İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasına sadece aylar kala, Almanya'da Adolf Hitler'in ellinci yaş günü kutlamaları olanca hızıyla sürüyordu. Hitler önderliğindeki Naziler Almanya'yı çoktan teslim almış, işçi sınıfının tüm örgütlerini dağıtmış, Yahudiler ve diğer azınlıklar üzerinde mutlak bir terör estirmeye başlamış ve savaş hazırlıklarını son seviyesine ulaştırmıştı.
Bu esnada Almanya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkiler alıp başını yürümüş, Fransa ve İngiltere gibi rakipleri gibi sömürge kaynaklarına sahip olamayan Almanya, en önemli savaş hammaddesi olan kromu Türkiye'den temin etmeye, karşılığında da mamul ürün vermeye başlamıştı. Ekonomik ilişkilerle birlikte ideolojik ilişkiler de hızla gelişiyor, devletin yüksek şahsiyetleri art arda faşizme övgüler düzen nutuklar atıyor, yazılar yazıyordu.
Başbakan İsmet İnönü 1932 yılında faşist Roma'yı ziyaret ettiği zaman, Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi'nin kaleminden şu satırlar çıkıyordu: "İtalya'da İtalyan milletini asrın en mütekâmil bir cemiyeti haline yükselten faşizmin gittikçe artan takdirlerine ve muhabbetlerine mazhar olmaktan kuvvet buluyorduk. Zâhirde hatta biraz hissi bile görünebilecek olan bu mütekabil itimat ve muhabbettir ki Büyük İtalyan milleti ile inkılâpçı ve behemehal teceddüt ve itilâya azimkar Türk milleti arasında en sağlam bir dostluğa müntehi olmuş oldu. Başvekilimizin Roma'yı ziyareti bu büyük dostluğun pek tabii bir neticesi olduğu kadar onu en samimi ve en parlak şekilde tes'it edecek bir tezahürdür de..."
Türk Ocakları Büyük Reisi, Tek Parti döneminin ünlü hatibi, CHP milletvekili ve iki kez maarif vekili olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Yurdu dergisine ise şunları yazıyordu: "Faşizm bir vatan ideali etrafında iktisadi refahı, siyasi ve içtimai ahengi tesis etmeyi düşünür. Bu milliyetçiliğin farikası, milletin hakim ve mahkûm sınıflara ayırmak değil, her meslek erbabının umumi bir işbölümü içinde çalışma hakkını tanımak ve onun yükselmesini temin etmektir. [...] münevver ve milliyetperver bir gençliğin, İtalya toprakları üzerinde, sınıf gayz ve kininden doğan hareket karşısında derhal kendini toparlamasını ve Büyük Vatanperverin [Mussolini] doğru yolu gösteren emri altında, arzın medeniyet membalarından biri olan güzel memleketlerini siyanet edebilmelerini, hürmet ve takdir ile görmüşüzdür. Biz Faşist milliyetperverliğin dünkü galeyanında, hem mazimizi hem istikbalimizi görürüz."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Mussolini sayesinde, daha doğrusu Faşizm sayesinde bütün İtalya kronometre gibi işleyen bir memleket halini almıştır" diyordu.
Hitler'e olan ilgi ise bambaşka bir mahiyetteydi. Dünyayı kana ve ateşe boğacak bir savaşın mimarlarından Hitler'in ellinci doğum gününü kutlamak için Türkiye'den Berlin'e özel bir heyet gönderilmişti. Orgeneral Ali Fuat Cebesoy başkanlığında Falih Rıfkı Atay, Asım Gündüz, Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay'dan oluşan heyet, Hitler tarafından Cumhuriyet gazetesinde anlatıldığı şekilde "pek samimi bir şekilde karşılanmış" idi.
Falih Rıfkı Atay, heyetin Hitler tarafından kabulünü şöyle anlatıyordu:
"1939 de ellinci doğum yıldönümü töreninde bulunmak üzere Berlin'e gittiğimizde Tanrının bu dünyayı yaratmak için yedi gün uğraşmış olmasına bile gülecek kadar kibirli Hitler, bütün heyetleri bir büyük salonda kabul etmişti. Kendisi ortada yapayalnızdı. İkincisi Georing beş on adım, üçüncüsü Göbells de bu sonuncudan beş on adım geride durmuşlardı. Hitler Romanya heyetine reislik eden dışişleri bakanını, verdiği işi iyi yapmayan bir hususi kalem müdürü gibi paylıyordu.
Sıra bizim heyete geldi. Mavi gözlerinin bakışları yumuşak ve tatlı:
- Atatürk bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi kendisini kurtaracak olan vasıtaları yaratacağını öğreten liderdir. Onun birinci talebesi Mussolini, ikinci talebesi ben'im, demişti."
Kendisini Atatürk'ün talebesi olarak gören Hitler ve ortağı Mussolini, kısa bir süre sonra başta Yahudiler olmak üzere pek çok halkı soykırıma uğratacak, dünyayı ateşe ve kana boğacak, milyonlarca ve milyonlarca insanın ölmesine, Avrupa'nın yerle bir olmasına neden olacaklardı...
Bu esnada Almanya ile Türkiye arasındaki ticari ilişkiler alıp başını yürümüş, Fransa ve İngiltere gibi rakipleri gibi sömürge kaynaklarına sahip olamayan Almanya, en önemli savaş hammaddesi olan kromu Türkiye'den temin etmeye, karşılığında da mamul ürün vermeye başlamıştı. Ekonomik ilişkilerle birlikte ideolojik ilişkiler de hızla gelişiyor, devletin yüksek şahsiyetleri art arda faşizme övgüler düzen nutuklar atıyor, yazılar yazıyordu.
Başbakan İsmet İnönü 1932 yılında faşist Roma'yı ziyaret ettiği zaman, Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi'nin kaleminden şu satırlar çıkıyordu: "İtalya'da İtalyan milletini asrın en mütekâmil bir cemiyeti haline yükselten faşizmin gittikçe artan takdirlerine ve muhabbetlerine mazhar olmaktan kuvvet buluyorduk. Zâhirde hatta biraz hissi bile görünebilecek olan bu mütekabil itimat ve muhabbettir ki Büyük İtalyan milleti ile inkılâpçı ve behemehal teceddüt ve itilâya azimkar Türk milleti arasında en sağlam bir dostluğa müntehi olmuş oldu. Başvekilimizin Roma'yı ziyareti bu büyük dostluğun pek tabii bir neticesi olduğu kadar onu en samimi ve en parlak şekilde tes'it edecek bir tezahürdür de..."
Türk Ocakları Büyük Reisi, Tek Parti döneminin ünlü hatibi, CHP milletvekili ve iki kez maarif vekili olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Yurdu dergisine ise şunları yazıyordu: "Faşizm bir vatan ideali etrafında iktisadi refahı, siyasi ve içtimai ahengi tesis etmeyi düşünür. Bu milliyetçiliğin farikası, milletin hakim ve mahkûm sınıflara ayırmak değil, her meslek erbabının umumi bir işbölümü içinde çalışma hakkını tanımak ve onun yükselmesini temin etmektir. [...] münevver ve milliyetperver bir gençliğin, İtalya toprakları üzerinde, sınıf gayz ve kininden doğan hareket karşısında derhal kendini toparlamasını ve Büyük Vatanperverin [Mussolini] doğru yolu gösteren emri altında, arzın medeniyet membalarından biri olan güzel memleketlerini siyanet edebilmelerini, hürmet ve takdir ile görmüşüzdür. Biz Faşist milliyetperverliğin dünkü galeyanında, hem mazimizi hem istikbalimizi görürüz."
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Mussolini sayesinde, daha doğrusu Faşizm sayesinde bütün İtalya kronometre gibi işleyen bir memleket halini almıştır" diyordu.
Hitler'e olan ilgi ise bambaşka bir mahiyetteydi. Dünyayı kana ve ateşe boğacak bir savaşın mimarlarından Hitler'in ellinci doğum gününü kutlamak için Türkiye'den Berlin'e özel bir heyet gönderilmişti. Orgeneral Ali Fuat Cebesoy başkanlığında Falih Rıfkı Atay, Asım Gündüz, Yunus Nadi ve Falih Rıfkı Atay'dan oluşan heyet, Hitler tarafından Cumhuriyet gazetesinde anlatıldığı şekilde "pek samimi bir şekilde karşılanmış" idi.
Falih Rıfkı Atay, heyetin Hitler tarafından kabulünü şöyle anlatıyordu:
"1939 de ellinci doğum yıldönümü töreninde bulunmak üzere Berlin'e gittiğimizde Tanrının bu dünyayı yaratmak için yedi gün uğraşmış olmasına bile gülecek kadar kibirli Hitler, bütün heyetleri bir büyük salonda kabul etmişti. Kendisi ortada yapayalnızdı. İkincisi Georing beş on adım, üçüncüsü Göbells de bu sonuncudan beş on adım geride durmuşlardı. Hitler Romanya heyetine reislik eden dışişleri bakanını, verdiği işi iyi yapmayan bir hususi kalem müdürü gibi paylıyordu.
Sıra bizim heyete geldi. Mavi gözlerinin bakışları yumuşak ve tatlı:
- Atatürk bir millet bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi kendisini kurtaracak olan vasıtaları yaratacağını öğreten liderdir. Onun birinci talebesi Mussolini, ikinci talebesi ben'im, demişti."
Kendisini Atatürk'ün talebesi olarak gören Hitler ve ortağı Mussolini, kısa bir süre sonra başta Yahudiler olmak üzere pek çok halkı soykırıma uğratacak, dünyayı ateşe ve kana boğacak, milyonlarca ve milyonlarca insanın ölmesine, Avrupa'nın yerle bir olmasına neden olacaklardı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder