Son KESK eylemi, buna karşı hükümetin aldığı tavır, Sivas davasında ki zaman aşımı, Hrant Dink’in katillerinin örgüt dışı oluşum kabul edilmesi, arkasında örgüt yoktur kararları ne anlama gelmektedir ?
Eldeki veriler AKP’ nin kesin bir şekilde burjuva demokratik devrimini yapmayacağını gösteriyor. Aksine ortaçağ ilişki ve kurumlarına gitmek istediği anlaşılıyor. Burjuvazisinin iktidarda olduğu bir ülkede yaşıyoruz, ama burjuva demokrasisi olmayan bir ülkede yaşıyoruz. Her ne kadar burjuvaziden başka sınıf ve katmanlar olsa da ekonomik-siyasi-sosyal yani egemen anlamda bir burjuvazisi vardır. Öteden beri değişik yollarla kurdukları ekonomiyi Emperyalizme bağımlı, onunla entegre bir şekilde geliştirmişler.
Bunların daha alt düzeyde olan sınıfları, zaman zaman çelişseler de, bu büyük burjuvazinin yanında yer almaktadır. Kısaca toprağa dayalı ekonomik yapılar, orta sanayiye ( burjuvazinin biraz altı orta sınıf üretim) veya değişik meslek gruplarında ve katmanlarında olsun, bu yapı değişmemektedir.
Anadolu’dan gelen yeni sermeyenin olduğunu, onun da ‘’aşağıdan geldiği söylenmektedir ..!’’bu sermayenin AKP’ ye yakın olduğunu, TUSİAD gibi büyük sermayeye alternetif olduğu söylenmektedir. Bütün bu hakim sınıflar, sadece pastadan paylarını biraz daha arttırmak istemektedirler. Ülkenin demokratikleşmesi, modern ilişki ve kurumlara yönelmesi bunların gündeminde asla olmamaktadır.
Burjuva demokratik devrimi demek ? proleteryanın özgür bir şekilde örgütlenme ve mücadele etmesi demektir. Devamla, sendikal ve siyasal alanda kendi ilişki ve kurumlarını yaratmaları ve sağlamlaştırmalarıdır.Burjuva demokrasisi, aydınların, yazarların, akademisyenlerin korkusuzca ve hiçbir engelle karşılaşmadan, görüşlerini açıklayabilmeleri demektir. Burjuva demokrasisi yada batı demokrasisi dediğimiz rejimin aslı budur.
Emeğin alabildiğine özgürce örgütlenmesi, dilediği gibi toplu pazarlığa girmesi demektir.
Biz şu anda neyi yaşıyoruz ? kamu emekçisinin saldırıya uğradığı, baskı ve işkenceye maruz kaldığı bir durumu yaşıyoruz.
Burjuva demokrasisinde bütün sosyal taraflar örgütlü kurumlarıyla, toplu pazarlık ve diyaloğa girmektedirler. Bunlarda o yok.
AKP son 10 yıllık iktidarı altında, sürekli anti-demoktatik uygulamalara yönelmektedir. O halde AKP ‘ nin demokrasiyi getireceğini, burjuva demokrasisini getireceğini söyleyemeyiz.
Referandumda oyların % 58 ‘i 12 Eylül askeri faşist darbesinin yargılanması yönünde olmuş, üzerinden 2 yıl geçmiş olmasına rağmen hala 12 Eylül darbecilerini yargılama ve darbe hukukunun ortadan kaldırılmasında ağır davranılmaktadır.
Hem Hrant Dink davasında, hem Sivas katliamı davasında, hem de diğer davalarda alınan kararların ve uygulamalarının, AKP’ nin hukuk normlarına uymadığı ve kamu vicdanını yaraladığı söylenebilir.
TSK’ nın son genel kurmay başkanını yargı önüne çıkarmış, tutuklatmış ama Evren ve ekibini ne gözaltına almış, ne de tutuklatmıştır. Yani AKP kendi eğilimine zarar verebilecek olan darbecileri yargılıyor, diğerlerine hiç baktığı yok. Dolayısıyla AKP+TUSİAD+ Anadolu sermayesi+diğer bütün orta sınıflar Türkiye de demokratikleşme istememektedir.
Eğer Türkiye demokratikleşirse, İşçi-memur-yoksul köylü gibi katmanlar, daha iyi örgütlenecek ve ülkedeki ekonomik pastadan aldıkları payı arttırmaya çalışacaklar.
Onun için mümkün olduğu kadar emekçi sınıf ve tabakaları baskı altında tutmak, örgütsüz bırakmak, söz konusu bütün hakim çevrelerinin önceliğidir. AKP’ de onları anlayışının temsilcisidir.
İşçi sınıfı için burjuva demokrasisi de olsa, faşizm de olsa, önündeki tek seçenek buna karşı mücadele etmek olacaktır. Burjuvazinin en iyi yönetimi de olsa buna karşı mücadele edecek ve iktidarı, ekonomik-sosyal-siyasal-sınıfsal her açıdan alacaktır. Kısaca asıl amacı kendi iktidarını kurmak olacaktır. Kendi iktidarını kurma yolunda ki mücadelede, döneme uygun ittifaklar da gerçekleştirecektir. Hatta kurduğu iktidarı paylaşacağı, kendi konumuna yakın sınıf ve tabakalar da olacaktır.
Ancak proleterya, iktidarı alamadığı durumlarda, yani muhalefette de olsa, ülkenin genel demokratikleşmesi yolundaki mücadelelere destek verir. Buna burjuvazinin herhangi bir katmanı önderlik etse de bu destek normaldir ve yapılmalıdır. İşçi sınıfı burada burjuvaziyi ve onun proğramını desteklemekle aslında kendi çıkarlarına desteklemektir. Kendi geleceğini, kendi yolunu açmaktadır.
Marksizm-Leninizm, yeri geldiğinde ortak iktidarı, yani ikili iktidarı da red eder. Koşullar olgunlaşınca kendi iktidarını kurmaya yönelir. Yani burjuvazi çok iyi bir dünya da kursa, proleterya o dünyada kalmak istemez, istememelidir.
Kısaca işçi sınıfı ve emekçi katmanlarının önünde ikili görev bulunmaktadır. Hem kendi iktidarını kurmaktan vaz geçmemek, bunun mücadelesini ısrarlı bir biçimde vermek, hem de muhalefette olduğu süreç içinde ülkenin genel demokratikleştirilmesi mücadelesine etkide bulunmak.
Ülkenin genel demokratikleştirilmesi mücadelesi, tek başlık altında olmamalıdır. Çevre, ekoloji, kadın, farklı dilleri konuşan halkların ve farklı inanç kesimlerinin vb içinde olacağı son derece geniş konuların hepsine sahip çıkmak, çözüme götürmeye, yada iktidarlara baskı yaparak çözüme gidilmesini sağlamaya çalışmalıdır. Sadece sınıfa karşı sınıf demek de yetersizdir.
Az önce kısmen bahsettiğim konu başlıkları daha da arttırılarak, mücadelenin eşit bileşenleri haline getirilmelidir. Eşit bileşenleri haline getirdiği konuları, ya kendi iktidarı altında çözüme götürecektir, ya da muhalefette olduğu ve yapabildiği ölçüde karşısında mücadele ettiği iktidara bu konularda etki ederek adım atmaya zorlayacaktır. Çözümler kısmen de olsa, köklü çözümler olmasa da işçi sınıfı ve onun bileşenleri bundan vazgeçmemelidir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder