1975 yılının Nisan ayı ile 1979 yılının Ocak ayı arasında, yani sadece birkaç yıl içinde, Kamboçya'da, yaklaşık 1,5-2 milyon insan açlıktan öldü, ortadan kayboldu ya da kurşuna dizildi. Sonunda Khmer Rouge yönetimi, Kamboçya sınırlarına giren Vietnam orduları tarafından devrildi ve Pol Pot ve onun gerilla ordusu; güç savaşlarına Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Tayland tarafından desteklenen düşük yoğunluklu savaş stratejisiyle devam etmek üzere kaçtı. Nihayetinde Pol Pot, 1998'de öldü. Bu makalede, o tarihi anlara yoğunlaşıp, o zamanlar Kamboçya'da neler olup bittiği hakkında zihnimizde daha net bir resim oluşturabilmek için ayrıntıları inceleyeceğiz. Sonuç olarak da, olaylara karşı verilen olası tepkilerin yanı sıra ana tepkileri de düşünüp bu trajik hikayeden ders çıkaracağız.
Kanlı bir iç savaştan sonra Khmer Rouge, başkent Phnom Phen'e girdi ve 1975 yılının Nisan ayında siyasal erk adına ne varsa hepsini ortadan kaldırdı. İşte yeni rejimin yürürlüğe koyduğu uygulamalar:
-Şehirlerin boşaltılması.
-Budizm’in ve diğer dinsel tapınma biçimlerinin yasaklanması.
-Ekonomik üretim ve tüketimin kamulaştırılması.
-Kitapların yakılması ya da kimi zaman, onlara hükümetin el koyması.
-İfade, seyahat, ikamet etme ve meslek seçme özgürlüklerinin ortadan kaldırılması.
-Örgün eğitimin kaldırılması.
-Para, pazar ve mahkemelerin kaldırılması.
-Kadın-erkek ayrımının kaldırılması ve kadının, sosyal hayatın tüm alanlarına katılımının desteklenmesi.
-''Komünizmin Yeni İnsanı''nın yetiştirilmesi için, çocukların, ailelerinden koparılması.
-Mülkiyetin kamulaştırılması. (Hinton,1998)
-Yabancı dillerin kullanımının yasaklanması. (Van Schaack,1997)
-Ambulanslar da dahil olmak üzere arabalar, buzdolapları, çamaşır makineleri, televizyon setleri, telefon ve daktiloların hurdaya kaldırılması.
SOYKIRIM MI SİYASETKIRIM MI?
Kamboçya'da yapılanların soykırım olarak adlandırılmasına karşılık, bu konu hakkında bazı haklı şüpheler var: Soykırım, ulus-devletlerin ortaya çıkmasının kaçınılmaz sonucudur. Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'nde, 2. maddede geçen soykırım tanımı, ''ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel.....vb. bir grubu, tamamen ya da kısmen yok etmek amacıyla gerçekleştirilen eylemler'', olarak yapılmıştır. Fakat soykırımın yasal anlamı, devletin kendi eliyle gerçekleştirdiği tüm kitle katliamlarını kapsamaz. Öyleyse; Kamboçya tarihi, bir soykırım örneği sayılmaz: Halk, 2.maddede belirtilmiş olan nedenlerden farklı nedenlerden dolayı katledilmiştir (karş. Van Schaack,1997). Bazı yorumcularsa, soykırım sözcüğünün içerdiği bu dar kapsamı Sovyetler Birliği'nin müdahelesine bağlarlar. Gerçekte bu, hikayenin sadece bir kısmı: 2. Madde’de geçen devlet eliyle kitle katliamı tanımına karşı çıkanlar, sadece -genellikle politik muhaliflere karşı saldırgan bir tutum içinde olan- Sovyetler Birliği değil, aynı zamanda Latin Amerikalı ve Mısırlı delegelerdi. Karşı çıkmışlardı; çünkü muhaliflere yaptıkları yüzünden mahkemede yargılanmaktan korkmuşlardı (van Schaack,1997). 2. Madde’de geçen tanım, Naziler tarafından sosyalistlere, komünistlere ve eşcinsellere karşı yapılan katliamları bile kapsamamaktadır. Dahası, soykırımın 2. Maddedeki tanımlanış biçimi, devletlerin, kitle katliamları için bahaneler uydurmalarına engel olmamaktadır: Politik muhaliflere karşı sert bir tutum içinde olan devletler, devletin yaptığı kitle katliamlarının milliyet, etnisite, ırk ve dinden kaynaklanmadığını; siyasal muhaliflerin sözkonusu devletlerin bekası için gerçek bir tehdit olmalarından ileri geldiğini öne sürerek suçlamalardan kaçabilirler. Aslında bu, 1965-1966 yılları arasında, Endonezya’da, yaklaşık bir milyon Endonezya Komünist Partisi üyesinin öldürüldüğü kitle katliamında öne sürülen gerekçe idi. Her zamanki gibi, ‘iç düşman’ sayılmışlardı.
İşte bu yüzden, soykırım araştırmacıları, 2. Maddedeki tanımı desteklemekte oldukça isteksiz. Araştırmacılar, Kamboçya'da (1975-1979) olanları andıran olayları kapsamak için, soykırımı tekrar tanımlamayı tercih ediyorlar (karş. Chalk, & Jonassohn, 1990). Bir diğer araştırmacı grubuysa, 2. Maddedeki tanımla hiç uğraşmadan diğer kitle katliamı çeşitleri için terimler ürettiler: Örneğin; siyasetkırım, ''örgütlü siyasal muhalefetleri nedeniyle hedef gösterilen insanların topluca öldürülmesi'' olarak tanımlanırken, halkkırım ''devlet eliyle kitle katliamı'' olarak tanımlanıyor.
Fakat Kamboçya katliamları, aslında bu, bu halkkırımın ana izleği olmasa da, etnik yok edişleri de kapsar: Neredeyse bütün Vietnamlılar, Çinlilerin yarısı, Kamboçya'daki Lao ve Cham halkının yarısına yakını, 1975-79 yılları arasında öldürüldü (Fein,1993).
Tanımla ilgili problemler, ''devletin aracı olduğu kitle katliamları'', ''devlet terörü'' ve devletin uyguladığı şiddetin diğer türleri arasında karşıtlıklar çizildiğinde, tekrar gündeme geliyor. Krain (1997), devlet terörizmini, devletin, insanlar arasında korku uyandırmak amacıyla gerçekleştirdiği vahşi eylemler olarak tanımlarken, katliam ve halkkırımı, devletin teşvik ettiği kitle katliamlarının alt türleri olarak tanımlıyor. Katliam ve halkkırım, tam da kitle katliamları ile tanımlanırken, devlet terörizmi,, kitle katliamlarının varlığını gerektirmiyor.
NEDEN KAMBOÇYA'DA?
Neden böylesine büyük bir katliam Kamboçya'da oldu? 1990'ların başlarının Kamboçyası'nda; alan araştırması yapan antropolog Hinton, Kamboçya'daki kitle katliamlarının nedeninin kültürle tam olarak açıklanamayacağını kabul etse de, saygınlık ve şeref gibi kültürel değerlerin Pol Pot tarafından komuta edilen Kamboçya ordusunun daha alt kademelerinde önem taşıdığını düşünüyor. Buna rağmen, Doğu Asya toplumlarının çoğunda olduğu gibi, Kamboçya'da da, üstlere itaatin temel normlardan biri olması dikkate değer.
Toplumsal uzamın hiyerarşik parçalanımı da, Tay dilinde olduğu gibi Kamboç dilinde de açıkça kodlanır: Farklı sosyal tabakalara seslenmek için farklı sözcükler vardır. O kadar ki, ''Kamboçça konuşmak, saygı göstermektir'' bile denebilir. Yemek-içmek gibi günlük aktiviteleri anlatmak için bile, konuşan ve dinleyenin statüsüne göre kullanılan oldukça değişik sözcükler var. Gerçekten de Khmer Rouge yönetimi tarafından yapılan yeniliklerden biri de, güç ve statü farklılıklarını yansıtan sözcüklerin kaldırılması ve onların yerine ‘kardeş’ ve ‘yoldaş’ gibi sözcüklerin ve sosyal olarak asimetrik biçimlerde ifade edilegelmiş günlük aktivitelere karşılık gelen kırsal ve kentli konuşma diline ait eşdeğerlerinin getirilmesi idi. Ebeveynler ve çocukları arasındaki hamilik taslayan konuşmalar bile, ''yoldaş anne'' ve ''yoldaş baba'' konuşmalarına dönüştü (Hinton,1998).
Krain (1997), katliam ve siyasetkırımın yapısal analizini yapıp yedi etkenin birlikteyken daha yüksek bir olasılıkla soykırımlara ya da siyasetkırımlara yol açtığını ortaya koyuyor. Bunlar: dış savaş, iç savaş, anayasadışı değişiklik, dekolonizasyon geçmişi, siyasal erkin az sayıda kurumda merkezileşmesi, saldırgan bir devletteki etnik homojenlik seviyesi ve devletin dünya ekonomisinde marjinalleşmesidir.
GÜNAH KEÇİSİ OLARAK POL POT: SADDAM'IN ESKİ VERSİYONU
Kamboçya'daki olaylara karşı gösterilen tepkilerin en yaygını, Pol Pot'u ve onun sözde ideolojisini suçlamaktı. Varsayım şuydu: Kamboçya devletinin vahşi uygulamalarından komünizm sorumludur. Bu görüşün destekçileri, bu eski kanlı rejimin kalıntılarını canlandırmakta oldukça istekliler. Elbette ideolojisi de dahil olmak üzere Pol Pot'un ne şeytan olduğunu doğrulamak amacıyla, işkence aletleri, çekilen fotoğraflar ve diğer dökümanlar sergilenmekte. Bununla birlikte, sanki burada Freud’cu bir komedi oynanıyor: Pol Pot'u suçlayan ve onun ideolojisini eleştirenler, insanlığa karşı verdiği sözleri tutan ve yönetimde insan hakları meşalesini taşıyan o yaşlı amca değildi. Ölü sayısı yüksek olsa da, Kamboçya kitle katliamı, daha önce hiç görülmemiş bir şey değildi ve hiçkimse ya da hiçbir kurum, insan coğrafyasında herhangi bir yerde bir daha olmayacağının garantisini veremez.
Kamboçya kitle katliamında kurban olanların sayısı, bir önceki yüzyılda olmuş olan ve içinde bulunduğumuz yüzyıldaki şu beş yıllık süre içinde olmaya devam eden Amerikan kolonileştirme macerasında kurban olanların sayısından az değil. Aynı şekilde, Latin Amerika'da devlet erkini meşrulaştırma aracı olarak kullanılan devlet katliamları da daha az şiddetli ve daha az kanlı değil. Daha da ötesi, Khmer Rouge yönetiminden önceki hükümet, siyasal muhaliflerle taciz, işkence, faili meçhuller ve kayıplar yoluyla başa çıkma noktasında, daha az kötü ünlü değildi. Son olarak, Khmer Rouge yönetiminin çöküşünden sonra, Pol Pot'un takipçilerinin, Amerika ve Çin'den, Vietnam'a karşı savaştıkları için, finansal ve lojistik destek almaları bir rastlantı değil. A.B.D. Hava Kuvvetleri’nin o zamana dek o çapta görülmemiş hava saldırısı da dahil olmak üzere –A.B.D.’nin diğer suçlarını saymıyoruz bile- A.B.D.’nin Kamboçya tarihindeki trajedilerdeki suç ortaklığı unutulamaz. Yaklaşık 350,000 Kamboçyalı köylü, bu yoğun bombalama sırasında öldü. Bombalamanın yoğunluğu, Japonya'dakini bile çok aşmıştı.
Sorumluluğun, Kamboçya kültürünü, komünizmi ve Pol Pot'u aştığı oldukça açık. Fakat, eğer ki, bütün bunlar Kamboçya kültürünü oluşturan belli unsurlar yüzünden olmuş olsaydı ve tabii bu unsurların hemen hemen Doğu Asya kültürlerinin hepsinde görüldüğünü de göz önüne alırsak, kitle katliamları, yalnızca Doğu Asya'da gerçekleşir; dünyanın başka hiçbir yerinde görülmezdi. Fakat siyasal tarihin son devirlerine şöyle bir bakacak olursak, devlet eliyle yapılan bu kitle katliamlarının Doğu Asya'ya ya da tüm Doğu Asya ülkelerine özgü bir şey olmadığını görürüz. Aynı şey komünizm için de geçerli: Eğer bu, komünizme bağlı olsaydı; komünist ülkeler haricindekilerde kitle katliamları görülmezdi. Fakat durum böyle değil. Sonuç olarak Pol Pot'un şeytan gibi gösterilmesi, Pol Pot'un gizli bir melek olması nedeniyle değil; kitle katliamları, bir kişi tarafından gerçekleştirilmediği için temel olarak yanlıştır. Tarihi olayları açıklamada bireyler üzerine bu kadar çok odaklanılması genellikle Avrupalı ve Amerikalı bilim adamlarına özgüdür ve maalesef ki bu, alternatif tarihçilik arayışında olan çoğu bilim insanına da geçmiştir. Bu tarz açıklamalar; Hitler, Saddam, Bush ya da Stalin gibi insanları, halkının isteklerine karşı hareket eden psikopatlar olarak tanımlar. Bu yaklaşım, insanların Freud'gil bilinçdışı babacıl eğilimleri nedeniyle sürekli güç kazanmaktadır. Bu “lider-kalabalıkları-yönlendirir” biçimindeki tarih anlayışı, siyasal kütleleri lider pozisyonlara taşıyan koşulların yanı sıra, otoriteyi elinde bulunduran siyasal kütlelerin sorumluluklarını da gözden kaçırır: Pol Pot; tabii ki gücü tek başına ele geçirmemiştir, ordunun yanında bir de komünist parti vardı. Bu iki anahtar organizasyonun üyeleri, Pol Pot'tan daha az sorumlu değiller. Daha açık olmak gerekirse; hem komünizmi hem de Amerikancılık’ı ortadan bölen belli bir tür ideoloji sorumludur ve sanırım bunun adı çok da yabancı değil: Despotizm; yani halk için devlet yerine tam tersi.
MEŞRULAŞTIRMA PROBLEMİ ve EKONOMİK ve POLİTİK İDEOLOJİLERİ AYIRT ETME İHTİYACI
Doğal olarak, ekonomik ideolojilerle politik ideolojiler arasına bir çizgi çekme ihtiyacı hissediyoruz. Meşrulaştırma problemi ise her yerde mevcut. Bu, vatandaşlara belli bir partiye oy vermeleri için rüşvet teklif edilen ‘katılımcı demokrasilerde’ bile ciddi bir problem. Bir paket pirinç ya da hububat, işi hallediyor. Teokrasinin meşrulaşması, ümmet ya da Yehuda'nın oğulları, resmi inancı sekülarize edilmemiş halde takip ettikleri sürece gerçekleşir. Komünist toplumlar, sözkonusu problemden muaf değiller: Devrimci hükümetler tarafından atılan adımların en azından bazıları, desteksiz olabilir. Ve son olarak, kraliyet yönetimi, biyolojik bir oligarşi olarak hareket ettiği suçlamasıyla potansiyel olarak karşı karşıya kalıyor. Bunlar, politik değerlendirmeler. Bütün devletlerin muhalifleri vardır; fakat devletin onları nasıl karşıladığı ekonomik bir sorun değil. İfade özgürlüğü, ekonomik açıdan komünist olan bir devletle çelişmez; fakat evet, bütün vatandaşlardan komünizme saygı göstermesi beklenilen, kökenindeki nedenlere yabancılaşmış, devrimin, köklerini söktüğü varsayılan din ve töreler gibi eski kurumların yerini alan, siyasal açıdan komünist olan bir devletle çelişir. Bu noktada ortadan kaldırılması gerekenler, din ya da töreler değil, onların içerisinde, vatandaşları koyun haline getiren belli unsurlardır.
İnsan hakları ve bunun ekonomik politikalar ile ilişkisi anlaşıldığında ekonomik değerlendirmelerin çok fazla meşrulaştırılmasına özünde gerek kalmaz: En temel düzeyde; bir toplum, hiç kimse, özel hastanelerin astronomik faturaları yüzünden ölmüyorsa; okul öncesi, ilk ve orta okul eğitimi, toplumun tüm kesimleri için doğal bir hak olarak görülüyorsa, böylelikle insanların okumaz-yazmaz olması önleniyorsa ve hiç kimsenin ekonomik olanaksızlıklar yüzünden yüksek öğrenim görememesi söz konusu olmuyorsa, adil bir toplumdur. Tabii ki bu liste, vatandaşların; ulaşım hakkı, telekomünikasyon hakkı ve tacizden uzak ya da mal sahiplerinin kiracılara mal sahibi olmalarından kaynaklanan güçle birçok şeyi kısıtlamadığı, bedava ya da ucuz barınma hakkı gibi temel haklarını kapsamak üzere uzatılmak zorundadır. Bu liste, tekrar iki kat ya da daha fazla uzatılabilir ve bizler bunun kapsayıcı bir liste olduğunu iddia etmiyoruz ve bu liste, Kamboçya’nın siyasal tarihini konu olan bir çalışmada elbette kapsayıcı olamaz. Fakat ne olursa olsun böyle bir listeye duyduğumuz ihtiyaç, ekonomik ve politik ideolojiler arasına bir çizgi çekmenin gerekliliğinin altını çiziyor. İşte bu, bizi, bir devletin politik açıdan bir krallık; fakat ekonomik açıdan sosyalist ve hatta komünist olma olasılığına götürüyor. Tarihin unutulmuş bir sayfası da benzer satırlar taşıyor : Khmer Rouge rejiminden önce başta olan Kamboçya Kralı Sihanouk da Vietkong güçlerini ve Amerikan emperyalizmine karşı savaşan Kamboçyalı komünist isyancıları desteklemişti (karş. Willmott,1981). Kral Sihanouk, Budist sosyalizminin savunucusu olarak bilinir.
Sovyet tecrübesi ise tam tersinin de mümkün olabileceğini gösterdi. Ekonomik eşitlik, politik eşitlikten farklıdır. Sınıf farkının olmadığı bir toplumun oldukça yakın olduğu Sovyet Devrimi'nin en üst noktasında bile, komünist büyükler adı altındaki politik elitler ve yabancılar- yani komünist parti üyelerinin haricindeki kalabalık kitleler- arasındaki asimetri bitemedi, belki de kasten bitirilmemişti. Sonuç olarak, gerçekte, Sovyet toplumu, ekonomik açıdan komünist bir toplumdu ve politik açıdan krallıklara benziyordu. Buna benzer bir sahne de Kamboçya'da yaşandı: Köylüler ('eski insanlar') ve boşaltılmış şehirlerin eski sakinleri ('yeni insanlar') arasında bir hiyerarşi oluşturuldu. Yazılı olmayan farklı yasalara tabiydiler. Örneğin; bir 'eski insan' patates çaldığı takdirde uyarılırken, bir 'yeni insan' aynı suçu işlediğinde ölüme mahkum ediliyor, kurşuna diziliyordu (Hinton,1998). Bunun üstüne, Khmer Rouge üyeleri ve diğerleri arasındaki asimetriden bahsetmeye bile gerek yok.
Sovyet başarısızlığına karşı ise verilecek iki yanıt vardı: Bir taraf, Sovyet tecrübesinin, komünist devlet ilan edilmiş olsa da, gerçek bir komünist devleti örneklemediğini söylemekte. Sonuç olarak komünizmin yüzünü kara çıkarmamış olmaktalar ve yoksul kitleler için hala bir umut var. Diğer tarafsa, bu başarısızlığı, komünizmin sosyal sınıfları yok etmek için hazırlanmış bir politik program olmaktaki başarısızlığı olarak değerlendirmekte.
Solcu çevrelerde Kamboçya kitle katliamlarına karşı gösterilen tepkiler de aynı doğrultuda ele alınabilir: Bir taraf, uzun süre boyunca, katliam haberlerinin; Şeytan Amerika’nın Kore ve Vietnam'da, şimdi de Irak'ta, yaptığı propaganda çabasına benzediğini düşünüyordu. Yine aynı taraf, uzun süre; sanki 2. Paylaşım Savaşı’nın sonlanmasından yarım yüzyıl sonra Filipin adalarında saklanırken bulunan ve Japon Güneş-Tanrı imparatorlarına olan kör bağlılıklarından, savaşın bittiğine inanmayan kaybolmuş Japon askerleriymiş gibi, Stalin'in kötülüklerine inanmadılar. Fakat yine de, bu kadar çok enformasyon ve dezenformasyon kampanyasının içinde, siyasal güç merkezlerinin verdiği haberleri tartmakta bir kuşku kırıntısı olsun, elbette gerekli.
Khmer Rouge'un Pekin'e yakınlık duyduğunu, gerçekte bir köylü devleti kurmak için şehirleri boşaltmayı öngören Maoist bir program uyguladığını ve açıkça, Mao'nun Büyük Sıçrayışı'ndan ilham aldığını fark eden ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin Khmer Rouge'la bağlantıları olan tek yabancı ülke olduğunu aklında tutan bir diğer taraf, şiddeti, karşı-devrimci eğilimler taşıyan Maoist karanlık politikalara bağladı. Khmer Rouge, asıl nedenleri gözden kaçırarak, şehirleri, eşitsizliğin kökeni olarak gördü. Aynı şekilde Willmott (1981), Kamboçya Komünist Partisi'nin sınıf analizinin hatalı olduğunu ve bu nedenle, partinin, şehirleri boşaltma programlarının ve benzerlerinin memnuniyetsizlikle karşılanacağı yönlü bir beklentisinin olmadığını ileri sürüyor. Tamamıyla Stalinci olan üçüncü bir taraf ise, bu durumu, kulaklarına kutsal krallık ninnileri mırıldanılan ve din namlı afyona bağımlı olan gerici toplumun direnişine yordu.
PEKİ YA ŞİMDİ?
Hiçbir Khmer Rouge üyesi, siyasetkırım eylemlerinden dolayı cezalandırılmadı. Hatta sözde Kamboçya ‘demokrasisi’nde, hükümette yüksek mevkilere bile geldiler. Amerika mı? Tabii ki cezalandırılmayacaktı. O, uluslararası hukukun kanun koyucusu ve gerçeklerin tek yargıcı .
Her zamanki gibi, güçlü olan kazanıyor.
Kaynakça
Chalk, F. ve Jonassohn, K. (1990). The history and sociology of genocide: analyses and case studies. New Haven, Conn.: Yale University Press.
Fein, H. (1993). Revolutionary and anti-revolutionary genocides: a comparison of state murders in Democratic Kampuchea, 1975 to 1979, and in Indonesia, 1965 to 1966. Comparative Studies in Society and History, 35(4), 796-823.
Hinton, A. L. (1998). Why did you kill?: The Cambodian genocide and the dark side of face and honor. The Journal of Asian Studies, 57(1), 93-122.
Krain, M. (1997). State-sponsored mass murder: the onset and severity of genocides and politicides. The Journal of Conflict Resolution, 41(3), 331-360.
van Schaack, B. (1997). The crime of political genocide: repairing the Genocide Convention’s blind spots. The Yale Law Review, 106(7), 2259-2291.
Willmott, W. E. (1981). Analytical errors of the Kampuchean Communist Party. Pacific Affairs, 54(2), 209-227.
05 ARALIK 2005
Çeviren: Elif Taşkan
Kanlı bir iç savaştan sonra Khmer Rouge, başkent Phnom Phen'e girdi ve 1975 yılının Nisan ayında siyasal erk adına ne varsa hepsini ortadan kaldırdı. İşte yeni rejimin yürürlüğe koyduğu uygulamalar:
-Şehirlerin boşaltılması.
-Budizm’in ve diğer dinsel tapınma biçimlerinin yasaklanması.
-Ekonomik üretim ve tüketimin kamulaştırılması.
-Kitapların yakılması ya da kimi zaman, onlara hükümetin el koyması.
-İfade, seyahat, ikamet etme ve meslek seçme özgürlüklerinin ortadan kaldırılması.
-Örgün eğitimin kaldırılması.
-Para, pazar ve mahkemelerin kaldırılması.
-Kadın-erkek ayrımının kaldırılması ve kadının, sosyal hayatın tüm alanlarına katılımının desteklenmesi.
-''Komünizmin Yeni İnsanı''nın yetiştirilmesi için, çocukların, ailelerinden koparılması.
-Mülkiyetin kamulaştırılması. (Hinton,1998)
-Yabancı dillerin kullanımının yasaklanması. (Van Schaack,1997)
-Ambulanslar da dahil olmak üzere arabalar, buzdolapları, çamaşır makineleri, televizyon setleri, telefon ve daktiloların hurdaya kaldırılması.
SOYKIRIM MI SİYASETKIRIM MI?
Kamboçya'da yapılanların soykırım olarak adlandırılmasına karşılık, bu konu hakkında bazı haklı şüpheler var: Soykırım, ulus-devletlerin ortaya çıkmasının kaçınılmaz sonucudur. Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'nde, 2. maddede geçen soykırım tanımı, ''ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel.....vb. bir grubu, tamamen ya da kısmen yok etmek amacıyla gerçekleştirilen eylemler'', olarak yapılmıştır. Fakat soykırımın yasal anlamı, devletin kendi eliyle gerçekleştirdiği tüm kitle katliamlarını kapsamaz. Öyleyse; Kamboçya tarihi, bir soykırım örneği sayılmaz: Halk, 2.maddede belirtilmiş olan nedenlerden farklı nedenlerden dolayı katledilmiştir (karş. Van Schaack,1997). Bazı yorumcularsa, soykırım sözcüğünün içerdiği bu dar kapsamı Sovyetler Birliği'nin müdahelesine bağlarlar. Gerçekte bu, hikayenin sadece bir kısmı: 2. Madde’de geçen devlet eliyle kitle katliamı tanımına karşı çıkanlar, sadece -genellikle politik muhaliflere karşı saldırgan bir tutum içinde olan- Sovyetler Birliği değil, aynı zamanda Latin Amerikalı ve Mısırlı delegelerdi. Karşı çıkmışlardı; çünkü muhaliflere yaptıkları yüzünden mahkemede yargılanmaktan korkmuşlardı (van Schaack,1997). 2. Madde’de geçen tanım, Naziler tarafından sosyalistlere, komünistlere ve eşcinsellere karşı yapılan katliamları bile kapsamamaktadır. Dahası, soykırımın 2. Maddedeki tanımlanış biçimi, devletlerin, kitle katliamları için bahaneler uydurmalarına engel olmamaktadır: Politik muhaliflere karşı sert bir tutum içinde olan devletler, devletin yaptığı kitle katliamlarının milliyet, etnisite, ırk ve dinden kaynaklanmadığını; siyasal muhaliflerin sözkonusu devletlerin bekası için gerçek bir tehdit olmalarından ileri geldiğini öne sürerek suçlamalardan kaçabilirler. Aslında bu, 1965-1966 yılları arasında, Endonezya’da, yaklaşık bir milyon Endonezya Komünist Partisi üyesinin öldürüldüğü kitle katliamında öne sürülen gerekçe idi. Her zamanki gibi, ‘iç düşman’ sayılmışlardı.
İşte bu yüzden, soykırım araştırmacıları, 2. Maddedeki tanımı desteklemekte oldukça isteksiz. Araştırmacılar, Kamboçya'da (1975-1979) olanları andıran olayları kapsamak için, soykırımı tekrar tanımlamayı tercih ediyorlar (karş. Chalk, & Jonassohn, 1990). Bir diğer araştırmacı grubuysa, 2. Maddedeki tanımla hiç uğraşmadan diğer kitle katliamı çeşitleri için terimler ürettiler: Örneğin; siyasetkırım, ''örgütlü siyasal muhalefetleri nedeniyle hedef gösterilen insanların topluca öldürülmesi'' olarak tanımlanırken, halkkırım ''devlet eliyle kitle katliamı'' olarak tanımlanıyor.
Fakat Kamboçya katliamları, aslında bu, bu halkkırımın ana izleği olmasa da, etnik yok edişleri de kapsar: Neredeyse bütün Vietnamlılar, Çinlilerin yarısı, Kamboçya'daki Lao ve Cham halkının yarısına yakını, 1975-79 yılları arasında öldürüldü (Fein,1993).
Tanımla ilgili problemler, ''devletin aracı olduğu kitle katliamları'', ''devlet terörü'' ve devletin uyguladığı şiddetin diğer türleri arasında karşıtlıklar çizildiğinde, tekrar gündeme geliyor. Krain (1997), devlet terörizmini, devletin, insanlar arasında korku uyandırmak amacıyla gerçekleştirdiği vahşi eylemler olarak tanımlarken, katliam ve halkkırımı, devletin teşvik ettiği kitle katliamlarının alt türleri olarak tanımlıyor. Katliam ve halkkırım, tam da kitle katliamları ile tanımlanırken, devlet terörizmi,, kitle katliamlarının varlığını gerektirmiyor.
NEDEN KAMBOÇYA'DA?
Neden böylesine büyük bir katliam Kamboçya'da oldu? 1990'ların başlarının Kamboçyası'nda; alan araştırması yapan antropolog Hinton, Kamboçya'daki kitle katliamlarının nedeninin kültürle tam olarak açıklanamayacağını kabul etse de, saygınlık ve şeref gibi kültürel değerlerin Pol Pot tarafından komuta edilen Kamboçya ordusunun daha alt kademelerinde önem taşıdığını düşünüyor. Buna rağmen, Doğu Asya toplumlarının çoğunda olduğu gibi, Kamboçya'da da, üstlere itaatin temel normlardan biri olması dikkate değer.
Toplumsal uzamın hiyerarşik parçalanımı da, Tay dilinde olduğu gibi Kamboç dilinde de açıkça kodlanır: Farklı sosyal tabakalara seslenmek için farklı sözcükler vardır. O kadar ki, ''Kamboçça konuşmak, saygı göstermektir'' bile denebilir. Yemek-içmek gibi günlük aktiviteleri anlatmak için bile, konuşan ve dinleyenin statüsüne göre kullanılan oldukça değişik sözcükler var. Gerçekten de Khmer Rouge yönetimi tarafından yapılan yeniliklerden biri de, güç ve statü farklılıklarını yansıtan sözcüklerin kaldırılması ve onların yerine ‘kardeş’ ve ‘yoldaş’ gibi sözcüklerin ve sosyal olarak asimetrik biçimlerde ifade edilegelmiş günlük aktivitelere karşılık gelen kırsal ve kentli konuşma diline ait eşdeğerlerinin getirilmesi idi. Ebeveynler ve çocukları arasındaki hamilik taslayan konuşmalar bile, ''yoldaş anne'' ve ''yoldaş baba'' konuşmalarına dönüştü (Hinton,1998).
Krain (1997), katliam ve siyasetkırımın yapısal analizini yapıp yedi etkenin birlikteyken daha yüksek bir olasılıkla soykırımlara ya da siyasetkırımlara yol açtığını ortaya koyuyor. Bunlar: dış savaş, iç savaş, anayasadışı değişiklik, dekolonizasyon geçmişi, siyasal erkin az sayıda kurumda merkezileşmesi, saldırgan bir devletteki etnik homojenlik seviyesi ve devletin dünya ekonomisinde marjinalleşmesidir.
GÜNAH KEÇİSİ OLARAK POL POT: SADDAM'IN ESKİ VERSİYONU
Kamboçya'daki olaylara karşı gösterilen tepkilerin en yaygını, Pol Pot'u ve onun sözde ideolojisini suçlamaktı. Varsayım şuydu: Kamboçya devletinin vahşi uygulamalarından komünizm sorumludur. Bu görüşün destekçileri, bu eski kanlı rejimin kalıntılarını canlandırmakta oldukça istekliler. Elbette ideolojisi de dahil olmak üzere Pol Pot'un ne şeytan olduğunu doğrulamak amacıyla, işkence aletleri, çekilen fotoğraflar ve diğer dökümanlar sergilenmekte. Bununla birlikte, sanki burada Freud’cu bir komedi oynanıyor: Pol Pot'u suçlayan ve onun ideolojisini eleştirenler, insanlığa karşı verdiği sözleri tutan ve yönetimde insan hakları meşalesini taşıyan o yaşlı amca değildi. Ölü sayısı yüksek olsa da, Kamboçya kitle katliamı, daha önce hiç görülmemiş bir şey değildi ve hiçkimse ya da hiçbir kurum, insan coğrafyasında herhangi bir yerde bir daha olmayacağının garantisini veremez.
Kamboçya kitle katliamında kurban olanların sayısı, bir önceki yüzyılda olmuş olan ve içinde bulunduğumuz yüzyıldaki şu beş yıllık süre içinde olmaya devam eden Amerikan kolonileştirme macerasında kurban olanların sayısından az değil. Aynı şekilde, Latin Amerika'da devlet erkini meşrulaştırma aracı olarak kullanılan devlet katliamları da daha az şiddetli ve daha az kanlı değil. Daha da ötesi, Khmer Rouge yönetiminden önceki hükümet, siyasal muhaliflerle taciz, işkence, faili meçhuller ve kayıplar yoluyla başa çıkma noktasında, daha az kötü ünlü değildi. Son olarak, Khmer Rouge yönetiminin çöküşünden sonra, Pol Pot'un takipçilerinin, Amerika ve Çin'den, Vietnam'a karşı savaştıkları için, finansal ve lojistik destek almaları bir rastlantı değil. A.B.D. Hava Kuvvetleri’nin o zamana dek o çapta görülmemiş hava saldırısı da dahil olmak üzere –A.B.D.’nin diğer suçlarını saymıyoruz bile- A.B.D.’nin Kamboçya tarihindeki trajedilerdeki suç ortaklığı unutulamaz. Yaklaşık 350,000 Kamboçyalı köylü, bu yoğun bombalama sırasında öldü. Bombalamanın yoğunluğu, Japonya'dakini bile çok aşmıştı.
Sorumluluğun, Kamboçya kültürünü, komünizmi ve Pol Pot'u aştığı oldukça açık. Fakat, eğer ki, bütün bunlar Kamboçya kültürünü oluşturan belli unsurlar yüzünden olmuş olsaydı ve tabii bu unsurların hemen hemen Doğu Asya kültürlerinin hepsinde görüldüğünü de göz önüne alırsak, kitle katliamları, yalnızca Doğu Asya'da gerçekleşir; dünyanın başka hiçbir yerinde görülmezdi. Fakat siyasal tarihin son devirlerine şöyle bir bakacak olursak, devlet eliyle yapılan bu kitle katliamlarının Doğu Asya'ya ya da tüm Doğu Asya ülkelerine özgü bir şey olmadığını görürüz. Aynı şey komünizm için de geçerli: Eğer bu, komünizme bağlı olsaydı; komünist ülkeler haricindekilerde kitle katliamları görülmezdi. Fakat durum böyle değil. Sonuç olarak Pol Pot'un şeytan gibi gösterilmesi, Pol Pot'un gizli bir melek olması nedeniyle değil; kitle katliamları, bir kişi tarafından gerçekleştirilmediği için temel olarak yanlıştır. Tarihi olayları açıklamada bireyler üzerine bu kadar çok odaklanılması genellikle Avrupalı ve Amerikalı bilim adamlarına özgüdür ve maalesef ki bu, alternatif tarihçilik arayışında olan çoğu bilim insanına da geçmiştir. Bu tarz açıklamalar; Hitler, Saddam, Bush ya da Stalin gibi insanları, halkının isteklerine karşı hareket eden psikopatlar olarak tanımlar. Bu yaklaşım, insanların Freud'gil bilinçdışı babacıl eğilimleri nedeniyle sürekli güç kazanmaktadır. Bu “lider-kalabalıkları-yönlendirir” biçimindeki tarih anlayışı, siyasal kütleleri lider pozisyonlara taşıyan koşulların yanı sıra, otoriteyi elinde bulunduran siyasal kütlelerin sorumluluklarını da gözden kaçırır: Pol Pot; tabii ki gücü tek başına ele geçirmemiştir, ordunun yanında bir de komünist parti vardı. Bu iki anahtar organizasyonun üyeleri, Pol Pot'tan daha az sorumlu değiller. Daha açık olmak gerekirse; hem komünizmi hem de Amerikancılık’ı ortadan bölen belli bir tür ideoloji sorumludur ve sanırım bunun adı çok da yabancı değil: Despotizm; yani halk için devlet yerine tam tersi.
MEŞRULAŞTIRMA PROBLEMİ ve EKONOMİK ve POLİTİK İDEOLOJİLERİ AYIRT ETME İHTİYACI
Doğal olarak, ekonomik ideolojilerle politik ideolojiler arasına bir çizgi çekme ihtiyacı hissediyoruz. Meşrulaştırma problemi ise her yerde mevcut. Bu, vatandaşlara belli bir partiye oy vermeleri için rüşvet teklif edilen ‘katılımcı demokrasilerde’ bile ciddi bir problem. Bir paket pirinç ya da hububat, işi hallediyor. Teokrasinin meşrulaşması, ümmet ya da Yehuda'nın oğulları, resmi inancı sekülarize edilmemiş halde takip ettikleri sürece gerçekleşir. Komünist toplumlar, sözkonusu problemden muaf değiller: Devrimci hükümetler tarafından atılan adımların en azından bazıları, desteksiz olabilir. Ve son olarak, kraliyet yönetimi, biyolojik bir oligarşi olarak hareket ettiği suçlamasıyla potansiyel olarak karşı karşıya kalıyor. Bunlar, politik değerlendirmeler. Bütün devletlerin muhalifleri vardır; fakat devletin onları nasıl karşıladığı ekonomik bir sorun değil. İfade özgürlüğü, ekonomik açıdan komünist olan bir devletle çelişmez; fakat evet, bütün vatandaşlardan komünizme saygı göstermesi beklenilen, kökenindeki nedenlere yabancılaşmış, devrimin, köklerini söktüğü varsayılan din ve töreler gibi eski kurumların yerini alan, siyasal açıdan komünist olan bir devletle çelişir. Bu noktada ortadan kaldırılması gerekenler, din ya da töreler değil, onların içerisinde, vatandaşları koyun haline getiren belli unsurlardır.
İnsan hakları ve bunun ekonomik politikalar ile ilişkisi anlaşıldığında ekonomik değerlendirmelerin çok fazla meşrulaştırılmasına özünde gerek kalmaz: En temel düzeyde; bir toplum, hiç kimse, özel hastanelerin astronomik faturaları yüzünden ölmüyorsa; okul öncesi, ilk ve orta okul eğitimi, toplumun tüm kesimleri için doğal bir hak olarak görülüyorsa, böylelikle insanların okumaz-yazmaz olması önleniyorsa ve hiç kimsenin ekonomik olanaksızlıklar yüzünden yüksek öğrenim görememesi söz konusu olmuyorsa, adil bir toplumdur. Tabii ki bu liste, vatandaşların; ulaşım hakkı, telekomünikasyon hakkı ve tacizden uzak ya da mal sahiplerinin kiracılara mal sahibi olmalarından kaynaklanan güçle birçok şeyi kısıtlamadığı, bedava ya da ucuz barınma hakkı gibi temel haklarını kapsamak üzere uzatılmak zorundadır. Bu liste, tekrar iki kat ya da daha fazla uzatılabilir ve bizler bunun kapsayıcı bir liste olduğunu iddia etmiyoruz ve bu liste, Kamboçya’nın siyasal tarihini konu olan bir çalışmada elbette kapsayıcı olamaz. Fakat ne olursa olsun böyle bir listeye duyduğumuz ihtiyaç, ekonomik ve politik ideolojiler arasına bir çizgi çekmenin gerekliliğinin altını çiziyor. İşte bu, bizi, bir devletin politik açıdan bir krallık; fakat ekonomik açıdan sosyalist ve hatta komünist olma olasılığına götürüyor. Tarihin unutulmuş bir sayfası da benzer satırlar taşıyor : Khmer Rouge rejiminden önce başta olan Kamboçya Kralı Sihanouk da Vietkong güçlerini ve Amerikan emperyalizmine karşı savaşan Kamboçyalı komünist isyancıları desteklemişti (karş. Willmott,1981). Kral Sihanouk, Budist sosyalizminin savunucusu olarak bilinir.
Sovyet tecrübesi ise tam tersinin de mümkün olabileceğini gösterdi. Ekonomik eşitlik, politik eşitlikten farklıdır. Sınıf farkının olmadığı bir toplumun oldukça yakın olduğu Sovyet Devrimi'nin en üst noktasında bile, komünist büyükler adı altındaki politik elitler ve yabancılar- yani komünist parti üyelerinin haricindeki kalabalık kitleler- arasındaki asimetri bitemedi, belki de kasten bitirilmemişti. Sonuç olarak, gerçekte, Sovyet toplumu, ekonomik açıdan komünist bir toplumdu ve politik açıdan krallıklara benziyordu. Buna benzer bir sahne de Kamboçya'da yaşandı: Köylüler ('eski insanlar') ve boşaltılmış şehirlerin eski sakinleri ('yeni insanlar') arasında bir hiyerarşi oluşturuldu. Yazılı olmayan farklı yasalara tabiydiler. Örneğin; bir 'eski insan' patates çaldığı takdirde uyarılırken, bir 'yeni insan' aynı suçu işlediğinde ölüme mahkum ediliyor, kurşuna diziliyordu (Hinton,1998). Bunun üstüne, Khmer Rouge üyeleri ve diğerleri arasındaki asimetriden bahsetmeye bile gerek yok.
Sovyet başarısızlığına karşı ise verilecek iki yanıt vardı: Bir taraf, Sovyet tecrübesinin, komünist devlet ilan edilmiş olsa da, gerçek bir komünist devleti örneklemediğini söylemekte. Sonuç olarak komünizmin yüzünü kara çıkarmamış olmaktalar ve yoksul kitleler için hala bir umut var. Diğer tarafsa, bu başarısızlığı, komünizmin sosyal sınıfları yok etmek için hazırlanmış bir politik program olmaktaki başarısızlığı olarak değerlendirmekte.
Solcu çevrelerde Kamboçya kitle katliamlarına karşı gösterilen tepkiler de aynı doğrultuda ele alınabilir: Bir taraf, uzun süre boyunca, katliam haberlerinin; Şeytan Amerika’nın Kore ve Vietnam'da, şimdi de Irak'ta, yaptığı propaganda çabasına benzediğini düşünüyordu. Yine aynı taraf, uzun süre; sanki 2. Paylaşım Savaşı’nın sonlanmasından yarım yüzyıl sonra Filipin adalarında saklanırken bulunan ve Japon Güneş-Tanrı imparatorlarına olan kör bağlılıklarından, savaşın bittiğine inanmayan kaybolmuş Japon askerleriymiş gibi, Stalin'in kötülüklerine inanmadılar. Fakat yine de, bu kadar çok enformasyon ve dezenformasyon kampanyasının içinde, siyasal güç merkezlerinin verdiği haberleri tartmakta bir kuşku kırıntısı olsun, elbette gerekli.
Khmer Rouge'un Pekin'e yakınlık duyduğunu, gerçekte bir köylü devleti kurmak için şehirleri boşaltmayı öngören Maoist bir program uyguladığını ve açıkça, Mao'nun Büyük Sıçrayışı'ndan ilham aldığını fark eden ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin Khmer Rouge'la bağlantıları olan tek yabancı ülke olduğunu aklında tutan bir diğer taraf, şiddeti, karşı-devrimci eğilimler taşıyan Maoist karanlık politikalara bağladı. Khmer Rouge, asıl nedenleri gözden kaçırarak, şehirleri, eşitsizliğin kökeni olarak gördü. Aynı şekilde Willmott (1981), Kamboçya Komünist Partisi'nin sınıf analizinin hatalı olduğunu ve bu nedenle, partinin, şehirleri boşaltma programlarının ve benzerlerinin memnuniyetsizlikle karşılanacağı yönlü bir beklentisinin olmadığını ileri sürüyor. Tamamıyla Stalinci olan üçüncü bir taraf ise, bu durumu, kulaklarına kutsal krallık ninnileri mırıldanılan ve din namlı afyona bağımlı olan gerici toplumun direnişine yordu.
PEKİ YA ŞİMDİ?
Hiçbir Khmer Rouge üyesi, siyasetkırım eylemlerinden dolayı cezalandırılmadı. Hatta sözde Kamboçya ‘demokrasisi’nde, hükümette yüksek mevkilere bile geldiler. Amerika mı? Tabii ki cezalandırılmayacaktı. O, uluslararası hukukun kanun koyucusu ve gerçeklerin tek yargıcı .
Her zamanki gibi, güçlü olan kazanıyor.
Kaynakça
Chalk, F. ve Jonassohn, K. (1990). The history and sociology of genocide: analyses and case studies. New Haven, Conn.: Yale University Press.
Fein, H. (1993). Revolutionary and anti-revolutionary genocides: a comparison of state murders in Democratic Kampuchea, 1975 to 1979, and in Indonesia, 1965 to 1966. Comparative Studies in Society and History, 35(4), 796-823.
Hinton, A. L. (1998). Why did you kill?: The Cambodian genocide and the dark side of face and honor. The Journal of Asian Studies, 57(1), 93-122.
Krain, M. (1997). State-sponsored mass murder: the onset and severity of genocides and politicides. The Journal of Conflict Resolution, 41(3), 331-360.
van Schaack, B. (1997). The crime of political genocide: repairing the Genocide Convention’s blind spots. The Yale Law Review, 106(7), 2259-2291.
Willmott, W. E. (1981). Analytical errors of the Kampuchean Communist Party. Pacific Affairs, 54(2), 209-227.
05 ARALIK 2005
Çeviren: Elif Taşkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder