29 Mart 2012 Perşembe

BÜYÜK FELAKET

Ermeniler, çok doğru ve yerinde olarak, 1915 de yaşananları “büyük felaket” kavramıyla tanımlıyorlar. “Büyük felaket” kavramı 1915 olaylarını kelimenin tam anlamıyla ifade ediyor. Bu kavramı kullanan Ermeniler, o felaketi yaşamış o nedenle de son derece doğru bir tanımlamada bulunmuşlardır. 1915 Ermeniler için “büyük felaketi”. Ama, o tarihte Anadolu’da yaşayan bütün insanlar için de bir felaketti. Osmanlı’nın çıkartmış olduğu “tehcir” yasasıyla, Türkiye’de yaşayan bütün Ermenileri, binlerce yıllık yaşadıkları yerlerinden yurtlarından ederek büyük bir etnik temizleme ve katliamlar gerçekleştirirken, buna seyirci kalan hatta bazen da devletle birlikte Ermenilere saldırarak insanlık suçu işlemiş bir halk kitlesi de yaratılmıştı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, en ”büyük felaket” i Ermeni halkı yaşadı fakat, devletin teşvikiyle Müslüman halk da katliama bulaştı. 1915 de devletle Ermeniler arasında başlayan Ermeni sorunu, Osmanlı devleti tarafından, dini temelde bir iç savaşa dönüştürüldü. Dolaysıyla Müslüman halkın önemli bir bölümü Ermeni katliamına katıldı ve o “büyük felaket”te suç işledi. Bu gelenek halk nezdinde hala yaşıyor. Rakel Dink, in Hırant Dink’i katleden katil için “çocuktan katil çıkarttınız” dediği olay, “büyük felaket” döneminden kalma bir mirastır. Bu gün hala, vatan millet aşkına, bir kişi ya da kişileri “vatan haini” ilan edip, çeteleşerek, “vatan kurtarmak” ya da “dini korumak” adına cinayet işliyorlar.

“Büyük felaketi” Ermeniler, Kıyım ve tehcir olarak yaşarken, Osmanlı Devleti’nin, olayı, din zeminli bir iç savaşa dönüştürmüş olması nedeniyle, Ermenilerle Müslüman halkında birbirini öldürerek “büyük felaketin” kurbanı olmuş ve Anadolu halkları içinde, din ve vatan için komşusunu bile öldürme kültürü oluşmuştur. Türkiye hala oluşmuş olan bu tehlikeli kültürün etkisi altındadır. Birisi ya da birileri “vatan” ya da “din düşmanı” ilan edilince, devlet ona ya da onlara dokunmasa bile toplum onu ya tecrit ederek ya da din ve devlet uğruna öldürerek cezalandırıyor. Aleviler “Müslüman değil” gerekçesiyle, yakın zamanda, K.Maraş, Sivas, Çorum, Malatya’da öncülüğünü faşistlerin yapmasıyla birlikte halk tarafından katledilmişlerdir. Böyle bir potansiyel tehlike hala ortadan kalkmamıştır. Belli kışkırtmalar sonucu tekrar aynı katliam girişimlerinde bulunabilirler.

Kürtler içinde aynı şeyi yaptılar. “Bölücü, vatan haini” ilan ettiler. Ama sivil halk tarafından Alevilere yapılan saldırılar Kürtlere yapılmadı. Mahalle baskısı olarak Kürtleri horlama , Küçümseme, vb. gibi şeyler yapıldı yapılıyor ama , halk tarafından mahallelerine, köylerine girilerek katliam girişiminde bulunulmadı. .Kürtlere hep devlet saldırdı ve saldırmaya devam ediyor. Devletin Kürtlere karşı kışkırtmaları, toplum tarafından fazla rağbet görmedi. İki halk bir kırım felaketi yaşamadı. Bundan sonra yaşaması da fazla olası değil. Bunun çok önemli ekonomi-politik, sosyolojik, tarihsel, toplumsal, dinsel nedenleri var. Ama burada bu nedenler üzerinde durmayacağım.

Hemen hemen bütün toplumların tarihinde, büyük ya da küçük felaketler yaşanmıştır. “Kan kanla değil suyla yıkanır” halk deyiminde olduğu gibi felaket sonrasında ya özür dilenmiş ya belli yargılanmalar yapılarak, yeniden barış ortamı yaratılmıştır. Hem sistem hem de toplum kendi tarihi ile yüzleşmiş, yanlışı kabul edip, özeleştiri yaparak tarihin o kirli sayfasını kapatmıştır. Bir devletin, yaşanmış olan her hangi bir “felaketten”son ra özür dilemesi ya da özeleştiri yapması sadece geçmişle hesaplaşma anlamı taşımıyor. Aynı zamanda söz konusu felakete bulaşmış olan halkın da kendini gözden geçirmesi, yaptığının yanlış olduğunun bilincine varması anlamına da geliyor.

Yaşanmış olan toplumsal felaket olaylarından dolayı, tarihiyle yüzleşmeyen, özeleştirisini yapmayan ülke halkı aynı türden olaylar yaratma konusunda potansiyel bir tehlike taşımaya devam eder. Devlet yaptığının yanlış olduğunu bile bile politika yapsa da, bir özeleştiri yapmadığı, tarihin çirkin izlerini toplumun kafasında silmediği sürece toplum yaptıklarının yanlış olduğunun bilincine varamaz. yaptığı yanlışla öğünerek, gerektiğinde aynı şeyi tekrardan, çekinmedin yapabilir. Bunun en somut örneği Türkiye’dir.

Türkiye, üstelikte Osmanlı döneminde yapılmış olan 1915 “büyük felaket” katliamının özeleştirisini, yapmadığı ve tarihiyle yüzleşmediği için o kültür hala yaşatılıyor. 6-7 Eylül olaylarında İstanbul da Rumların evlerini dükkanlarını yağmaladılar, göçe zorladılar, göçerttiler. Malatya’da , hıristiyanlık adına faaliyet gösteren bir yabancı misyonerle birlikte onun yanında çalışan iki de Türkiyeliyi öldürenler, Trabzon’da bir papaza suikast düzenleyenler, Hırant Dink’i katledenler hala 1915 “büyük felaket”ini yaratanların mirasçılarıdırlar. Hala onların izinde yürüyerek katliamlar düzenliyorlar. Devlet o tarihi sahiplenip, onunla yüzleşmediği, insanlığın önüne çıkıp özeleştiri yapmadığı için vatandaşları da atalarından kalan bir mirasla, çeteler kurarak, fırsatını buldukları yabancıları öldürüyorlar.

Geçmişin özeleştirisi bir yana, T.Cumhuriyeti’nin Milli Savunma Bakanı, çıkıp: katliamlarla etnik temizlikler yapılmasaydı böyle bir devletin kurulup kurulamayacağı konusunu bile gündeme getiriyor.
Böyle bir zihniyetin yönettiği devletin vatandaşlarının belli bir kesiminin katliamcı olmaması, katliamcılığı savunmaması mümkün mü? Mümkün olmadığını yaşayarak ta görüyoruz. “Vatana ihanet” gerekçesiyle kaç tane cunta yaptılar, Bakanlar, Başbakanlar astılar, Türkiye solunu tümden imha ederek, toplumun bütün dengelerini bozdular, toplumsal dokuyu değiştirdiler, bütün insani değerleri ortadan kaldırdılar. Bu şoven ideolojiye dayanarak oluşan çeteler, bir çok solcu devrimciyi katlettiler, cinayetler işlediler, Kürt aydınlarını, demokratlarını taammüden öldürdüler. . Cinayet sözcüğü toplumda bir suç olarak görülmedi, tersine övünme vesilesi oldu. Cinayet işleyenler, polis ve mahkemeler tarafından sempati ile karşılandılar. Ceza evine girenler ise imtiyaz gördüler ve görüyorlar.

Bu kültür, “büyük felaket”ten kalma insani değerlere aykırı bir kültürdür. Devlet geçmişiyle yüzleşip, sağlıklı bir özeleştiri yapmadan, bu temelde eğitime ağırlık vermeden toplum bu cinayet işleme ve şiddet kullanma kültüründen kurtulamaz. Sorun bununla da sınırlı değil. Devlet de tarihe mahkum hale geliyor. Tarihin esir aldığı devlet ve toplumlar ilerleme sürecinde yorgun ve yeteneksiz kalmaya mahkumdurlar. Tarihe esir olmamak için, tarihle yüzleşmek gerekir. Aksi halde tarihe esir düşülür ve toplumsal ilerleme süreci tıkanır. Tarihiyle birlikte yaşayan toplumlar geri kalmış toplumlardır. Tarihte bir çok ülke, “büyük felaketlere” sahne olmuştur. Ama tarihteki, yanlışını görüp, hesaplaşan ülkeler kendilerini o basınçlı yükten kurtarmışlardır. Bunun en tipik örneği Almanya’dır. Hitler, Yahudilere eşi benzeri görülmemiş soykırım uygulamıştır.

Bütün dünya, insanlık adına bu soykırım dan utanç duymuştur. (Ahmedi Neccat hariç) Almanya bir çok bakımdan bu tarihinden dolayı tecrit konumu yaşamıştır. Ama, kendi tarihleriyle yüzleşip, Yahudi halkından “özür “ diledikten sonra bu ağır yükünden kurtulmuş, Yahudilerle ve İsrail devletiyle sağlan ilişkiler kurmuştur. Bunun çok örnekleri var. ABD’ Kızıl derililerden, Fransa Cezayirlilerden, İtalya Libya dan, Portekiz Gine, Bi-Sao, Mozambik’ten özür dilemişlerdir. Bu medeni cesareti sadece Türkiye’yi yönetenler gösterememiştir. O nedenle de o utanç verici tarihin esaretinden kurtulamamaktadırlar . Her sene 24 mart yaklaştıkça, anma gününde, ABD Başkanı “soykırım diyecek mi demeyecek mi” sancısı yaşıyorlar. Onlarca ülke kendi parlamentosunda, “soykırım” kararı çıkarttı. Kime karşı nasıl tavır alacaklarını şaşırmış durumdalar.

Mustafa Kemal, müthiş bir savaşın hemen sonrasında, Venizelos’la dostluk geliştirerek, Türk Yunan ilişkilerini barış temeline oturturken, sonra gelen işbirlikçi yönetimler, silah tekellerinin teşvikiyle Yunanistan’a karşı müthiş bir düşmanlık yarattılar. Silahlanmaya gerekçe yapmak için Türkiye’yi düşmansız bırakmadılar. Sürekli iç ve dış düşman ürettiler. Bir dönem solu, bir dönem Kürtleri ve şeriatı düşman gösterdiler. Bazen bir bezen diğer komşuyu, o da yetmez “Türkün Türk ten başka dostu yoktur” diyerek bütün dünyayı topluma düşman olarak gösterdiler. Toplumu kin, nefret, intikam, ve düşmanlık düşüncesiyle yoğurarak insani değerlerden uzaklaştırıyorlar.
Silah tekelleri sadece silah üretip ihraç etmiyor. Savaş politikası da üretip ihraç ediyor. ABD’de silah tekelleri , iktidar oldukları zaman bütün dünyada savaş rüzgarları esmeye başlar. Suni ve uyduruk düşman üretirler. Buna paralel olarak ta kendilerine bağımlı, geri kalmış ülkelerde ki işbirlikçilerini de harekete geçirirler. Türkiye gibi, büyük silah alıcısı ülkeler asla düşmansız ve savaşsız kalamazlar. Ya iç ya dış savaş üretmek durumundadırlar. Kardak kayalığı için bile savaş çıkartacaklardı olmadı. O zamanki ABD devlet başkanı Klingtın devreye girdi. Klingtın silah tekellerine karşıydı. O nedenle de savaşlara sıcak bakmıyordu. Buş döneminde olsaydı belki de Kardak kayalıkları bir savaş nedeni olabilirdi.

Silah tekellerine bağımlı hale gelen ülkeler bir daha kolay kolay kurtulamıyorlar. Silah tekelleri kendileriyle iş birliğine giren ülkeleri hem ağır şekilde borçlandırarak kendilerine bağlıyorlar hem de ürettikleri silah ve tehcizat markasıyla parçalarına bağımlı hale getiriyorlar. Türkiye’de önemli ölçüde silah tekellerine bağımlı bir ülke. O nedenle de düşmanlık politikasından kurtulamıyor. Kin ve düşmanlığın yerine, barış ve dostluğu koyamıyor. Çünkü sistem bu harç temeline oturtulmuş, yerinden oynatılınca çökebilir. O nedenle de, bu işbirliği sona erinceye kadar sürekli “iç ve dış düşmanlar” teranelerini dinlemeye devam edeceğiz.

Gelinen noktada, dünyada bir barış havası yayılıyorken, Türkiye’yi yönetenlerin, 1914’te olup bitenleri çok iyi ifade eden “büyük felaket” kavramını kabul edip, geçmişle yüzleşerek, insanlık önünde onurlu bir özeleştiri yaparak, tarihin bu ağır yükünden kurtulmaları, düşmanlık politikasını toplumun içinden söküp atmaları gerekir. Aynı zamanda, Toplumun iliklerine işletilmiş olan kin, düşmanlık ve nefret duygularının da sağlıklı bir kültürel yenilenmeyle, insani bir boyutta üretilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Barış temelinde Kürt sorununun da çözülerek kalıcı bir barışın sağlanması, Türkiye halklarının barış, dinginlik ve kardeşçe yaşamalarını kolaylaştıracaktır
Teslim TÖRE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder