti.Ağaçların ekilmiş olduğu toprak üzerinde de hak iddiası anlamına gelmekteydi.Colin Imber,"The Status of Orchards and Fruit Trees in Ottoman Law",Tarih Enstitüsü Dergisi,12 (1981-1982),s.763-774.Ayrıca bkz. Stanley Fisher,Ottoman Land Laws.Containing the Ottoman Land Code and Other Legislation Affecting Land With Notes and an Appendix of Cyprus Laws and Rules Relating to Land,(Londra:Oxford UP,1919).
33-Weber,İstanbul,9 Ağustos 1915,J. No.Zu 6062 AA-PA Konstantinopel 96.
34-Hohenlohe'den Bethmann Hollweg'e,İstanbul,16 Eylül 1915,J. No.6358 AA-PA Konstantinopel 96.
35-Ermeni mülkleri meselesiyle ilgili Alman politikaları şu kaynakta daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır:Hilmar Kaiser,"Die deutsche Diplomatie und der armenische Völkermord",Osmanismus,Nationalismus und der Kaukasus:Muslime und Christen,Türken und Armenier im 19. und 20. Jahrhundert içinde,(der.) Fikret Adanır ve Bernd Bonwetsch (yayınlanacak).
36-Kanun için bkz. Daehnhardt'tan Bethmann Hollweg'e,İstanbul,2 Ekim 1915 J. No. 2280 AA-PA Konstantinopel 99 copy.
37-Konstantin Freiherr von Neurath'tan Bethmann Hollweg'e,Pera,5 Ekim 1915,J. No. 8102 AA-PA Konstantinopel 99.
38-Avusturya-Macaristan Ticaret Odası'ndan Avusturya-Macaristan Elçiliği'ne,n. p.,8 Ekim 1915 ilişik kopya Neurath'tan Bethmann Hollweg'e,Pera,28 Şubat 1916 J. No. 2280 AA-PA Konstantinopel 99.
39-Konsolosluktan Kurt Ziemke'ye,İstanbul,13 Kasım 1915 AA-PA,General Konsulat Konstantinopel (bundan sonra GK-K),Regelung der Vermögensverhaltnisse verschickter Personen.
40-Josef Martens'ten Bethmann Hollweg'e,İstanbul,10 Aralık 1915 J. N. 11331 AA-PA,GK-K,Regelung der Vermögensverhaltnisse verschickter Personen No. 461 kopya.
41-Vilayet merkezlerinde ve kasabalarda 33 komisyon kuruldu:Adana (Adana ve Mersin için);Cebel-i Bereket;Kozan;Mudanya (Mudanya,Karacabey ve Kermasti (Mustafakemalpaşa için);Gemlik (Gemlik ve Orhan Gazi için);Bilecik (Ertuğrul kazası ve ona bağlı yerler için);Yozgat (Yozgat,Kırşehir ve Boğazlıyan için);Ankara (Ankara,Keskin ve Çorum için);Samsun (Samsun,Bafra,Çarşamba,Trene (Terme için);Ordu (Ünye,Fatsa ve Tirebolu için);Trabzon (Sivas,Amasya,Hacıköy ve Gümüşhane için);Merzifon (Merzifon ve Havza için);Tokat;İzmit (İzmit,Yalova ve Karamürsel için);Adapazarı (Adapazarı,Kandıra ve Geyve için);Eskişehir;Sivrihisar (Sivrihisar ve Mihalıççık için);Kayseri;Develi;Halep;Maraş;Antakya;Konya;Erzurum;Bitlis;Mamuret-ul Aziz;Diyarbakır;Niğde;Afyon.Daha sonra Rodosçuk (Edirne vilayeti için),İstanbul ve Urfa ilave edildi.Martens'ten Bethmann Hollweg'e,İstanbul,18 Aralık 1915 J. No. 11331 AA-PA Konstantinopel 98 No. 401;Weber,İstanbul,25 Mart 1916 AA-PA,GK-K,Regelung der Vermögensverhaltnisse verschickter Personen.
42-Nazırdan Adana,Erzurum,Ankara,Bitlis,Halep,Diyarbakır,Bursa,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Konya vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Urfa,Canik,Karesi,Kayseri,Afyon,Niğde,Maraş kazalarına,Adana,Halep,Sivas,Mamuret-ul Aziz,Diyarbakır,Canik,İzmit,Karesi tasfiye komisyonlarına,24 Ağustos 1915,İAMM,İstatistik Şubesi,DH.ŞFR 55/184.
43-Safvet'ten Ordu Tasfiye Komisyonu'na,7 Şubat 1916,İAMM 89 DH.ŞFR 60/277.
44-Talat Paşa'dan Edirne,Adana,Ankara,Erzurum,Bitlis,Halep,Bursa,Diyarbakır,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Konya vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Niğde,Afyon,Urfa,Maraş,Karesi,Canik kazalarına ve tasfiye komisyonlarına,16 Mayıs 1916,İAMM,İskan Şubesi,209 DH.ŞFR 64/39.
45-Talat Paşa'dan Erzurum,Adana,Ankara,Aydın,Bitlis,Halep,Bursa,Diyarbakır,Suriye,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Musul,Van vilayetlerine,Urfa,İzmit,Canik,Zor,Karesi,Kayseri,Afyon,Maraş,Eskişehir,Niğde kazalarına,Adana,Halep,Maraş,Diyarbakır,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Erzurum,İzmit tasfiye komisyonlarına,11 Ağustos 1915,İAMM,DH.ŞFR 54-a/388.Bursa'daki Avusturya-Macaristan temsilcisi yerel Ermeni nüfusun tehciriyle ilgili 16 Ağustos 1915'te bilgi verdi.Borçluların ortadan kaybolmasından ötürü yabancı şirketlerin zarar göreceği beklentisi içindeydi.Fakir Ermeniler ev eşyalarını satmaya çalışırken,zengin sınıflar evlerini dayalı-döşeli kiralamak istiyorlardı.Ev eşyaları için yerel Müslüman nüfusun ödediği fiyatlar çok düşüktü.Ermeni depolarında müsadere edilen ve komisyonlar tarafından satılan veya açık artırmaya çıkarılan mallar değerinin %25'ini ancak getirdi;[Ludwig Trano'dan] Elçiliğe,Bursa,16 Ağustos 1915 No. 441/P kopya,[Pallavicini'den Burian'a] ilişik,Jeniköj,24 Ağustos 1915 No. 69/P Haus-,Hof- und Staatsarchiv,Viyana (bundan sonra HHStA),PA XII 209;Trano'dan Elçiliğe,Bursa,19 Ağustos 1915 No. 453/P kopya,Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,27 Ağustos 1915 No. 70/P.B HHStA PA XII 209.Bu çalışmada kullanılan Avusturya-Macaristan belgeleri Artem Ohandjanian tarafından derlenmiş ve yayınlanmıştır:The Armenian Genocide.Documentation,cilt 2,(Münih:Institut für armenische Fragen,1988).Mersin'deki Amerikan konsolosu durumu şöyle özetlemektedir:"Tehcir edilme beklentisine giren Ermeniler bütün gayrimenkullerini yok fiyatına satıyorlar".Nathan'dan Morgenthau'ya Mersin,7 Ağustos 1915 No. 467 kopya Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na,ilişik,İstanbul,15 Ağustos 1915,United States-National Archives,Record Group 59 (bundan sonra US-NA,RG 59),867.4016/124.Bu çalışmada kullanılan Amerika Ulusal Arşivleri ve Kongre Kütüphanesi belgeleri şurada yayınlanmıştır:Ara Sarafian (der.),United States Official Documents on the Armenian Genocide,cilt 1-3,(Watertown:MA,1993-1995) (Archival Collections on the Armenian Genocide).
46-Ali Münif Bey'den Sivas vilayetine,20 Temmuz 1915,İAMM 66 DH.ŞFR 54-a/
47-Ali Münif Bey için bkz. Kaiser,Dall'impero alla republicca,s.98-103.
48-Ali Münif Bey'den Adana,Halep,Erzurum,Bitlis,Van,Diyarbakır vilayetlerine,Maraş kazasına,14 Haziran 1915,İAMM DH.ŞFR 54/15.
49-Ali Münif Bey'den Adana,Halep,Maraş komisyonlarına,Adana,Erzurum,Bitlis,Diyarbakır,Halep,Bursa vilayetlerine,Maraş,Kayseri,Karesi kazalarına,22 Haziran 1915,İAMM 316 DH.ŞFR 54/101.
50-Ali Münif Bey'den Adana,Erzurum,Bitlis ve Van vilayetlerine,24 Haziran 1915,Bab-ı Ali,İAMM BOA,DH.ŞFR 54/137.Adana'daki yetkililer istenen bilgiyi göndermek için pek acele davranmamış görünmektedir.Bu,Ali Münif Bey'in 10 Temmuz 1915'te onlara konuyu hatırlatmasından anlaşılmaktadır.Ali Münif Bey'den Adana vilayetine 10 Temmuz 1915,İAMM 37 DH.ŞFR 54/374.
51-Talat Paşa'dan Erzurum,Aydın,Bitlis,Beyrut,Suriye,Konya,Musul,Van vilayetlerine,Mersin,Bolu,Teke,Cebel-i Lübnan,Zor,Çanakkale,Afyon,Kütahya,Menteşe,Maraş sancaklarına,19 Haziran 1916,İAMM,İstatistik Şubesi Gen. 6773 Spec. 296 DH.ŞFR 65/36;Talat Paşa'dan Niğde sancağına,12 Temmuz 1916,AMMU İskan Şubesi DH.ŞFR 65/192;Kalfaian,Chomaklou,s.169.Peter'dan Morgenthau'ya,Samsun,10 Temmuz 1915 Çeviri,Library of Congress,Morgenthau Papers,Reel 7/619.Nathan'dan Morgenthau'ya,Mersin,30 Ekim 1915,No. 501 kopya Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,16 Kasım 1915,No. 634 US-NA,RG 59,867.4016/238;savaşın başlangıcından beri Harput'ta Amerikan Konsolosluğu'nda çalışan Amerikan Konsolosu Leslie A. Davis'in raporu,Port Jefferson,NY,9 Şubat 1918,US-NA,RG 59,867.00/803;Zeytun,Nisan 1915'te ilk Ermeni topluluklarının ilk tehcir edildikleri yerlerden biriydi.Kasabaya hemen Makedonya'dan gelen Müslümanlar iskan edildi.Jackson'dan Morgenthau'ya,Halep,12 Mayıs 1915,No. 267 kopya Jackson'dan Lansing'e ilişik,Halep,12 Mayıs 1915 US-NA,RG 59,867.4016/72.
52-Nezaretten Konya,Bursa,Ankara,Sivas vilayetlerine,Kayseri kazasına,27 Aralık 1915,EUM DH.ŞFR 59/107;Nezaretten Cemal Paşa'ya,16 Nisan 1916,İAMM İskan Şubesi 17 DH.ŞFR 63/11.Müsadere edilen Ermeni evlerinin hepsi İAMM'nin kullanımına ayrılmamıştı.Bursa'da İT mensupları Ermeni evlerini kendi adlarına kaydettiler.Tapu memurları,Ermenilerle,mülkleri kendileri üzerine veya İT adına hiçbir ödeme yapmaksızın alan İttihatçılar arasında sözlü yapılan sözleşmeleri kabul etti.Trano'dan Elçiliğe,Bursa,19 Ağustos 1915,No. 453/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,27 Ağustos 1915,No. 70/P.B HHStA PA XII 209;[Trano]'dan Elçiliğe,Bursa,23 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 464/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,31 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 71/P.B.
53-Nezaretten Edirne,Erzurum,Adana,Ankara,Aydın,Bitlis,Basra,Bağdat,Beyrut,Hicaz,Halep,Bursa,Diyarbakır,Suriye,Sivas,Tr
54-Talat Paşa'dan Bursa,Aydın,Adana,Edirne vilayetlerine,Menteşe,Antalya,Mersin,Karesi ve İzmit sancaklarına,2 Temmuz 1916,İAMM,İstatistik Şubesi 56 DH.ŞFR 65/140.
55-Ali Münif Bey'den Adana,Halep,Erzurum,Bitlis,Diyarbakır,Mamuret-ul Aziz,Sivas,Bursa,Trabzon vilayetlerine,Maraş,Kayseri,Canik,İzmit,Karesi ve Urfa kazalarına,Adana ve Halep Emval-i Metruke komisyonlarına,13 Temmuz 1915,EUM Gen. 384 DH.ŞFR 54/442.
56-Talat Paşa'dan Adana,Ankara,Konya,Sivas,Bursa vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Kayseri,Niğde,Ertuğrul,Afyon sancaklarına,3 Eylül 1916,AMMU Spec. 445 DH.ŞFR 67/178.
57-Adanır ve Kaiser,"Migration,Deportation".Ayrıca bkz. Dündar,İskan Politikası.
58-Nezaretten Adana,Erzurum,Ankara,Bitlis,Canik,Halep,Bursa,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Konya vilayetlerine,Urfa,Eskişehir,İzmit,Karesi,Çanakkale,Maraş,Niğde,Afyon kazalarına,Bursa,Adana,Halep,Sivas,Canik,Diyarbakır,Erzurum,Mamuret-ul Aziz,Karesi komisyonlarına,29 Ağustos 1915,İAMM 502 DH.ŞFR 55/330.
59-Nazırdan Sivas vilayetine,2 Ekim 1915,İAMM 705 DH.ŞFR 56/254.
60-Ali Münif Bey'den Adana,Ankara vilayetlerine,İzmit,Eskişehir,Karesi,Afyon sancaklarına,13 Ağustos 1915,İAMM İstatistik Şubesi 454 DH.ŞFR 54-a/390;Hamid Bey'den vilayetlere 25 Ağustos 1915,İAMM İstatistik Şubesi DH.ŞFR 55/210;Mutasarrıftan komisyon başkanına,25 Ağustos 1915,Kalfaian,Chomaklou,s.151.Daha geniş bir ihtiyaç maddesi listesi,Ibid.s.155'te yayınlanmıştır;Burhaneddin'den valiye,13 Eylül 1915,Kalfaian,Chomaklou,içinde,s.161;Ali Hamdi,23 Eylül 1915,Kalfaian,Chomaklou,içinde,s.171.
61-Talat Paşa'dan tasfiye komisyonlarına,16 Şubat 1916,İAMM Gen. 955 DH.ŞFR 61/31.
62-Talat Paşa'dan Kayseri kazasına,9 Şubat 1916,İAMM DH.ŞFR 60/275.Benzer olaylar Kayseri bölgesi için daha Ağustos 1915'te kaydedilmişti;Kalfaian,Chomaklou,s.157.Kayseri'deki muhtekirin listesi için bkz. Ahmet Rıfat Çalıka,Kurtuluş Savaşında Adalet Bakanı Ahmet Rıfat Çalıka'nın Anıları,(yay.haz.),Hurşit Çalıka,(İstanbul,1992),s.35.
63-[Trano]'dan Elçiliğe,Bursa,23 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 464/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,Jeniköj,31 Ağustos 1915,HHStA PA XII 209 No. 71/P.B.
64-Kwiatkowski'den Burian'a,Trabzon,4 Eylül 1915,HHStA PA XXXVIII 368 Z.54/P.
65-Nadamlenzki'den Pallavicini'ye,Edirne,29 Ekim 1915,Z.95/P kopya,Nadamlenzki'den Pallavicini'ye,Edirne,2 Kasım 1915,HHStA PA XII 463 Z.97/P kopya Pallavicini'den Burian'a ilişik,İstanbul,7 Kasım 1915,No. 93/P.B. HHStA XII 463.İzmit'te Ermeni evlerinin yağmalanması için bkz. "Bericht eines Missionars",İzmit,1 Eylül 1915,Diözesanarchiv Wien,Maria Empfangnis Verein II,fasc.8.
66-Hamid'den Adana vilayetine,8 Eylül 1915,İAMM İstatistik Şubesi DH.ŞFR 55-a/171;Mutasarrıftan komisyon başkanına,18 Ağustos 1915,Kalfaian,Chomaklou içinde,s.159.
67-Nezaretten Erzurum,Adana,Ankara,Bitlis,Halep,Bursa,Diyarbakır,Suriye,Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz,Van,Konya vilayetlerine,Urfa,İzmit,Canik,Karesi,Kayseri,Afyon,Maraş,Eskişehir kazalarına,Halep,Adana,Sivas,Trabzon komisyonlarına,28 Ağustos 1915,İAMM 499 DH.ŞFR 55/280.
68-Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na,İstanbul,26 Temmuz 1915,US-NA,RG 59,867.4016/105.Buna rağmen Ermeni topluluğu mallarının bir kısmını emniyet altına almaya çalıştı.Heizer'dan Morgenthau'ya,Trabzon,7 Temmuz 1915,kopya Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,20 Temmuz 1915,US-NA,RG 59,867.4016/103.
69-Davis'ten Morgenthau'ya,Mamuret-ul Aziz,30 Haziran 1915,No. 62 Hoffman Philip'ten Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,17 Şubat 1916,No. 970 US-NA,RG 59,867.4016/269;Heizer'dan Morgenthau'ya,Trabzon,25 Eylül 1915 kopya,Kongre Kütüphanesi,Morgenthau Papers,Reel 7/718;Peter'dan Morgenthau'ya,Samsun,4 Aralık 1915,No. 355 Morgenthau'dan Dışişleri Bakanı'na ilişik,İstanbul,4 Ocak 1916,No. 805 US-NA,RG 59,867.4016/259;Bertha B. Morley,Marsovan 1915:The Diaries of Bertha Morley,(der.) Hilmar Kaiser,(Ann Arbor,MI:Gomidas Institute,1999),s.11,32.
70-Nezaretten Sivas,Trabzon,Mamuret-ul Aziz vilayetlerine,Canik kazasına,27 Haziran 1915,İAMM Dh.ŞFR 54/202;Yüce ve Orel,Telegrams,s.119;Idem,Ermenilerce,s.252.
71-Federal Sigorta Şirketi'nden Asfazadour'a,Zürih,10 Mart 1916,Beylerian,Les grandes puissances içinde,s.175-176.New York Hayat Sigortası Şirketi'nin yazışmalarının bir kısmı şurada yeniden basıldı:Shavarsh Toriguian,The Armenian Question and International Law,2. baskı,(La Verne,CA:La Verne UP,1988),s.136-145.Amerika Büyükelçisi Morgenthau anılarında olayı şöyle anlatmaktadır:"Bir gün Talat Paşa,belki de hayatımda duyduğum en hayret verici ricada bulundu. ...Talat Paşa'nın söylediği şuydu:'Amerikan hayat sigortası şirketlerinden Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini bize göndermelerini istemenizi diliyorum.Şu an hepsi fiilen ölmüş durumdalar ve parayı almak için mirasçı bırakmadılar.Tabii ki,bunların hepsi yasal olarak devlete geçmeli.Şimdi bunların sahibi devlettir.Yapacak mısınız?' Bu çok,çok fazlaydı ve sükunetimi kaybettim.'Benden öyle bir liste alamayacaksınız' dedim ve onu bırakıp gittim".Morgenthau,Ambassador Morgenthau's Story,s.339.Varolan kanıtlardan habersiz olan Heath Lowry,meseleyi Morgenthau'nun icadı olarak sunmaya çalışmaktadır.Heath W. Lowry,The Story Behind Ambassador Morgenthau's Story,(İstanbul:Isis Press,1990),s.41-47.Lowry'nin hikayesinin ardındaki hikaye için bkz. Roger W. Smith,Eric Markusen ve Robert Jay Lifton,"Professional Ethics and the Denial of the Armenian Genocide",Holocaust and Genocide Studies,9(1995),s.1-22.
72-Nazırdan Adana vilayetine,1 Temmuz 1915,İAMM 36 DH.ŞFR 54/264.Ayrıca bkz. Ali Münif Bey'den Adana vilayetine,29 Temmuz 1915,İUDM Dh.ŞFR 54-a/165.22 Aralık 1915'te,Emniyet-i Umumi Müdüriyeti Adana'daki yerel yetkililerle birlikte orada ne kadar Rum'un yaşadığını,ne kadar imalathane,dükkan ve okulları olduğunu araştırdı.Ayrıca,siyasi görüşlerini,ekonomik durumlarını ve liderlerinin kim olduğunu sordu.Rumlara karşı alınan önlemlerin ertelenmiş olmasıyla ilgili duyurunun sadece bir özür olmadığı açıktı.Safvet'ten Adana vilayetine,22 Aralık 1915,EUM Spec. 125 Dh.ŞFR 59/62.
73-Ali Münif Bey'den Adana Komisyonu'na,22 Haziran 1915,İAMM 2 DH.ŞFR 54/105.
74-İstihbarat Raporu,İstanbul,27 Şubat 1917,No. 47 HHStA PA XL 275.
75-Şükrü'den Diyarbakır vilayetine,23 Kasım 1916,AMMU,İskan Şubesi Gen. 1089 DH.ŞFR 70/79.
76-Christian Gerlach'ın önemli çalışması çok geç çıktığından,bu makalede yararlanamadım.Christian Gerlach,"Nationsbildung im Krieg:Wirtschaftliche Faktoren bei der Vernichtung der Armenier und beim Mord an den ungarischen Juden",Der Völkermord an den Armeniern und die Shoah içinde,s.347-422.
-------------------------------------------------------------------------------------
*İmparatorluktan Cumhuriyete:Türkiye'de Etnik Çatışma,(der.) Erik Jan Zürcher,İstanbul,İletişim Yayınları,2005,s. 123-156.
Büyük Şef Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Mal Varlığı
Şevket Süreyya “Tek Adam” isimli kitap serisinde 1919 yılında Mustafa Kemal ve Ömer Naci’nin bir anısını anlatır. Mustafa Kemal ve Ömer Naci ceplerinde “on para” ile, yani oldukça düşük bir meblağ ile dolaşırlar. Aşağı yukarı bütün meyhanelere borçları olduğu için artık kimseden veresiye de isteyememektedirler. Peki ne yaparlar? Atatürk şöyle anlatır; “Anladık ki başka çare yok; on paralık kestane alıp yemeye başladık.”
Sivas ve Erzurum Kongresi dönemlerinde Atatürk’ün ödünç bir kıyafetle bu kongrelere katıldığını büyük bir övünçle anlatırlar.
Ama..
Atatürk aynı zamanda döneminin en büyük zenginlerinden biridir! Peki, bu nasıl olabilmiştir? Acaba Allah “yürü ya kulum!” mu demiştir dersiniz? İlginçtir, çok baktım ama Atatürk’ün bu ani mal artışıyla ilgili hiçbir şey bulamadım.
Atatürk’e ait arazilerin toplum büyüklüğü 154 bin 729 dönümdü. Kendisine ait çok büyük çiftlikler ve tesisler vardı. Yaşadığı dönemin en büyük gayrimenkul zenginiydi.
Üstelik Atatürk’ün fabrikaları da vardı! Yani bir fabrikatördü. Bir çelik fabrikasının yüzde kırk hissesine sahipti. Aynı zamanda kendi ait süt, bira, şarap ve deri fabrikaları da vardı.
Peki maaşı ne kadardı? 40 lira! Yani o dönemin kuruyla düşünürsek 28 dolar. Sonralarda ise bu meblağ 150 liraya kadar çıkartılıyor. Atatürk vefat ettiğinde İş Bankası’nda açtırdığı hesabında 19 bin 566 lira birikiyor.
Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı nakit miras tam 1 milyon 664 bin liraydı. Atatürk; kendi akrabalarından servetine mirasçı çıkmaması için öldüğü yılın mayıs ayında vasiyet işlemini bitirmişti. Vasiyetinde Makbule, Afet, Sabiha Gökçen, Ülkü hanımlara 200 lira maaş bıraktığını açıkladı. ( Atatürk’ün manevi kızı olan ve hala hayatta olan Ülkü Hanım bugün 5 bin lira almaktadır.)
İşte döneminin en zengin adamlarından biri olarak gösterilen Atatürk’ün mal varlığı;
1)582 dönüm çeşitli meyve bahçeleri
2)Çeşitlerde 650 bin fidan.
3) 400 dönüm amerikan Asma Fidanlığı.Burada 560 bin kök bağ çubuğu
4) 220 dönüm bağ.Burada 88 bin adet bağ çubuğu vardır.
5) 370 dönüm çeşitli sebze yetiştirmeye elverişli bahçe.
6) 220 dönüm 6 bin 600 ağaçlı zeytinlik
7) 27 dönüm 1.654(bin altıyüz elli dört) ağaçlı portakallık.
8)15 dönüm kuşkonmazlık
9) 100 dönüm Park ve Bahçe
10) 2 bin 650 dönüm Çayır ve yoncalık
11) 1.450(bin dörtyüz elli) dönüm yeni tesis edilmiş Orman.
12) 148 bin dönüm ziraata elverişli arazi ve Meralar.
13) 45 adet büyük ve küçük idare binası ve ikametgah,bütün mefruşat ve demirbaşları ile beraber.
14) 7 adet 15 bin baş koyunluk ağıl
15) 6 adet Aydos ve Toros yaylalarında tesis edilen mandıralar.
16) 8 adet At ve Sığırlara mahsus ahır.
17) 7 adet umumi Ambar
18) 4 adet Hangar ve Sundurma
19) 4 adet Lokanta,Gazino, ve eğlence yerleri,Lunapark.
20) 2 adet çeşitli imalat yapan fırın.
21) 2 adet, çiçek ve süsleme nebatı yetiştirmeğe mahsus yer.
( Toplam Bina 51 adet)
22) BİRA FABRİKASI :
( Yılda 7 bin hektolitre üretme kapasitesine sahip.)
23) MALT FABRİKASI :
24) BUZ FABRİKASI; ( Günde dört bin ton buz üretme kapasitesine sahip)
25) SODA ve GAZOZ FABRİKASI :
Günde 3 bin şişe soda ve gazoz üretebilecek kapasitede.
26) DERİ FABRİKASI :
27) ZİRAAT ALETLERİ ve DEMİR FABRİKASI :
28) SÜT FABRİKALARI ;
Biri Ankara diğeri ise Yalova’da olan bu iki fabrika günde 30 bin litre süt ve bir ton tereyağ üretme kapasitesindeydi.
29) İKİ YOĞURT İMALATHANESİ;
30) ŞARAP İMALATHANESİ:
Yılda 80 bin litre şarap üretme kapasitesine sahip.
31) DEĞİRMEN
32) İstanbul’daki bir çelik fabrikasının yüzde kırk hissesi.
34) Biri Ankara’da,diğeri Yalova’da kurulu iki tavuk çiftliği
35) Yalova’da ki Çiftliklerde İKİ HUSUSİ İSKELE ve LİMAN TESİSATI
36) ÜÇÜ ANKARA’da ve İKİSİ İstanbul’da ‚‘BEŞ SATIŞ MAĞAZASI‘ nın bütün tesisat ve demirbaşları.
37) ORMAN ÇİFTLİĞİNDE;
Hususi sulama tesisatı,kanalizasyon,Telefon tesisatı,elektrik tesisatı, KÜÇÜK BETON KÖPRÜLER,Hususi yollar,içme su tevziatı şebekesi.
38) YALOVA ÇİFTLİĞİNDE ;
Hususi Su tesisatı,telefon tesisatı,elektrik tesisatı,küçük beton KÖPRÜLER ve yollar.
39) SİLİFKE TEKİR ÇİFLİĞİNDE ; hususi sulama tesisatı,beton köprüler.
40)Orman Çiftliğinde kurulu ÇİFTLİK MÜZESİ ve ufak mikyasta HAYVANAT BAHÇESİ tesisatı.Bunların işletme levazımı ve bütün demirbaşları.
41) 13 BİN BAŞ KOYUN.Kıvırcık, Merinos,Karagül,Karaman ırklarıyla bunların melezleri.
42) 443 BAŞ SIĞIR,Simental,Hollanda,Kırım,Jersey,Görensey,Hale p yerli ırklarıyla bunların melezleri,yeni üretilen Orman ve Tekir cinsleri.
43) 69 BAŞ İngiliz,Arap,Macar, yerli ve bunların melezleri KOŞUM ve BİNEK ATLARI
44) 2 bin 450 BAŞ Tavuk,Legorn,Rodayland ve yerli ırklar.
UMUMİ ‘CANSIZ‘ DEMİRBAŞLAR
45) 16 adet TRAKTÖR, 13 adet HARMAN ve BİÇER DÖVER MAKİNESİ ve bilcümle ziraat işlerini görmekte bulunan Ziraat işlerini görmekte bulunan ziraat alet ve edavatının Tamamı.
46) 35 Tonluk bir adet DENİZ MOTORU.Yalova çiftliğinde.
47) 5 adet,Çiftliklerin nakliye işlerinde çalıştırılan KAMYON ve KAMYONET.
48) 2 adet Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan BİNEK OTOMOBİLİ.
49) 19 adet,Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan,binek ve YÜK ARABASI.
( Kaynakça; İsmail Cem / Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihi )
Nepal Komünist Partisi’nin lider ve üyelerine “araba almayı” bile yasakladığını düşünürsek ısrarla birileri tarafından “sosyalist” olduğu söylenen Atatürk’ün bu mal varlığı çelişki değil midir? Bu mal varlığının kaynağı konusunda ise bir şey söylemek yanlış olur, belki gerçekten de “alın teriyle” kazanılmıştır; ya da değil. Elde belge yokken konuşmak doğru değil.
Bu mal varlığının ve mal varlığının nakte çevrilmişinin bugün yasal varisi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Üstelik CHP’ye Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hissesi de devredilmiştir.
Ne diyelim; “Allah bereket versin!”.
Sivas ve Erzurum Kongresi dönemlerinde Atatürk’ün ödünç bir kıyafetle bu kongrelere katıldığını büyük bir övünçle anlatırlar.
Ama..
Atatürk aynı zamanda döneminin en büyük zenginlerinden biridir! Peki, bu nasıl olabilmiştir? Acaba Allah “yürü ya kulum!” mu demiştir dersiniz? İlginçtir, çok baktım ama Atatürk’ün bu ani mal artışıyla ilgili hiçbir şey bulamadım.
Atatürk’e ait arazilerin toplum büyüklüğü 154 bin 729 dönümdü. Kendisine ait çok büyük çiftlikler ve tesisler vardı. Yaşadığı dönemin en büyük gayrimenkul zenginiydi.
Üstelik Atatürk’ün fabrikaları da vardı! Yani bir fabrikatördü. Bir çelik fabrikasının yüzde kırk hissesine sahipti. Aynı zamanda kendi ait süt, bira, şarap ve deri fabrikaları da vardı.
Peki maaşı ne kadardı? 40 lira! Yani o dönemin kuruyla düşünürsek 28 dolar. Sonralarda ise bu meblağ 150 liraya kadar çıkartılıyor. Atatürk vefat ettiğinde İş Bankası’nda açtırdığı hesabında 19 bin 566 lira birikiyor.
Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı nakit miras tam 1 milyon 664 bin liraydı. Atatürk; kendi akrabalarından servetine mirasçı çıkmaması için öldüğü yılın mayıs ayında vasiyet işlemini bitirmişti. Vasiyetinde Makbule, Afet, Sabiha Gökçen, Ülkü hanımlara 200 lira maaş bıraktığını açıkladı. ( Atatürk’ün manevi kızı olan ve hala hayatta olan Ülkü Hanım bugün 5 bin lira almaktadır.)
İşte döneminin en zengin adamlarından biri olarak gösterilen Atatürk’ün mal varlığı;
1)582 dönüm çeşitli meyve bahçeleri
2)Çeşitlerde 650 bin fidan.
3) 400 dönüm amerikan Asma Fidanlığı.Burada 560 bin kök bağ çubuğu
4) 220 dönüm bağ.Burada 88 bin adet bağ çubuğu vardır.
5) 370 dönüm çeşitli sebze yetiştirmeye elverişli bahçe.
6) 220 dönüm 6 bin 600 ağaçlı zeytinlik
7) 27 dönüm 1.654(bin altıyüz elli dört) ağaçlı portakallık.
8)15 dönüm kuşkonmazlık
9) 100 dönüm Park ve Bahçe
10) 2 bin 650 dönüm Çayır ve yoncalık
11) 1.450(bin dörtyüz elli) dönüm yeni tesis edilmiş Orman.
12) 148 bin dönüm ziraata elverişli arazi ve Meralar.
13) 45 adet büyük ve küçük idare binası ve ikametgah,bütün mefruşat ve demirbaşları ile beraber.
14) 7 adet 15 bin baş koyunluk ağıl
15) 6 adet Aydos ve Toros yaylalarında tesis edilen mandıralar.
16) 8 adet At ve Sığırlara mahsus ahır.
17) 7 adet umumi Ambar
18) 4 adet Hangar ve Sundurma
19) 4 adet Lokanta,Gazino, ve eğlence yerleri,Lunapark.
20) 2 adet çeşitli imalat yapan fırın.
21) 2 adet, çiçek ve süsleme nebatı yetiştirmeğe mahsus yer.
( Toplam Bina 51 adet)
22) BİRA FABRİKASI :
( Yılda 7 bin hektolitre üretme kapasitesine sahip.)
23) MALT FABRİKASI :
24) BUZ FABRİKASI; ( Günde dört bin ton buz üretme kapasitesine sahip)
25) SODA ve GAZOZ FABRİKASI :
Günde 3 bin şişe soda ve gazoz üretebilecek kapasitede.
26) DERİ FABRİKASI :
27) ZİRAAT ALETLERİ ve DEMİR FABRİKASI :
28) SÜT FABRİKALARI ;
Biri Ankara diğeri ise Yalova’da olan bu iki fabrika günde 30 bin litre süt ve bir ton tereyağ üretme kapasitesindeydi.
29) İKİ YOĞURT İMALATHANESİ;
30) ŞARAP İMALATHANESİ:
Yılda 80 bin litre şarap üretme kapasitesine sahip.
31) DEĞİRMEN
32) İstanbul’daki bir çelik fabrikasının yüzde kırk hissesi.
34) Biri Ankara’da,diğeri Yalova’da kurulu iki tavuk çiftliği
35) Yalova’da ki Çiftliklerde İKİ HUSUSİ İSKELE ve LİMAN TESİSATI
36) ÜÇÜ ANKARA’da ve İKİSİ İstanbul’da ‚‘BEŞ SATIŞ MAĞAZASI‘ nın bütün tesisat ve demirbaşları.
37) ORMAN ÇİFTLİĞİNDE;
Hususi sulama tesisatı,kanalizasyon,Telefon tesisatı,elektrik tesisatı, KÜÇÜK BETON KÖPRÜLER,Hususi yollar,içme su tevziatı şebekesi.
38) YALOVA ÇİFTLİĞİNDE ;
Hususi Su tesisatı,telefon tesisatı,elektrik tesisatı,küçük beton KÖPRÜLER ve yollar.
39) SİLİFKE TEKİR ÇİFLİĞİNDE ; hususi sulama tesisatı,beton köprüler.
40)Orman Çiftliğinde kurulu ÇİFTLİK MÜZESİ ve ufak mikyasta HAYVANAT BAHÇESİ tesisatı.Bunların işletme levazımı ve bütün demirbaşları.
41) 13 BİN BAŞ KOYUN.Kıvırcık, Merinos,Karagül,Karaman ırklarıyla bunların melezleri.
42) 443 BAŞ SIĞIR,Simental,Hollanda,Kırım,Jersey,Görensey,Hale p yerli ırklarıyla bunların melezleri,yeni üretilen Orman ve Tekir cinsleri.
43) 69 BAŞ İngiliz,Arap,Macar, yerli ve bunların melezleri KOŞUM ve BİNEK ATLARI
44) 2 bin 450 BAŞ Tavuk,Legorn,Rodayland ve yerli ırklar.
UMUMİ ‘CANSIZ‘ DEMİRBAŞLAR
45) 16 adet TRAKTÖR, 13 adet HARMAN ve BİÇER DÖVER MAKİNESİ ve bilcümle ziraat işlerini görmekte bulunan Ziraat işlerini görmekte bulunan ziraat alet ve edavatının Tamamı.
46) 35 Tonluk bir adet DENİZ MOTORU.Yalova çiftliğinde.
47) 5 adet,Çiftliklerin nakliye işlerinde çalıştırılan KAMYON ve KAMYONET.
48) 2 adet Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan BİNEK OTOMOBİLİ.
49) 19 adet,Çiftliklerin umumi servislerinde çalıştırılan,binek ve YÜK ARABASI.
( Kaynakça; İsmail Cem / Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihi )
Nepal Komünist Partisi’nin lider ve üyelerine “araba almayı” bile yasakladığını düşünürsek ısrarla birileri tarafından “sosyalist” olduğu söylenen Atatürk’ün bu mal varlığı çelişki değil midir? Bu mal varlığının kaynağı konusunda ise bir şey söylemek yanlış olur, belki gerçekten de “alın teriyle” kazanılmıştır; ya da değil. Elde belge yokken konuşmak doğru değil.
Bu mal varlığının ve mal varlığının nakte çevrilmişinin bugün yasal varisi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Üstelik CHP’ye Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hissesi de devredilmiştir.
Ne diyelim; “Allah bereket versin!”.
Haziran 1926 İzmir suikasti ve muhalefetin susturulması…
Mustafa Kemal Paşa’ya 1926 yılının haziran ayında İzmir’de suikast yapılacağı yönünde alınan bir ihbar üzerine yapılan soruşturma sonucunda, birinci dönem TBMM üyelerinden Lazistan milletvekili Ziya Hurşit ve arkadaşları İzmir’de yakalandılar.Ziya Hurşit birinci dönem TBMM ‘sinde 2 gruba dahildi.Diğer yandan ihbarın alınmasından hemen sonra Ankara istiklal mahkemesi de soruşturma açmış ve mahkeme derhal İzmir’e gelerek,kapatılmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na mensup milletvekillerinin evlerinin aranmasına ve kendilerinin de tutuklanmasını talep etmiştir.Bunun üzrine o sırada TBMM üyesi olan eski Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensubu milletvekilleri (dokunulmazlıkları olmasına karşın) tutuklandılar.
(…………)
Ankara istiklal mahkemesi 26 Haziran’da İzmirde (aralarında Kazım,Ali Fuat,Refet,Cafer Tayyar,Bekir Sami ve Rüştü(Dadaş) paşalarında bulunduğu) 49 tutuklu sanığı yargılamaya başladı.Mahkeme sonunda 15 kişi idama mahkum oldu.
(………….)
İdam edilmeyenler, Paşalar görevlerinden emekliye ayrıldı, milletvekilleri olanlarda görevlerinden geriye çekildi.
(………….)
Suikast davasıyla daha önce kapatılmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası arasında yakın bir bağ kurulmuştu.Öte yandan gerek suikast ve gerekse TCF ile 1918 de kendisini fes ederek ‘’Teceddüt Fırkası’’ adı altında yeniden örgütlenmeye çalışan,İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında yakın ve organik ilişkiler olduğu öne sürülmüştü.
Milli mücadelenin önder kadroları arasında ittihatçı kökenli çok sayıda asker-sivil bürokrat vardı.Gerçekte milli mücadeleyi yöneten asker-sivil kadrolar büyük ölçüde İttihat ve Terakki’den geliyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gerek birinci dünya savaşından sonra yurt dışında çıkmak zorunda kalmış kadroları,gerekse yurtiçinde kalabilmeyi başarabilmiş kadroları,milli mücadeleye destek olmuşlardı,ancak bu kadrolar,Mustafa Kemal’in Ankara’da gittikçe artan otoritesine karşı da hep kuşkulu davranmışlardı.
Ankara hükümeti de yurt içinde ve yurt dışında kalmış milli mücadeleye destek veren ittihatçı eski kadroların bir kısmını tamamen kendi yanına almayı başarmışsa da,ittihatçı kadroların geniş bir kesimi (özellikle İstanbul’da kalan ittihatçı kadrolar) Ankara hükümeti (dolayısıyla da Mustafa Kemal Paşa ) ile bütünleşmekten sonuna kadar kaçınmışlardı.
Cumhuriyetin ilanından sonra da yurt içinde ve yurt dışında bir araya gelerek,eski İttihat Terakki Cemiyeti tabanında örgütlenmeye çabalayan ve siyasal iktidar mücadelesinde,Ankara hükümeti açısından ciddi siyasal rakip sayılan eski ittihatçıların siyasal girişimleri yakından izleniyordu.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşunda ve faaliyetlerinde de eski ittihatçıların rolü üzerinde durulmuştu.
İzmir suikasti davası ile hem Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasın’dan arta kalmış olan muhalefet grubu,hem de meclis içinde ve dışında kalan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin son siyasal kadroları tasfiye edilmek istendi.
Bu amaçla da Ankara İstiklal Mahkemesi, İzmir’de ki yargılamalarını bitirdikten sonra, yeniden Ankara’ya döndü ve burada eski ittihatçıları 2 Ağustos’da yargılamaya başladı.
(…………)
İzmir suikasti davasının siyasal sonuçları çok önemlidir : Tarir-i Sukün kanunun dan sonra hükümet her ne kadar muhalif basın organlarını yasaklamış ve kapatmışsa da, muhalefet dağınık bir biçim de de olsa varlığını sürdürüyordu.İzmir suikasti davası ve İstiklal Mahkemeleri kanalı ile meclis’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasın’dan arta kalan milletvekili grubuyla meclis içinde ve dışında toparlanmaya çalışan eski ittihatçi siyasal kadrolar tasfiye edildiler.Bu arada milli mücadelenin içinceki önder kadroların arasındaki parçalanma da son aşamasına erişmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında kalan grup diğer grubu yargılama noktasına kadar gelmişti.Davanın sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın iktidarına karşı geriye kalan cılız nitelikteki son muhalefet de siyaset sahnesinden tamamen silindi.
Türkiye Cumhuriyeti Takrir-i Sukün Kanunu ile girdiği süreci İzmir suikasti davasıyla tamamladı:bu tarihten itibaren ülkede açık bir muhalefet kalmadı ve Mahmut Goloğlu’nun deyimi ile ‘’Tek-Partili Cumhuriyet’’kurulmuş oldu…
Sonuç:
Demek ki İttihat ve Terakki ile Cumhuriyeti kuran ekip arasında bir birliktelik ve devamlılık vardır.Cumhuriyet rayına oturup, güçlendiğinde uyduruk mahkemelerle muhalefedini idama götürmüştür.Bu idama gönderilenlerde Cumhuriyetin kurucu kadrolarıdır.Bu olay Mustafa Kemal Paşa ve grubunun hiç de Demokratik olmadığını gösterir.İttihat Terakkinin 1915 Ermeni soykırımını yaptığını biliyoruz.Daha sonra da milli mücadeledenin önder kadroları olarak yer almışlardır.
Kaynak :
Siyasal Tarih Cemil Koçak/Sayfa – 102-103-104 /Türkiye Tarihi-4. cilt /
Çağdaş Türkiye 1908-1980
Yayın yönetmeni Sina Akşin (Mete Tunçay,Cemil Koçak,Hikmet Özdemir,Korkut Boratav,Selahaddin Hilav,Murat Kataoğlu,Ayla Ödekan ile birlikte )
(…………)
Ankara istiklal mahkemesi 26 Haziran’da İzmirde (aralarında Kazım,Ali Fuat,Refet,Cafer Tayyar,Bekir Sami ve Rüştü(Dadaş) paşalarında bulunduğu) 49 tutuklu sanığı yargılamaya başladı.Mahkeme sonunda 15 kişi idama mahkum oldu.
(………….)
İdam edilmeyenler, Paşalar görevlerinden emekliye ayrıldı, milletvekilleri olanlarda görevlerinden geriye çekildi.
(………….)
Suikast davasıyla daha önce kapatılmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası arasında yakın bir bağ kurulmuştu.Öte yandan gerek suikast ve gerekse TCF ile 1918 de kendisini fes ederek ‘’Teceddüt Fırkası’’ adı altında yeniden örgütlenmeye çalışan,İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında yakın ve organik ilişkiler olduğu öne sürülmüştü.
Milli mücadelenin önder kadroları arasında ittihatçı kökenli çok sayıda asker-sivil bürokrat vardı.Gerçekte milli mücadeleyi yöneten asker-sivil kadrolar büyük ölçüde İttihat ve Terakki’den geliyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gerek birinci dünya savaşından sonra yurt dışında çıkmak zorunda kalmış kadroları,gerekse yurtiçinde kalabilmeyi başarabilmiş kadroları,milli mücadeleye destek olmuşlardı,ancak bu kadrolar,Mustafa Kemal’in Ankara’da gittikçe artan otoritesine karşı da hep kuşkulu davranmışlardı.
Ankara hükümeti de yurt içinde ve yurt dışında kalmış milli mücadeleye destek veren ittihatçı eski kadroların bir kısmını tamamen kendi yanına almayı başarmışsa da,ittihatçı kadroların geniş bir kesimi (özellikle İstanbul’da kalan ittihatçı kadrolar) Ankara hükümeti (dolayısıyla da Mustafa Kemal Paşa ) ile bütünleşmekten sonuna kadar kaçınmışlardı.
Cumhuriyetin ilanından sonra da yurt içinde ve yurt dışında bir araya gelerek,eski İttihat Terakki Cemiyeti tabanında örgütlenmeye çabalayan ve siyasal iktidar mücadelesinde,Ankara hükümeti açısından ciddi siyasal rakip sayılan eski ittihatçıların siyasal girişimleri yakından izleniyordu.Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşunda ve faaliyetlerinde de eski ittihatçıların rolü üzerinde durulmuştu.
İzmir suikasti davası ile hem Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasın’dan arta kalmış olan muhalefet grubu,hem de meclis içinde ve dışında kalan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin son siyasal kadroları tasfiye edilmek istendi.
Bu amaçla da Ankara İstiklal Mahkemesi, İzmir’de ki yargılamalarını bitirdikten sonra, yeniden Ankara’ya döndü ve burada eski ittihatçıları 2 Ağustos’da yargılamaya başladı.
(…………)
İzmir suikasti davasının siyasal sonuçları çok önemlidir : Tarir-i Sukün kanunun dan sonra hükümet her ne kadar muhalif basın organlarını yasaklamış ve kapatmışsa da, muhalefet dağınık bir biçim de de olsa varlığını sürdürüyordu.İzmir suikasti davası ve İstiklal Mahkemeleri kanalı ile meclis’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasın’dan arta kalan milletvekili grubuyla meclis içinde ve dışında toparlanmaya çalışan eski ittihatçi siyasal kadrolar tasfiye edildiler.Bu arada milli mücadelenin içinceki önder kadroların arasındaki parçalanma da son aşamasına erişmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında kalan grup diğer grubu yargılama noktasına kadar gelmişti.Davanın sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın iktidarına karşı geriye kalan cılız nitelikteki son muhalefet de siyaset sahnesinden tamamen silindi.
Türkiye Cumhuriyeti Takrir-i Sukün Kanunu ile girdiği süreci İzmir suikasti davasıyla tamamladı:bu tarihten itibaren ülkede açık bir muhalefet kalmadı ve Mahmut Goloğlu’nun deyimi ile ‘’Tek-Partili Cumhuriyet’’kurulmuş oldu…
Sonuç:
Demek ki İttihat ve Terakki ile Cumhuriyeti kuran ekip arasında bir birliktelik ve devamlılık vardır.Cumhuriyet rayına oturup, güçlendiğinde uyduruk mahkemelerle muhalefedini idama götürmüştür.Bu idama gönderilenlerde Cumhuriyetin kurucu kadrolarıdır.Bu olay Mustafa Kemal Paşa ve grubunun hiç de Demokratik olmadığını gösterir.İttihat Terakkinin 1915 Ermeni soykırımını yaptığını biliyoruz.Daha sonra da milli mücadeledenin önder kadroları olarak yer almışlardır.
Kaynak :
Siyasal Tarih Cemil Koçak/Sayfa – 102-103-104 /Türkiye Tarihi-4. cilt /
Çağdaş Türkiye 1908-1980
Yayın yönetmeni Sina Akşin (Mete Tunçay,Cemil Koçak,Hikmet Özdemir,Korkut Boratav,Selahaddin Hilav,Murat Kataoğlu,Ayla Ödekan ile birlikte )
Cumhuriyeti Kuran ''Kadronun'' Niteliği , Hitler ve Mussoloni Hayranlığı
İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasına sadece aylar kala, Almanya'da Adolf Hitler'in ellinci yaş günü kutlamaları olanca hızıyla sürüyordu. Hitler önderliğindeki Naziler Almanya'yı çoktan teslim almış, işçi sınıfının tüm örgütlerini dağıtmış, Yahudiler ve diğer azınlıklar üzerinde mutlak bir terör estirmeye başlamış ve savaş hazırlıklarını son seviyesine ulaştırmıştı.
Bu esnada Almanya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkiler alıp başını yürümüş, Fransa ve İngiltere gibi rakipleri gibi sömürge kaynaklarına sahip olamayan Almanya, en önemli savaş hammaddesi olan kromu Türkiye'den temin etmeye, karşılığında da mamul ürün vermeye başlamıştı. Ekonomik ilişkilerle birlikte ideolojik ilişkiler de hızla gelişiyor, devletin yüksek şahsiyetleri art arda faşizme övgüler düzen nutuklar atıyor, yazılar yazıyordu.
Başbakan İsmet İnönü 1932 yılında faşist Roma'yı ziyaret ettiği zaman, Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi'nin kaleminden şu satırlar çıkıyordu: "İtalya'da İtalyan milletini asrın en mütekâmil bir cemiyeti haline yükselten faşizmin gittikçe artan takdirlerine ve muhabbetlerine mazhar olmaktan kuvvet buluyorduk. Zâhirde hatta biraz hissi bile görünebilecek olan bu mütekabil itimat ve muhabbettir ki Büyük İtalyan milleti ile inkılâpçı ve behemehal teceddüt ve itilâya azimkar Türk milleti arasında en sağlam bir dostluğa müntehi olmuş oldu. Başvekilimizin Roma'yı ziyareti bu büyük dostluğun pek tabii bir neticesi olduğu kadar onu en samimi ve en parlak şekilde tes'it edecek bir tezahürdür de..."
Türk Ocakları Büyük Reisi, Tek Parti döneminin ünlü hatibi, CHP milletvekili ve iki kez maarif vekili olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Yurdu dergisine ise şunları yazıyordu: "Faşizm bir vatan ideali etrafında iktisadi refahı, siyasi ve içtimai ahengi tesis etmeyi düşünür. Bu milliyetçiliğin farikası, milletin hakim ve mahkûm sınıflara ayırmak değil, her meslek erbabının umumi bir işbölümü içinde çalışma hakkını tanımak ve onun yükselmesini temin etmektir. [...] münevver ve milliyetperver bir gençliğin, İtalya toprakları üzerinde, sınıf gayz ve kininden doğan hareket karşısında derhal kendini toparlamasını ve Büyük Vatanperverin [Mussolini] doğru yolu gösteren emri altında, arzın medeniyet membalarından biri olan güzel memleketlerini siyanet edebilmelerini, hürmet ve takdir ile görmüşüzdür. Biz Faşist milliyetperverliğin dünkü galeyanında, hem mazimizi hem istikbalimizi görürüz."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Mussolini sayesinde, daha doğrusu Faşizm sayesinde bütün İtalya kronometre gibi işleyen bir memleket halini almıştır" diyordu.
Hitler'e olan ilgi ise bambaşka bir mahiyetteydi. Dünyayı kana ve ateşe boğacak bir savaşın mimarlarından Hitler'in ellinci doğum gününü kutlamak için Türkiye'den Berlin'e özel bir heyet gönderilmişti. Orgeneral Ali Fuat Cebesoy başkanlığında Falih Rıfkı Atay, Asım Gündüz, Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay'dan oluşan heyet, Hitler tarafından Cumhuriyet gazetesinde anlatıldığı şekilde "pek samimi bir şekilde karşılanmış" idi.
Falih Rıfkı Atay, heyetin Hitler tarafından kabulünü şöyle anlatıyordu:
"1939 de ellinci doğum yıldönümü töreninde bulunmak üzere Berlin'e gittiğimizde Tanrının bu dünyayı yaratmak için yedi gün uğraşmış olmasına bile gülecek kadar kibirli Hitler, bütün heyetleri bir büyük salonda kabul etmişti. Kendisi ortada yapayalnızdı. İkincisi Georing beş on adım, üçüncüsü Göbells de bu sonuncudan beş on adım geride durmuşlardı. Hitler Romanya heyetine reislik eden dışişleri bakanını, verdiği işi iyi yapmayan bir hususi kalem müdürü gibi paylıyordu.
Sıra bizim heyete geldi. Mavi gözlerinin bakışları yumuşak ve tatlı:
- Atatürk bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi kendisini kurtaracak olan vasıtaları yaratacağını öğreten liderdir. Onun birinci talebesi Mussolini, ikinci talebesi ben'im, demişti."
Kendisini Atatürk'ün talebesi olarak gören Hitler ve ortağı Mussolini, kısa bir süre sonra başta Yahudiler olmak üzere pek çok halkı soykırıma uğratacak, dünyayı ateşe ve kana boğacak, milyonlarca ve milyonlarca insanın ölmesine, Avrupa'nın yerle bir olmasına neden olacaklardı...
Bu esnada Almanya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkiler alıp başını yürümüş, Fransa ve İngiltere gibi rakipleri gibi sömürge kaynaklarına sahip olamayan Almanya, en önemli savaş hammaddesi olan kromu Türkiye'den temin etmeye, karşılığında da mamul ürün vermeye başlamıştı. Ekonomik ilişkilerle birlikte ideolojik ilişkiler de hızla gelişiyor, devletin yüksek şahsiyetleri art arda faşizme övgüler düzen nutuklar atıyor, yazılar yazıyordu.
Başbakan İsmet İnönü 1932 yılında faşist Roma'yı ziyaret ettiği zaman, Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi'nin kaleminden şu satırlar çıkıyordu: "İtalya'da İtalyan milletini asrın en mütekâmil bir cemiyeti haline yükselten faşizmin gittikçe artan takdirlerine ve muhabbetlerine mazhar olmaktan kuvvet buluyorduk. Zâhirde hatta biraz hissi bile görünebilecek olan bu mütekabil itimat ve muhabbettir ki Büyük İtalyan milleti ile inkılâpçı ve behemehal teceddüt ve itilâya azimkar Türk milleti arasında en sağlam bir dostluğa müntehi olmuş oldu. Başvekilimizin Roma'yı ziyareti bu büyük dostluğun pek tabii bir neticesi olduğu kadar onu en samimi ve en parlak şekilde tes'it edecek bir tezahürdür de..."
Türk Ocakları Büyük Reisi, Tek Parti döneminin ünlü hatibi, CHP milletvekili ve iki kez maarif vekili olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Yurdu dergisine ise şunları yazıyordu: "Faşizm bir vatan ideali etrafında iktisadi refahı, siyasi ve içtimai ahengi tesis etmeyi düşünür. Bu milliyetçiliğin farikası, milletin hakim ve mahkûm sınıflara ayırmak değil, her meslek erbabının umumi bir işbölümü içinde çalışma hakkını tanımak ve onun yükselmesini temin etmektir. [...] münevver ve milliyetperver bir gençliğin, İtalya toprakları üzerinde, sınıf gayz ve kininden doğan hareket karşısında derhal kendini toparlamasını ve Büyük Vatanperverin [Mussolini] doğru yolu gösteren emri altında, arzın medeniyet membalarından biri olan güzel memleketlerini siyanet edebilmelerini, hürmet ve takdir ile görmüşüzdür. Biz Faşist milliyetperverliğin dünkü galeyanında, hem mazimizi hem istikbalimizi görürüz."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Mussolini sayesinde, daha doğrusu Faşizm sayesinde bütün İtalya kronometre gibi işleyen bir memleket halini almıştır" diyordu.
Hitler'e olan ilgi ise bambaşka bir mahiyetteydi. Dünyayı kana ve ateşe boğacak bir savaşın mimarlarından Hitler'in ellinci doğum gününü kutlamak için Türkiye'den Berlin'e özel bir heyet gönderilmişti. Orgeneral Ali Fuat Cebesoy başkanlığında Falih Rıfkı Atay, Asım Gündüz, Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay'dan oluşan heyet, Hitler tarafından Cumhuriyet gazetesinde anlatıldığı şekilde "pek samimi bir şekilde karşılanmış" idi.
Falih Rıfkı Atay, heyetin Hitler tarafından kabulünü şöyle anlatıyordu:
"1939 de ellinci doğum yıldönümü töreninde bulunmak üzere Berlin'e gittiğimizde Tanrının bu dünyayı yaratmak için yedi gün uğraşmış olmasına bile gülecek kadar kibirli Hitler, bütün heyetleri bir büyük salonda kabul etmişti. Kendisi ortada yapayalnızdı. İkincisi Georing beş on adım, üçüncüsü Göbells de bu sonuncudan beş on adım geride durmuşlardı. Hitler Romanya heyetine reislik eden dışişleri bakanını, verdiği işi iyi yapmayan bir hususi kalem müdürü gibi paylıyordu.
Sıra bizim heyete geldi. Mavi gözlerinin bakışları yumuşak ve tatlı:
- Atatürk bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi kendisini kurtaracak olan vasıtaları yaratacağını öğreten liderdir. Onun birinci talebesi Mussolini, ikinci talebesi ben'im, demişti."
Kendisini Atatürk'ün talebesi olarak gören Hitler ve ortağı Mussolini, kısa bir süre sonra başta Yahudiler olmak üzere pek çok halkı soykırıma uğratacak, dünyayı ateşe ve kana boğacak, milyonlarca ve milyonlarca insanın ölmesine, Avrupa'nın yerle bir olmasına neden olacaklardı...
SURİYE; BİR DURUM DEĞERLENDİRMESİ…
Emperyalist sistem Libya’yı vurduktan sonra, yönünü ortadoğu’ya çevirmeye devam etti. Libya’nın böyle sistemli olarak vurulmasından ve Kaddafi’nin, korkunç bir şekilde ortadan kaldırılmasından sonra sıraya Suriye koyuldu.
Libya’da Emperyalist eğemen sistem bir kara harekatı biçiminde değil, Libya muhalefetini hava harekatıyla destekleme yoluyla müdahale etmişti. Yani doğrudan bir kara hareketına girişmemiş, kara savaşlarında muhalefetin Kaddafi’ye karşı ilerlemesini sağlamıştı.
ABD,Fransa,Almanya,İngiltere gibi emperyalist devletler, Kaddafi’yle ikili anlaşmalarını bu olaylar başlamadan önce yapmışlardı. Yani Libya’da lehlerine olan bir ekonomik durum vardı. Öyleyse Libya neden böyle vuruldu ? Kaddafi neden böyle acı bir sona götürüldü ?
Bunun en önemli açıklaması, ortadoğuda, arap-islam dünyasında kendilerine muhalefet edebilecek ülkelere ve gerici-diktatörlerine bir ders vermek için yaptıkları anlaşılıyor. Yani bize karşı gelenin sonu böyle olur, bize kayıtsız şartsız itest edin anlamları çıkarılabilir.
Ortadoğudaki hareketler, birbirlerini etkileyerek, komşu ülkelere de sıçradı. Suriye’ye de bu bağlamda bakılabilir. Suriye’de öteden beri Müslüman Kardeşler muhalefeti vardı. Yıllar önce yaptığı ayaklanmalarda çok kanlı bir şekilde bastırılmış, Esad ailesi duruma hakim olmuştu.
Gene de bir Müslüman Kardeşler muhalefetinden söz edilebilir. Suriye halkının çoğunun suni İslam yanlısı olması, bu örgütü daha fazla İslam çevresinden destek almasını ve kitleselleşmesini sağlıyor. Esad ise azınlık Alevi toplumuna dayanıyor. Alevi toplumu azınlık olmasına rağmen, Esad ailesi eline geçirdikleri devlet aygıtıyla, kuvvet kullanarak iktidarlarını sürdürüyorlar. Yine Esad ailesi uluslar arası dengelerden faydalanarak, iktidarlarındaki yerlerini sağlamlaştırıp sürdürüyorlar.
Birleşmiş Milletler güvenlik konseyinden çıkarılmak istenen, Suriye’yi vurma planı, Rusya ve Çin’in muhalefetinden dolayı çıkarılamadı. Rusya ve Çin doğal olarak kendi çıkarları gereği Esad iktidarını sürekli destekleyen İran, Suriye’ye karşı yapılacak bir askeri harekata karşı çıkıyor. Rusya ve Çin ABD ve ortak hareket ettikleri devletlerin ortadoğuda Libya sonrası daha fazla ilerlemesini istemedi. İran da öyle, ortadoğudaki müttefikini kaybedip yalnız kalmak istemez.
Bana göre İsrail’de mevcut Esad iktidarını sevmemesine rağmen onun kalmasını sağlamaya çalışacak. Çünkü Suriye de olası bir Müslüman Kardeşler iktidarı İsrail’in işine gelmeyecek.
Suriye’ye böyle çevre etkileriyle birlikte bütünlüklü baktığımızda, çatışan tarafların kendi başlarına kalacakları görülüyor. Esad daha önce reformlara ve seçimlere gideceğini açıklamıştı. Ancak yapacağı düzenlemelerin kendi iktidarını bozmayacak kadar olacağını söyleyebiliriz.
Bazı dostlarımız oraya bir barış gücü gönderilmesini, çatışan tarafların arasına konumlandırılmasını ileri sürdüler. Bu çözüm nerede işe yarar ? Birbirinden ayrı iki bölge arasında olabilecek bir çatışma bölgesinde, Barış güçlerinin iki tarafın tam arasında konumlanarak, çatışmayı önlemesi biçiminde olur. Halbuki Suriye’de çatışma ülkenin her tarafında yaşanıyor.
Bu verilerin ışığında önümüzdeki yakın süreçte Suriye’ye bir dış askeri müdahale zor görünüyor. Dış müdahale zor görününce de Esad iktidarı elindeki devlet olanaklarıyla muhalefeti çok rahat bir şekilde ezebilir. Bu ezmeyi uluslar arası tepkileri gözeterek yapmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Bu uluslar arası tepkiler olmasa şimdiye kadar muhalefetin kökünün kazınacağı muhakkatır.
Faşist TC bu saflaşmada Suriye’de ki Müslüman Kardeşler muhalefetinin yanında yer aldı. Oradan kaçan Müslüman Kardeşler örgütüne sınırın hemen bu tarafında kamplar kurdurdu. Tam teçhizatlı bir desteğe yöneldi. Birleşmiş İlletler Güvenlik Konseyinden savaş kararı çıkarılamayıncada Faşist TC çılgına döndü. Adeta kendisi saldıracakmış gibi imalara düştü. Uluslar arası güçlerin saldıramadığı Suriye’ye Faşist TC’nin saldırması zordur. Yapsa yapsa yan savaşlar biçiminde, Müslüman Kardeşler muhalefetine askeri-politik destek sunabilir.
Suriye’de ki saflaşmada Emperyalist saldırıyı kabul edemem, Ortadoğuda ki Suriye dahil hiçbir gerici diktatörlükleri savunamam. Müslüman Kardeşler gibi gerici-yobaz, halk düşmanı örgütleri asla destekleyemem. Onların demokrasi demeler gerçekçi değildir, kurdukları her rejimde demokrasiyi ortadan kaldırıyor ve toplumları durdukları yerden daha geriye götürüyorlar.
Suriye’de var olan Alevi toplumuna değer veriyorum, bu halkın özel olarak desteklenmesi, korunup-kollanması gerektiğini düşünüyorum. Hatay’da üstlenen Müslüman Kardeşler örgütü, Suriye’de ki bütün Alevilerin kökünün kazınacağını ileri sürmüştü. Hatta video görüntülerini geçenlerde facebook’da paylaşmıştık. Alevi halkının, gerici Esad diktatörlüğüne destek olması yada onun tabanını oluşturuyor olması, onu savunma isteğimizi değiştiremez. Alevilik tarihsel süreç içerisinde Anadolu aydınlanmasıdır. Her hangi bir din ve mezheple kıyaslanamaz. Önemli olgular içinde Alevi halk hareketini savunmak bir aydınlanma hareketini savunmaktır, bir devrimci duruştur.
Suriye için asıl isteğim ve desteğim şu yönde olacaktır; sınıf mücadelesi ekseninde bir Marksist-Leninst hareketin oluşması, işçi sınıfının mücadelesi ve iktidara gelmesidir. İşte ancak böyle bir örgütlenmeyi ve mücadeleyi desteklerim. Kendime kötülerin mücadelesi içinde bir tarafı destekler duruma sokmak istemem…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)