Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu, esas olarak 1929 yılında dünya genelinde yaşanan büyük ekonomik krizin etkilerinden biriydi. Türkiye’nin zaten bozuk olan ekonomisi krizin etkisiyle çökmüş, toplumun zaten ağır baskıların altında boğulmakta olan çeşitli kesimlerinin öfkesi zirveye tırmanmıştı. Gidişatın hiç de parlak olmadığını anlayan Mustafa Kemal, halkın öfkesini bir nebze olsun azaltabilmek, tabiri caizse patlamak üzere olan kazanın basıncını azaltabilmek için yeni bir siyasi partinin kurulmasını emretti. Bu, Serbest Cumhuriyet Fırkası'ydı..
SONU GELMEZ BASKILAR
Resmi tarihin anlatımına göre, 1923 yılında düşmanlar mağlup edilmiş, cumhuriyet kurulmuş ve “Türk milleti” layık olduğu çağdaş yaşam seviyesine ulaştırılmıştı. Ancak görünüşe göre durum hiç de bu minvalde değildi. Daha 1924 yılında, yani cumhuriyetin kuruluşunun hemen bir yıl sonrasında, en yakın silah ve çalışma arkadaşları, Mustafa Kemal’in aşırı otoriter, hatta diktatoryal tarzı karşısında örgütlenme yoluna giderek, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. TCF kısa sürede büyük başarı kazanmak üzereyken, Kürt halkına verilen sözlerin tutulmamasının bir sonucu olarak Şeyh Sait isyanı patlak verdi. İsyan, Mustafa Kemal önderliğindeki Cumhuriyet Halk Fırkası’na her türlü muhalefet hareketini şiddet kullanarak ezme imkânı sağladı.
1925 yılında İsmet Paşa hükümeti tarafından kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu, “dinci gericilik” kategorisi altında bir araya getirdiği muhalefet hareketlerini tümüyle susturdu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında bulunan “Fırka, efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkârdır” maddesi, parti yönetiminin Şeyh Sait İsyanı’yla ilişkisinin asla kurulamamış olunmasına rağmen, partinin kapatılması için yeterli sayıldı. Kürt halkının haklı ulusal talepleri, gericilik ve yabancı kışkırtması bahanesiyle kanlı bir katliamla bastırıldı.
Kapitalizmle bütünleşmek adına dayatılan “devrimler” halk tarafından nefretle karşılandı. Şapka kanunundan sonra ülkenin birçok yerinde olaylar çıktı, Hamidiye zırhlısı şapka giymeyeceğini ilan eden Rize’yi topa tuttu. Harf devrimi ile bir anda koca ülke okumaz yazmaz ilan edildi, ülkenin tarihiyle olan bağları kesildi. Bu uygulamaya karşı çıkışlar da en şiddetli şekilde bastırıldı.
Mustafa Kemal önderliğinde kendisini egemen sınıf olarak örgütleyen bürokrasi, İzmir İktisat Kongresi kararları uyarınca “saksıda” yetiştirmeye çalıştığı burjuvazinin gelişmesi için uygun ortamı sağlamaya çalışıyordu. Gelişmiş kapitalist ülkelerle rekabet edebilmek için sermaye birikiminin hızla sağlanması, işçilerin daha yoğun bir şekilde sömürülmesi anlamına geliyordu. Takrir-i Sükun Kanunu, bu anlamda da yeni egemenlerin işine fazlasıyla yarıyordu. Yeni kurulmaya başlayan işçi sendikaları ve örgütleri de şiddetten nasibini aldı. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan işçi sendikalarının kurulması kararına rağmen işçi örgütleri kapatıldı.
GREVLER, GREVLER...
İstiklal Mahkemeleri hızla çalışmaya başlayarak, geniş emekçi kitleleri ağır kovuşturmalara uğratıldı. Aydınlık ile Orak Çekiç gazeteleri kapatıldı, Türkiye'de işçi liderleri, çeşitli işçi birlikleri ve bu gazeteleri çıkaran yayınevleri sorumluları onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırıldılar. Polis kuvvetleri grev yapma potansiyeline sahip olduğunu düşündükleri işçi önderlerini tutuklamaya başladılar. Bu yoğun baskılar altında bile, işçiler çeşitli grevler yapabilmeyi başarabildiler. 1925 yılında yaklaşık 10 farklı grev yapıldı ve bunlara toplam 32 bin 100 işçi katıldı. Bu grevlerin en büyüğü Zonguldak’ta, 12 bin işçinin katıldığı grevdi.
Yine 1925 yılında Erzurum, Samsun ve Adana şehirlerinde çalışan telgraf memurlarının grevi patlak verdi. 'Maaşlarına zam' yapılması talebinde bulunan telgrafçılar, talepleri kabul görmeyince greve başladılar. Hükümet, grevin arkasında komünistlerin bulunduğunu gerekçesiyle grevcileri tutukladı. Telgrafçılar hükümet aleyhine komplo kurmak suçlamasıyla Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderildiler.
İzmir’in 'kurtarıyoruz' bahanesiyle yakılıp yıkılmasından ve hinterlandı olan Ege köylerindeki Rum nüfusun yok edilmesinden sonra, İzmir’de ticaret yok denecek kadar azalmıştı. Şehrin Rum ve Ermeni sakinlerinden boşalan yeri doldurmaya çalışan yeni burjuvaziye karşı işçilerin grevleri ardı ardına patlak veriyordu. İzmir'de, kuru meyve fabrikalarında çalışan 5.000 kadar işçi, çalışma şartlarının düzeltilmesi ve ücretlerinin artırılmasıyla yedi gün süren bir greve çıktı. Bunun dışında da pek çok grev ve direniş yaşandı.
1926 ve 1927 yıllarında demiryolu işçileri ülke genelinde greve çıktı. Adana’da grevci işçilerin üzerine ateş açıldı, öncü işçiler tutuklandı. 1928 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Adapazarı karoseri fabrikasında çalışan 180 işçi10 günlük bir grev yaptılar ve kazanımlarla ayrıldılar. İstanbul’da 300 tekstil işçisi, işgünün kısaltılması talebiyle greve çıktı. Yine İstanbul’da 500 İstanbul tütün işçi 3 günlük bir grev yaptı. 1928 yılında İstanbul’da tramvay işçileri günler süren grevlerinde polisle çatıştılar.
BÜYÜK BUHRAN VE EKONOMİNİN ÇÖKÜŞÜ
Türkiye’de bütün bunlar yaşanırken, 1920’li yıllarda özellikle Amerika'da kapitalizm hızlı bir yükselişe geçti. Ekonomi süratle büyümeye başladı. Ford otomobil fabrikaları devrim niteliğinde bir yenilikle seri üretime geçti. Buna paralel olarak işçi ücretlerinde de görece bir yükseliş oldu. İşçi sınıfı ilk defa tatil yapmaya başladı. ABD'nin güney bölgelerinde, özellikle Florida ve civarında gayrimenkul satışları patladı. Öyle ki bölgedeki bataklıklar bile servet denebilecek fiyatlara satılmaya başladılar.
Ancak 1929'un başlarında yaşanan büyük bir tayfun, Florida ve civarını kasıp kavurunca gayrimenkul fiyatları hızla düşmeye başladı. İnsanlar ateş pahasına aldıkları gayrimenkulleri yok pahasına satmaya çalıştılar, fakat bunu da yapamadılar. Aldıkları kredileri geri ödeyemeyince de hem evlerinden, hem de paralarından oldular.
Gayrimenkulden kaçan paralar borsaya yöneldi ve spekülatif bir tırmanışa neden oldu. Amerikan Merkez Bankası bu gidişatı durdurmak için faizleri artırınca, 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa dibe vurdu. 1929 yılının fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar yok oldu. Yaklaşık 4 bin kadar banka battı, binlerce insanın mal varlığı yok oldu.
Her şeylerini kaybeden insanlar, kırlarda yaban bitkileri toplayıp hayatta kalmaya çalıştılar. Piyasadaki para bir anda yok olduğu için insanlar ihtiyaçlarını karşılamada takas yoluna giderek bir nevi değiş-tokuş ekonomisine geri döndüler. Amerika Birleşik Devletleri'nde toplam 13 milyon kişi işsiz kaldı.
Kriz Avrupa’yı da şiddetle sarstı. Almanya, İtalya ve İspanya’da borsa çöktü, devasa şirketler bir gün zarfında yok oldu, milyonlarca işçi işsiz kaldı. Faşist akımlar giderek güçlenmeye başladı.
SERBEST CUMHURİYET FIRKASI
Dünyayı sarsan şiddetli ekonomik kriz, Türkiye’yi de son derece olumsuz bir şekilde etkiledi. Ağırlıklı olarak tarımsal ürün ve hammadde ihracına, sanayi maddeleri ithalatına dayanan ekonomi yerle bir oldu. Tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan büyük düşüşler, Türkiye'nin dış ticaret hacmini daralttı. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de şirketler peş peşe iflas etmeye başladı. Sanayiciler, çiftçiler, küçük üreticiler bankalardan aldıkları borçları ödeyemediler. Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere işsizlik çok yüksek oranlara çıktı. Yoksullaşan köylüler, kentlere göç etmeye başladılar. Ülkede hemen her toplumsal kesimin hoşnutsuzluğu zirveye ulaştı ve doğal olarak Cumhuriyet Halk Fırkası’na yöneldi.
Bu durum karşısında Mustafa Kemal yükselen öfkeyi daha fazla kontrol altında tutamayacağını anladı. Genel sekreteri Hasan Rıza (Soyak) Bey’e söylediği: “… Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içersinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddî manevî perişanlık içerisinde…” sözleri, onun durumun farkında olduğunu ortaya koyuyordu. Böylece yakın çalışma arkadaşlarına yeni bir parti kurmalarını emretti. Bu partinin asıl amacı, esas olarak işçilerin ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu düzen sınırları içinde tutmak, sosyal bir patlamanın yaşanmasına engel olmaktı.
Partinin başkanlığına, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel sekreterliğini de yapmış olan Ali Fethi (Okyar) Bey getirildi. Ali Fethi Bey, Cumhuriyet Halk Fırkası içinde devletin ekonominin her alanına müdahalesini savunan ve şiddet yanlısı İsmet (İnönü) Paşa grubunun karşısında, nispeten daha liberal olan akımı temsil ediyordu. Daha önce de çeşitli kereler İsmet Paşa’yla çatışmış, Şeyh Sait İsyanı döneminde başbakanlıktan alınarak, yerini İsmet Paşa’ya bırakmıştı. Daha sonra Paris’e büyükelçi olarak atanmak suretiyle etkisizleştirilmişti. Ali Fethi Bey, Mustafa Kemal’le uzun pazarlıklar sonrasında, mülkî idarenin partiye baskı yapmayacağı sözünü alarak partiyi kurdu. Varılan uzlaşma, Mustafa Kemal’in mektubunda şu sözlerle ilan ediliyordu: “…Reisicumhur bulunduğum müddetçe reisicumhurluğun üzerime verdiği yüksek ve kanunî vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı âdil şekilde ve tarafsız yapacağıma ve laik cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nev’i siyasî faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına inanabilirsiniz.”
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın programı ekonomik liberalizmi savunmakla birlikte basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb. normalde liberal bir partinin savunması gereken konulara programında yer vermiyordu. Yöneticileri genellikle İnönü'yle geçinemeyen kimselerden oluşuyordu. Ancak yine de Serbest Cumhuriyet Fırkası, 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulur kurulmaz halktan büyük bir ilgi gördü. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ağır baskılarından, ekonomik krizden, tek parti diktatörlüğünden ve CHF kurumlarının yozlaşmışlığından bunalan kitleler, geniş işçi yığınları kitleler halinde partiye üye olmaya başladılar. SCF'nin üye sayısı ilk haftada 10 bine, ikinci haftanın sonunda 13 bine ulaştı.
İZMİR MİTİNGİ/SONUN BAŞLANGICI
Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticileri, halkın öfkesini yatıştırma görevini yerine getirmek üzere yurt gezilerine çıkma kararı aldı. İlk gezi hoşnutsuzluğun çok büyük boyutlarda olduğu İzmir’e yapılacaktı. Gezi hazırlıkları sürerken, CHF’nın bazı yöneticileri tehlikeyi sezinleyerek Ali Fethi Bey’i geziden vazgeçirmeye çalıştılar. Mahmut Esat (Bozkurt), çektiği bir telgrafta “durumun nazik olduğunu, gezinin iptal edilmesinin daha uygun olacağını” yazıyordu.
Bütün bu uyarılara rağmen 4 Eylül günü İzmir’e giden Ali Fethi Bey ve diğer parti yöneticileri, içinde bulundukları vapur limana yaklaştığında devasa bir kalabalığın kendilerini beklediğini gördüler. Parti yöneticilerinden Ağaoğlu Ahmet Bey, Mahmut Esat’ın telgrafının da etkisiyle, kalabalığın kendilerini ürküttüğünü anlatır. Ama durum tam aksiydi. Liman ve civarında binlerce kişi “Yaşasın Fethi Bey” sloganlarıyla SCF heyetini karşıladı. Çıkan izdihamda heyetin üstü başı parçalandı, Ali Fethi Bey baygınlık geçirdi. Heyet büyük güçlüklerle otele gidebildi.
7 Eylül’de mitingin yapılacağı İzmir Palas Oteli’nin önündeki meydanda 50.000 kişi toplanmıştı. O günler için bu muazzam kalabalık, Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticilerini bile dehşete düşürmüştü. Ali Fethi Bey, kalabalığı yatıştırmak için konuşmasına başladı. Aslında niyeti partisinin devrimlere ve cumhuriyete bağlı olduğunu söylemekti, fakat birkaç giriş cümlesinden sonra başındaki şapkayı işaret ederek “Bizim şapkayı çıkaracağımızı…” der demez, binlerce kişi başlarındaki şapkayı yere atıp çiğnemeye başladı. Oysa Ali Fethi Bey’in niyeti “Bizim şapkayı çıkaracağımızı söylüyorlar, bu bir iftiradır, inkılâplarla aynı fikirdeyiz” demekti.
Galeyana gelen öfkeli kitle Cumhuriyet Halk Fırkası binalarını taşlamaya başlayınca, jandarma halkın üzerine ateş açtı. Açılan ateşte ölen bir çocuğu, babası Fethi Bey'in önüne getirdi ve "Bir kurban verdik, daha da veririz, yeter ki bizi bunlardan kurtar!" dedi. Bunun üzerine mitingler yasaklandı, bölgede sıkıyönetim ilan edildi, ancak gösteriler günler boyunca sürdü ve pek çok ilçede işçi grevleri yaşandı.
SERBEST FIRKA KAPATILIYOR
İzmir mitingi, CHF yöneticilerinin paniğe kapılmasına neden oldu. Hatta Cumhuriyet gazetesinde 9 Eylül tarihli yazıda Mustafa Kemal’e hitaben durumunu açıklamasını isteyen bir açık mektup yayımlandı. Bunun üzerine Mustafa Kemal 10 Eylül’de bu mektuba verdiği karşılıkta “…Hakikati Fethi Beyefendi'ye yazdığım mektupta açıkça ifade ettiğimi zannediyorum. Kendilerince hakiki vaziyetin tamamen bilinmekte olduğuna şüphe yoktur. Ancak umumiyetle yanlış zan ve düşünceler ve görüşler olduğu anlaşılıyor.
Hakikat-i hali bir daha ifade ve tasrih edeyim. Ben Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Umumî Reisiyim. Cumhuriyet Halk Fırkası Anadolu'ya ilk ayak bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden doğmuştur. Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmem için hiçbir sebep ve lüzum yoktur ve olamaz.
…İşaret olunan hadiseler (…) ve hükümet ricaline ve otoritesine karşı bazı anlayışsız kuvvetler tarafından yapılan çirkin tecavüzlerden çok müteessir olduğumu tahmin etmek güç değildir.(…) Bu gibi saldırıcılar ve teşvikçiler Cumhuriyet kanunlarının takiplerinden tabiî kurtulamazlar” diyerek, ağırlığını açıkça CHF’den yana koydu.
Kısa bir süre sonra belediye seçimleri yapıldı. Seçim sonuçlarına göre 502 seçim bölgesinden -ikisi kent düzeyinde olmak üzere- 40'ında SCF kazanmıştı. İstanbul’da CHF toplamda 35.942, SCF 12.868; İzmir'de CHF 14.624, SCF 9.950; Bergama'da CHF 250, SCF 1.371; Merzifon'da CHF 496, SCF 557 oy almışlardı.[6] Samsun'da ise CHF'nin 416 oyuna karşılık SCF 3.312 oy kazanmıştı.
Ancak SCF seçim sonuçlarından memnun değildi. Ali Fethi Bey, seçimlerde hile yapıldığını öne sürüyordu. 6 Kasım 1930 tarihli meclis oturumunda, usulsüzlüklerle ilgili olarak meclise bir soru önergesi verdi. 15 Kasım’daki oturumda ise söz alarak seçimlerde yaşanılan baskılara ve yapılan usulsüzlüklere dair uzun bir konuşma yaptı. Bu artık bardağı taşıran damla olmuştu. CHF milletvekilleri de söz alarak, asıl usulsüzlük yapanın SCF olduğunu öne sürdüler.
Oysa Hasan Rıza Soyak’ın anılarında, Mustafa Kemal de durumun farkındaydı. Baskı ve güç mekanizmalarını ellerinde bulunduranların, seçimleri de kazandığını söylüyordu: "(...) Bana "Hangi fırka kazanıyor?" diye sormuş; "Tabii bizim fırka Paşam" cevabını vermiştim. O gülmüş: "Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin." buyurmuştu."
Bunun üzerine Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın üstlendiği sahte muhalefet görevini layıkıyla yerine getiremeyip, gerçek bir muhalefet partisi olma yolunda hızla ilerlediğine karar verildi. SCF yöneticileri ve üyeleri hakkında derhal mürteci, komünist vs. iddiaları yayılmaya başlandı. Ali Fethi Bey ile Mustafa Kemal, 16 Kasım 1930’da bir araya geldiler. Yapılan görüşme sonucunda partinin kapanma kararı çıktı. Karar, Ali Fethi Bey
“Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasî sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir.”
Parti kapatılmış ama durumda bir değişiklik olmamış, bilakis hoşnutsuzluk daha da artmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal, SCF’nin beceremediği görevi bizzat yerine getirmek için bir yurt gezisine çıkmaya karar verdi. İlk durağı, Serbest Fırka'nın İzmir'den sonra çok oy topladığı il olan Samsun’du. Samsun, M. Kemal'in "Anadolu'ya ayak bastığı" bir yer olarak büyük bir sembolik öneme sahipti.
Fakat Samsun gezisi hiç de beklenildiği gibi geçmedi. Samsun’da son derece gergin bir hava vardı. Mustafa Kemal şehri yoğun protesto gösterileri ve büyük güvenlik önlemleri altında gezebildi. Halkın “Açız!” pankartı açması onu derinden etkilemişti. Akşam yemeğinde kapatılmış SCF üyesi belediye başkanı Boşnakzade Ahmet Bey'e istifa etmesini emretti, ancak aldığı cevap hiç de beklenildiği gibi değildi.
Ahmet Bey, "Halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette bulunmayı uygun görmem, hükümetinizin elinde kuvvet vardır, görevden alırsınız olur!" diyerek Mustafa Kemal’in emrine karşı geldi.
Mustafa Kemal, o an sükûnetini muhafaza etmeyi başararak; ”Haklısınız, dediğiniz gibi olsun” dediyse de, Ahmet Bey’in izin istemesinden sonra yanındaki valiyi ağır bir şekilde haşladı.
Sabah olduğunda Vali Kâzım Paşa görevden alınmıştı. Aynı durum, SCF’nin seçimlerde CHF’ndan daha fazla oy aldığı diğer yerlerde de tekrarlandı.
Sahte bir muhalefet partisi olarak kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, gerçek bir muhalefete dönüşmeye başladığı andan itibaren kendi idam fermanını imzalamıştı. Resmi tarihe göre ise; “halk henüz demokrasiye geçmeye hazır değildi...”
Atilla Dirim, 3 Kasım 2011, Sesonline.net
SONU GELMEZ BASKILAR
Resmi tarihin anlatımına göre, 1923 yılında düşmanlar mağlup edilmiş, cumhuriyet kurulmuş ve “Türk milleti” layık olduğu çağdaş yaşam seviyesine ulaştırılmıştı. Ancak görünüşe göre durum hiç de bu minvalde değildi. Daha 1924 yılında, yani cumhuriyetin kuruluşunun hemen bir yıl sonrasında, en yakın silah ve çalışma arkadaşları, Mustafa Kemal’in aşırı otoriter, hatta diktatoryal tarzı karşısında örgütlenme yoluna giderek, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. TCF kısa sürede büyük başarı kazanmak üzereyken, Kürt halkına verilen sözlerin tutulmamasının bir sonucu olarak Şeyh Sait isyanı patlak verdi. İsyan, Mustafa Kemal önderliğindeki Cumhuriyet Halk Fırkası’na her türlü muhalefet hareketini şiddet kullanarak ezme imkânı sağladı.
1925 yılında İsmet Paşa hükümeti tarafından kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu, “dinci gericilik” kategorisi altında bir araya getirdiği muhalefet hareketlerini tümüyle susturdu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programında bulunan “Fırka, efkâr ve itikadat-ı diniyyeye hürmetkârdır” maddesi, parti yönetiminin Şeyh Sait İsyanı’yla ilişkisinin asla kurulamamış olunmasına rağmen, partinin kapatılması için yeterli sayıldı. Kürt halkının haklı ulusal talepleri, gericilik ve yabancı kışkırtması bahanesiyle kanlı bir katliamla bastırıldı.
Kapitalizmle bütünleşmek adına dayatılan “devrimler” halk tarafından nefretle karşılandı. Şapka kanunundan sonra ülkenin birçok yerinde olaylar çıktı, Hamidiye zırhlısı şapka giymeyeceğini ilan eden Rize’yi topa tuttu. Harf devrimi ile bir anda koca ülke okumaz yazmaz ilan edildi, ülkenin tarihiyle olan bağları kesildi. Bu uygulamaya karşı çıkışlar da en şiddetli şekilde bastırıldı.
Mustafa Kemal önderliğinde kendisini egemen sınıf olarak örgütleyen bürokrasi, İzmir İktisat Kongresi kararları uyarınca “saksıda” yetiştirmeye çalıştığı burjuvazinin gelişmesi için uygun ortamı sağlamaya çalışıyordu. Gelişmiş kapitalist ülkelerle rekabet edebilmek için sermaye birikiminin hızla sağlanması, işçilerin daha yoğun bir şekilde sömürülmesi anlamına geliyordu. Takrir-i Sükun Kanunu, bu anlamda da yeni egemenlerin işine fazlasıyla yarıyordu. Yeni kurulmaya başlayan işçi sendikaları ve örgütleri de şiddetten nasibini aldı. İzmir İktisat Kongresi’nde alınan işçi sendikalarının kurulması kararına rağmen işçi örgütleri kapatıldı.
GREVLER, GREVLER...
İstiklal Mahkemeleri hızla çalışmaya başlayarak, geniş emekçi kitleleri ağır kovuşturmalara uğratıldı. Aydınlık ile Orak Çekiç gazeteleri kapatıldı, Türkiye'de işçi liderleri, çeşitli işçi birlikleri ve bu gazeteleri çıkaran yayınevleri sorumluları onlarca yıllık hapis cezalarına çarptırıldılar. Polis kuvvetleri grev yapma potansiyeline sahip olduğunu düşündükleri işçi önderlerini tutuklamaya başladılar. Bu yoğun baskılar altında bile, işçiler çeşitli grevler yapabilmeyi başarabildiler. 1925 yılında yaklaşık 10 farklı grev yapıldı ve bunlara toplam 32 bin 100 işçi katıldı. Bu grevlerin en büyüğü Zonguldak’ta, 12 bin işçinin katıldığı grevdi.
Yine 1925 yılında Erzurum, Samsun ve Adana şehirlerinde çalışan telgraf memurlarının grevi patlak verdi. 'Maaşlarına zam' yapılması talebinde bulunan telgrafçılar, talepleri kabul görmeyince greve başladılar. Hükümet, grevin arkasında komünistlerin bulunduğunu gerekçesiyle grevcileri tutukladı. Telgrafçılar hükümet aleyhine komplo kurmak suçlamasıyla Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderildiler.
İzmir’in 'kurtarıyoruz' bahanesiyle yakılıp yıkılmasından ve hinterlandı olan Ege köylerindeki Rum nüfusun yok edilmesinden sonra, İzmir’de ticaret yok denecek kadar azalmıştı. Şehrin Rum ve Ermeni sakinlerinden boşalan yeri doldurmaya çalışan yeni burjuvaziye karşı işçilerin grevleri ardı ardına patlak veriyordu. İzmir'de, kuru meyve fabrikalarında çalışan 5.000 kadar işçi, çalışma şartlarının düzeltilmesi ve ücretlerinin artırılmasıyla yedi gün süren bir greve çıktı. Bunun dışında da pek çok grev ve direniş yaşandı.
1926 ve 1927 yıllarında demiryolu işçileri ülke genelinde greve çıktı. Adana’da grevci işçilerin üzerine ateş açıldı, öncü işçiler tutuklandı. 1928 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Adapazarı karoseri fabrikasında çalışan 180 işçi10 günlük bir grev yaptılar ve kazanımlarla ayrıldılar. İstanbul’da 300 tekstil işçisi, işgünün kısaltılması talebiyle greve çıktı. Yine İstanbul’da 500 İstanbul tütün işçi 3 günlük bir grev yaptı. 1928 yılında İstanbul’da tramvay işçileri günler süren grevlerinde polisle çatıştılar.
BÜYÜK BUHRAN VE EKONOMİNİN ÇÖKÜŞÜ
Türkiye’de bütün bunlar yaşanırken, 1920’li yıllarda özellikle Amerika'da kapitalizm hızlı bir yükselişe geçti. Ekonomi süratle büyümeye başladı. Ford otomobil fabrikaları devrim niteliğinde bir yenilikle seri üretime geçti. Buna paralel olarak işçi ücretlerinde de görece bir yükseliş oldu. İşçi sınıfı ilk defa tatil yapmaya başladı. ABD'nin güney bölgelerinde, özellikle Florida ve civarında gayrimenkul satışları patladı. Öyle ki bölgedeki bataklıklar bile servet denebilecek fiyatlara satılmaya başladılar.
Ancak 1929'un başlarında yaşanan büyük bir tayfun, Florida ve civarını kasıp kavurunca gayrimenkul fiyatları hızla düşmeye başladı. İnsanlar ateş pahasına aldıkları gayrimenkulleri yok pahasına satmaya çalıştılar, fakat bunu da yapamadılar. Aldıkları kredileri geri ödeyemeyince de hem evlerinden, hem de paralarından oldular.
Gayrimenkulden kaçan paralar borsaya yöneldi ve spekülatif bir tırmanışa neden oldu. Amerikan Merkez Bankası bu gidişatı durdurmak için faizleri artırınca, 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa dibe vurdu. 1929 yılının fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar yok oldu. Yaklaşık 4 bin kadar banka battı, binlerce insanın mal varlığı yok oldu.
Her şeylerini kaybeden insanlar, kırlarda yaban bitkileri toplayıp hayatta kalmaya çalıştılar. Piyasadaki para bir anda yok olduğu için insanlar ihtiyaçlarını karşılamada takas yoluna giderek bir nevi değiş-tokuş ekonomisine geri döndüler. Amerika Birleşik Devletleri'nde toplam 13 milyon kişi işsiz kaldı.
Kriz Avrupa’yı da şiddetle sarstı. Almanya, İtalya ve İspanya’da borsa çöktü, devasa şirketler bir gün zarfında yok oldu, milyonlarca işçi işsiz kaldı. Faşist akımlar giderek güçlenmeye başladı.
SERBEST CUMHURİYET FIRKASI
Dünyayı sarsan şiddetli ekonomik kriz, Türkiye’yi de son derece olumsuz bir şekilde etkiledi. Ağırlıklı olarak tarımsal ürün ve hammadde ihracına, sanayi maddeleri ithalatına dayanan ekonomi yerle bir oldu. Tarımsal ürün fiyatlarında yaşanan büyük düşüşler, Türkiye'nin dış ticaret hacmini daralttı. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de şirketler peş peşe iflas etmeye başladı. Sanayiciler, çiftçiler, küçük üreticiler bankalardan aldıkları borçları ödeyemediler. Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere işsizlik çok yüksek oranlara çıktı. Yoksullaşan köylüler, kentlere göç etmeye başladılar. Ülkede hemen her toplumsal kesimin hoşnutsuzluğu zirveye ulaştı ve doğal olarak Cumhuriyet Halk Fırkası’na yöneldi.
Bu durum karşısında Mustafa Kemal yükselen öfkeyi daha fazla kontrol altında tutamayacağını anladı. Genel sekreteri Hasan Rıza (Soyak) Bey’e söylediği: “… Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içersinde bunalıyorum. Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddî manevî perişanlık içerisinde…” sözleri, onun durumun farkında olduğunu ortaya koyuyordu. Böylece yakın çalışma arkadaşlarına yeni bir parti kurmalarını emretti. Bu partinin asıl amacı, esas olarak işçilerin ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu düzen sınırları içinde tutmak, sosyal bir patlamanın yaşanmasına engel olmaktı.
Partinin başkanlığına, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel sekreterliğini de yapmış olan Ali Fethi (Okyar) Bey getirildi. Ali Fethi Bey, Cumhuriyet Halk Fırkası içinde devletin ekonominin her alanına müdahalesini savunan ve şiddet yanlısı İsmet (İnönü) Paşa grubunun karşısında, nispeten daha liberal olan akımı temsil ediyordu. Daha önce de çeşitli kereler İsmet Paşa’yla çatışmış, Şeyh Sait İsyanı döneminde başbakanlıktan alınarak, yerini İsmet Paşa’ya bırakmıştı. Daha sonra Paris’e büyükelçi olarak atanmak suretiyle etkisizleştirilmişti. Ali Fethi Bey, Mustafa Kemal’le uzun pazarlıklar sonrasında, mülkî idarenin partiye baskı yapmayacağı sözünü alarak partiyi kurdu. Varılan uzlaşma, Mustafa Kemal’in mektubunda şu sözlerle ilan ediliyordu: “…Reisicumhur bulunduğum müddetçe reisicumhurluğun üzerime verdiği yüksek ve kanunî vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı âdil şekilde ve tarafsız yapacağıma ve laik cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nev’i siyasî faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına inanabilirsiniz.”
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın programı ekonomik liberalizmi savunmakla birlikte basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb. normalde liberal bir partinin savunması gereken konulara programında yer vermiyordu. Yöneticileri genellikle İnönü'yle geçinemeyen kimselerden oluşuyordu. Ancak yine de Serbest Cumhuriyet Fırkası, 12 Ağustos 1930 tarihinde kurulur kurulmaz halktan büyük bir ilgi gördü. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ağır baskılarından, ekonomik krizden, tek parti diktatörlüğünden ve CHF kurumlarının yozlaşmışlığından bunalan kitleler, geniş işçi yığınları kitleler halinde partiye üye olmaya başladılar. SCF'nin üye sayısı ilk haftada 10 bine, ikinci haftanın sonunda 13 bine ulaştı.
İZMİR MİTİNGİ/SONUN BAŞLANGICI
Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticileri, halkın öfkesini yatıştırma görevini yerine getirmek üzere yurt gezilerine çıkma kararı aldı. İlk gezi hoşnutsuzluğun çok büyük boyutlarda olduğu İzmir’e yapılacaktı. Gezi hazırlıkları sürerken, CHF’nın bazı yöneticileri tehlikeyi sezinleyerek Ali Fethi Bey’i geziden vazgeçirmeye çalıştılar. Mahmut Esat (Bozkurt), çektiği bir telgrafta “durumun nazik olduğunu, gezinin iptal edilmesinin daha uygun olacağını” yazıyordu.
Bütün bu uyarılara rağmen 4 Eylül günü İzmir’e giden Ali Fethi Bey ve diğer parti yöneticileri, içinde bulundukları vapur limana yaklaştığında devasa bir kalabalığın kendilerini beklediğini gördüler. Parti yöneticilerinden Ağaoğlu Ahmet Bey, Mahmut Esat’ın telgrafının da etkisiyle, kalabalığın kendilerini ürküttüğünü anlatır. Ama durum tam aksiydi. Liman ve civarında binlerce kişi “Yaşasın Fethi Bey” sloganlarıyla SCF heyetini karşıladı. Çıkan izdihamda heyetin üstü başı parçalandı, Ali Fethi Bey baygınlık geçirdi. Heyet büyük güçlüklerle otele gidebildi.
7 Eylül’de mitingin yapılacağı İzmir Palas Oteli’nin önündeki meydanda 50.000 kişi toplanmıştı. O günler için bu muazzam kalabalık, Serbest Cumhuriyet Fırkası yöneticilerini bile dehşete düşürmüştü. Ali Fethi Bey, kalabalığı yatıştırmak için konuşmasına başladı. Aslında niyeti partisinin devrimlere ve cumhuriyete bağlı olduğunu söylemekti, fakat birkaç giriş cümlesinden sonra başındaki şapkayı işaret ederek “Bizim şapkayı çıkaracağımızı…” der demez, binlerce kişi başlarındaki şapkayı yere atıp çiğnemeye başladı. Oysa Ali Fethi Bey’in niyeti “Bizim şapkayı çıkaracağımızı söylüyorlar, bu bir iftiradır, inkılâplarla aynı fikirdeyiz” demekti.
Galeyana gelen öfkeli kitle Cumhuriyet Halk Fırkası binalarını taşlamaya başlayınca, jandarma halkın üzerine ateş açtı. Açılan ateşte ölen bir çocuğu, babası Fethi Bey'in önüne getirdi ve "Bir kurban verdik, daha da veririz, yeter ki bizi bunlardan kurtar!" dedi. Bunun üzerine mitingler yasaklandı, bölgede sıkıyönetim ilan edildi, ancak gösteriler günler boyunca sürdü ve pek çok ilçede işçi grevleri yaşandı.
SERBEST FIRKA KAPATILIYOR
İzmir mitingi, CHF yöneticilerinin paniğe kapılmasına neden oldu. Hatta Cumhuriyet gazetesinde 9 Eylül tarihli yazıda Mustafa Kemal’e hitaben durumunu açıklamasını isteyen bir açık mektup yayımlandı. Bunun üzerine Mustafa Kemal 10 Eylül’de bu mektuba verdiği karşılıkta “…Hakikati Fethi Beyefendi'ye yazdığım mektupta açıkça ifade ettiğimi zannediyorum. Kendilerince hakiki vaziyetin tamamen bilinmekte olduğuna şüphe yoktur. Ancak umumiyetle yanlış zan ve düşünceler ve görüşler olduğu anlaşılıyor.
Hakikat-i hali bir daha ifade ve tasrih edeyim. Ben Cumhuriyet Halk Fırkası'nın Umumî Reisiyim. Cumhuriyet Halk Fırkası Anadolu'ya ilk ayak bastığım andan itibaren teşekkül edip benimle çalışan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nden doğmuştur. Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmem için hiçbir sebep ve lüzum yoktur ve olamaz.
…İşaret olunan hadiseler (…) ve hükümet ricaline ve otoritesine karşı bazı anlayışsız kuvvetler tarafından yapılan çirkin tecavüzlerden çok müteessir olduğumu tahmin etmek güç değildir.(…) Bu gibi saldırıcılar ve teşvikçiler Cumhuriyet kanunlarının takiplerinden tabiî kurtulamazlar” diyerek, ağırlığını açıkça CHF’den yana koydu.
Kısa bir süre sonra belediye seçimleri yapıldı. Seçim sonuçlarına göre 502 seçim bölgesinden -ikisi kent düzeyinde olmak üzere- 40'ında SCF kazanmıştı. İstanbul’da CHF toplamda 35.942, SCF 12.868; İzmir'de CHF 14.624, SCF 9.950; Bergama'da CHF 250, SCF 1.371; Merzifon'da CHF 496, SCF 557 oy almışlardı.[6] Samsun'da ise CHF'nin 416 oyuna karşılık SCF 3.312 oy kazanmıştı.
Ancak SCF seçim sonuçlarından memnun değildi. Ali Fethi Bey, seçimlerde hile yapıldığını öne sürüyordu. 6 Kasım 1930 tarihli meclis oturumunda, usulsüzlüklerle ilgili olarak meclise bir soru önergesi verdi. 15 Kasım’daki oturumda ise söz alarak seçimlerde yaşanılan baskılara ve yapılan usulsüzlüklere dair uzun bir konuşma yaptı. Bu artık bardağı taşıran damla olmuştu. CHF milletvekilleri de söz alarak, asıl usulsüzlük yapanın SCF olduğunu öne sürdüler.
Oysa Hasan Rıza Soyak’ın anılarında, Mustafa Kemal de durumun farkındaydı. Baskı ve güç mekanizmalarını ellerinde bulunduranların, seçimleri de kazandığını söylüyordu: "(...) Bana "Hangi fırka kazanıyor?" diye sormuş; "Tabii bizim fırka Paşam" cevabını vermiştim. O gülmüş: "Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin." buyurmuştu."
Bunun üzerine Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın üstlendiği sahte muhalefet görevini layıkıyla yerine getiremeyip, gerçek bir muhalefet partisi olma yolunda hızla ilerlediğine karar verildi. SCF yöneticileri ve üyeleri hakkında derhal mürteci, komünist vs. iddiaları yayılmaya başlandı. Ali Fethi Bey ile Mustafa Kemal, 16 Kasım 1930’da bir araya geldiler. Yapılan görüşme sonucunda partinin kapanma kararı çıktı. Karar, Ali Fethi Bey
“Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasî sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir.”
Parti kapatılmış ama durumda bir değişiklik olmamış, bilakis hoşnutsuzluk daha da artmıştı. Bunun üzerine Mustafa Kemal, SCF’nin beceremediği görevi bizzat yerine getirmek için bir yurt gezisine çıkmaya karar verdi. İlk durağı, Serbest Fırka'nın İzmir'den sonra çok oy topladığı il olan Samsun’du. Samsun, M. Kemal'in "Anadolu'ya ayak bastığı" bir yer olarak büyük bir sembolik öneme sahipti.
Fakat Samsun gezisi hiç de beklenildiği gibi geçmedi. Samsun’da son derece gergin bir hava vardı. Mustafa Kemal şehri yoğun protesto gösterileri ve büyük güvenlik önlemleri altında gezebildi. Halkın “Açız!” pankartı açması onu derinden etkilemişti. Akşam yemeğinde kapatılmış SCF üyesi belediye başkanı Boşnakzade Ahmet Bey'e istifa etmesini emretti, ancak aldığı cevap hiç de beklenildiği gibi değildi.
Ahmet Bey, "Halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette bulunmayı uygun görmem, hükümetinizin elinde kuvvet vardır, görevden alırsınız olur!" diyerek Mustafa Kemal’in emrine karşı geldi.
Mustafa Kemal, o an sükûnetini muhafaza etmeyi başararak; ”Haklısınız, dediğiniz gibi olsun” dediyse de, Ahmet Bey’in izin istemesinden sonra yanındaki valiyi ağır bir şekilde haşladı.
Sabah olduğunda Vali Kâzım Paşa görevden alınmıştı. Aynı durum, SCF’nin seçimlerde CHF’ndan daha fazla oy aldığı diğer yerlerde de tekrarlandı.
Sahte bir muhalefet partisi olarak kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası, gerçek bir muhalefete dönüşmeye başladığı andan itibaren kendi idam fermanını imzalamıştı. Resmi tarihe göre ise; “halk henüz demokrasiye geçmeye hazır değildi...”
Atilla Dirim, 3 Kasım 2011, Sesonline.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder