TKP 10 Eylül 1920'de Bakû'de kuruldu. Büyük Ekim Sosyalist Devriminin çağ açıcı etkisi altında ve ülkenin emperyalist istilacılar tarafından işgal edildiği ortamda Türkiye'de ve yurtdışında çeşitli komünist örgütler ortaya çıkmıştı. Anadolu'nun Ankara, Eskişehir, İzmir, Erzurum, Rize, Kars, Samsun, Zonguldak, Ereğli, İnebolu, Trabzon, Konya, Adana gibi şehirlerinde, İstanbul'da ve Sovyet ülkesinde kendi başlarına çalışmalar yapan bu örgütleri bir çatı altında toplama ihtiyacı artık kendini iyice duyuruyordu. Mustafa Suphi'nin başkanlığındaki yurtdışı örgütü ile İstanbul ve Ankara'daki örgütler birleşme kongresini ülke içinde, Ankara'da yapmak istediler. Ankara hükümeti, kongrenin yapılmasına izin vermedi. Bunun üzerine kongrenin yurtdışında yapılması kararlaştırıldı. Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti hükümeti kongrenin Bakû'da yapılmasını kabul etti.
TKP'nin birinci kongresi 10 Eylül günü Kızıl Ordu kulübünde toplandı. Anadolu'da, İstanbul'da ve Sovyet topraklarında faaliyet yürüten 15 komünist grup ve örgütü temsil eden 75 delegeyi bir araya getiren ve merkezi bir yönetim altında birleştiren bu kuruluş kongresiyle Türkiye işçi sınıfı marksist leninist öncüsüne kavuştu. Program ve Tüzük kabul edildi. Mustafa Suphi'nin liderliğinde bir Merkez Komitesi seçildi. ("Türkiye Komünist Partisi 58 Yaşında", Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 29)
Mustafa Suphi kongrenin kapanışında şunları belirtti: "Teşkilat devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye Komünistleri bu kongreden örgütlü ve birleşik bir parti olarak çıkmakla yeni bir hayat devresine ayak basıyorlar. Partinin önünde duran birinci görev: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençberleri arasında fikirlerimizi kuvvet ve süratle yayarak, halkın mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır". (Türkiye Komünist Fırkası'nın Birinci Kongresi, Türkiye Komünist Fırkası Neşriyatı, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay,Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul, 1991, s. 313)
Amaç: Amele ve Rençber Şuralar Cumhuriyeti
Kongrenin kabul ettiği programa göre TKP'nin amacı "halkçılığın en yüksek bir şekli olan amele ve rençber şûralar cumhuriyetinin kurulması"ydı. (Türkiye Komünist Fırkası Programı, çıkaran Türkiye Komünist Fırkası, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay, yukarıdaki eser s. 315)
Kongrede alınan "Anadolu'nun Şimdiki Durumu" başlıklı kararda dile getirildiği gibi, komünistler, Anadolu'da devam eden milli devrim hareketinin emperyalizme karşı mücadelesiyle bütün dünya proletarya hareketine yardım ettiğine, bu milli hareketin ülke içinde gelişmesi ve derinleşmesiyle, sınıf bilincinin meydana gelmesine hizmet ettiğine ve böylece yarınki sosyal devrime elverişli bir ortam hazırladığına inanıyorlardı. Türkiye Komünist Partisi bir taraftan Türkiye'de emperyalizme karşı olan bu hareketin derinleşmesine yardım etmekle beraber diğer taraftan rençber, işçi halkın asıl maksadı ve son emeli olan çalışanlar hakimiyetini elde etmek için çalışacaktı. (aynı eser, s. 280)
Böylece Türkiye'yi emperyalist işgalden kurtarmayı ve Büyük Ekim Devriminin sosyalist ideallerini gerçekleştirmeyi görev olarak belirleyen TKP, proletaryanın enternasyonalist bayrağını yükselterek Türkiye'de toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesine atıldı. TKP'nin yeni seçilen yöneticileri Anadolu'ya geçmek üzere hazırlıklara başladılar.
Burjuvazinin Saldırısı
O dönemlerde emperyalist işgal altında bulunan bütün topraklarda bolşevizmin emekçilere ve halklara kurtuluş yolunu gösteren görüşleri sempatiyle karşılanmaktaydı. Kitleler nezdinde büyük bir prestije sahip olan bolşevizm, ulusal kurtuluş savaşının içinde yeralan burjuva önderlerinin bile sosyalist ideolojiye doğrudan cephe almasını önlüyordu.
Böylesi bir hava içerisinde ülkede bulunan üye ve sempatizanları aracılığıyla hızla örgütlenen TKP, burjuva kadrolar gözünde, bertaraf edilmesi gereken en büyük tehlike haline geldi. Komünist kadroların kendi kapitalist düzeni için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu bilen Türk burjuvazisi, TKP'nin işçiler, silahlı köylü kuvvetleri ve genç aydınlar üzerinde önemli bir etki sağladığını görür görmez kanlı ve sinsi bir planı uygulamaya koydu. Kemalist burjuvazi bir yandan gelişen toplumsal devrim hareketini kontrolüne almak için geçici olarak resmî bir "komünist partisi" oluştururken öte yandan da altı aylık kısa bir zaman diliminde Çerkez Ethem liderliğindeki köylü partizan birliklerini dağıttı, Ankara'da Halk İştirakiyun Partisi önderlerini istiklal mahkemesine vererek ağır cezalara çarptırdı ve mücadeleye katılmak üzere Anadolu'ya dönmekte olan TKP lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını tuzağa düşürerek Karadeniz'de katletti. Bu ağır saldırılarla kurtuluş savaşının burjuvazinin denetiminde kalması sağlanmış, emperyalizme ve kapitalizme karşı köklü bir devrim hareketine dönüşmesi önlenmiş oldu. Burjuva cumhuriyetinin yolu işte böyle açıldı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 29)
Uzun yıllar CİA'nın Türkiye istasyon şefi ve ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye masası sorumlusu olarak çalışan CİA ajanı George Harris, 10 Eylül 1920'de yapılan TKP birinci kongresinin hemen ardından, 18 Ekim 1920 tarihinde, yani gerçek TKP kongresinden yalnız 38 gün sonra kurulmuş olan ve komünist önderlerin yok edilmesi ve komünistlere dost güçlerin dağıtılmasıyla birlikte görevini tamamladığı düşünülerek faaliyeti durdurulan bu sahte partinin kuruluş nedenini Türkiye'deki komünist akımları incelediği kitabında şöyle değerlendiriyor: "Komünizm muhakkak ki bir kitle hareketi olamamış, bunu başaramamıştır. Yine de, istiklal mücadelesinin ilk safhaları esnasında, bir yerde, komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştı. Bu tarihte komünist liderleri, Anadolu ihtilal hareketinin başlıca askeri gücünü teşkil eden önemli partizan birlikleriyle özel bir ilişki kurmayı becermişlerdir. Komünistlerin etkisine kapılmış bu güçlere, bu, Ankara rejimine karşı öylesi bir kafa tutma, meydan okuma tavrı takındırmıştı ki, Atatürk, filizlenmekte olan bu komünist hareketini kontrol altına alıp hizaya getirmek çabasıyla kendi resmi Türk Komünist Partisini kurmak zorunda kalmıştı." (George Harris, Türkiye'de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1979, s. 10-11)
Önder kadroları fiziksel olarak ortadan kaldırılan TKP'nin yaralarını sarmasını sağlayan ikinci kongresi 15 Ağustos 1922'de Ankara'da toplandı. Henüz işgalci Yunan ordularına karşı belirleyici zaferin kazanılmadığı, ulusal mücadele açısından bu kadar kritik bir dönemde bile Ankara hükümeti kongreyi yasakladı ve geniş tutuklamalara girişti. Fabrikalardan gelecek işçi komünist delegelere engeller çıkarıldı. Kongreyi izlemeye gelen Fransız Komünist Partisi delegesi kurşunlandı. Tüm bunlara rağmen kongre Küçükesat bağlarında gizli olarak çalışmalara devam etti ve beş oturum gerçekleştirdi. Partinin savaşım politikası onaylandı. Parti Kemalist burjuvazinin emperyalizmle uzlaşma ve işçi köylü kitlelerine terör uygulama siyasetini teşhir etti. Yeni merkez komitesi seçildi ve Salih Hacıoğlu genel sekreterliğe getirildi. (aynı yazı, s. 30)
Kongreden yaklaşık üç hafta sonra 12 Eylül 1922'de, Ankara hükümeti o güne kadar yasal çalışma yürüten TKP'yi yasakladı. (aynı yerde)
1923'de işçi sınıfını milliyetçi bir merkez etrafında toplayarak doğrudan doğruya kontrol etmek isteyen burjuvazi İstanbul'da bağımsız bir işçi birliği oluşturan komünistleri vatana ihanetle suçlayıp zindanlara attı.
Daha kurulduğu günden başlayarak yoğun baskılara maruz kalan ve yasal çalışma olanağı da ortadan kaldırılan TKP'nin üçüncü kongresi 31 Aralık 1924-1 Ocak 1925'de İstanbul Akaretler'de illegal olarak toplandı ve Şefik Hüsnü genel sekreterliğe getirildi. (aynı yazı, s. 31) Kongreden hemen sonra, Şeyh Sait liderliğindeki Kürt başkaldırısını bahane eden burjuvazi Takrir-i Sükun (Sessizliğin Sağlanması) kanununu çıkararak açık diktatörlüğünü kurdu. TKP'ye tekrar saldırdı ve birçok devrimciyi kürek cezasına mahkum etti.
Likidatörler
1925 tutuklamalarının yol açtığı dağınıklığı gidermek üzere 1926 mayıs ayında Şefik Hüsnü'nün girişimiyle Viyana'da parti konferansı yapıldı. Yeni bir faaliyet programının taslağı hazırlandı ve Vedat Nedim genel sekreterliğe getirildi. Vedat Nedim dönemi tam bir menşevik yönelim dönemi oldu.
1927 yılında TKP'ye karşı yeni bir tutuklama kampanyası açıldı. Vedat Nedim ve Şevket Süreyya menşevik çizgilerini polisle işbirliği noktasına getirdiler ve parti belgelerini polise teslim ettiler. Marksizm-leninizmi geçersiz ilan ettiler ve kemalizmin tek geçerli ideoloji olduğunu savundular. Daha sonra, 1932 yılında Kadro dergisini çıkardılar. Sosyalizme ve liberalizme karşı üçüncü yol olarak sundukları kemalizmin bayraktarlığını yaptılar, şeflere tapınmanın, devleti yüceltmenin ve Türk milliyetçiliğinin teorisini işlediler.
1928-1945 Yılları
1928 ve 1929 yılları TKP'ye yönelik iki yeni tutuklama kampanyasına tanık oldu. 1929 yılında TKP içinde, kemalist iktidara karşı takınılacak tutum konusunda, bölünmeyle sonuçlanan bir anlaşmazlık çıktı. Burjuvaziyle uzlaşmaya karşı çıkan ve daha sol bir mücadele çizgisi öneren partililerin topladığı kongrede oluşturulan yeni merkez komitesi Komintern tarafından kabul edilmedi. Nazım Hikmet'in de içinde bulunduğu adıgeçen muhalif grup troçkizm suçlamasıyla partiden çıkarıldı. Muhalefet bu kararı tanımadı, kendisini asıl parti sayarak faaliyetlerine devam etti. (Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 76)
Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün en küçük belirtilerine bile tahammül edemeyen kemalist devletin artık gelenekselleştirdiği TKP tutuklamaları 1930 ve 1931 yıllarında da devam etti. 1932 yılında TKP'nin dördüncü kongresi İstanbul'da Haliç semtinde toplandı. 4. Kongre, 1. Partinin durumu ve politik platformu üzerine rapor; 2. Program ve tüzüğün yenilenmesi; 3. Yeni çalışma platformunun onaylanması; ve 4. Yeni merkez komitesinin seçilmesini gündeme alarak toplandı. Partinin gizlilik koşullarına uygun çalışmalar yürütebilmesi amacıyla kararlar alındı. Yeni ve geçici bir merkez komitesi seçildi. Partiye ihanet etmiş olan Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir'in partiden kovulmaları resmen onaylandı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 31-32)
Dördüncü kongreden sonra daha düzenli hale giren TKP çalışmalarına Türk burjuvazisi aynı yıl içinde dört büyük komünist tutuklaması ile karşılık verdi. Hükümet, komünistlerin ağır koşullarda büyük bir yiğitlik ve fedakârlıkla sürdürdükleri mücadeleyi söndürmek amacıyla 1933, 1934, 1935 ve 1936'da da tutuklamalar yaptı.
Separat kararı
1935 yılında toplanan yedinci Komünist Enternasyonal kongresinde "faşizme karşı birleşik cephe" çizgisi benimsendi. Bu çizginin Türkiye koşullarında uygulanabilmesinin ilk adımı olarak Komintern yönetimi TKP'nin Komintern bünyesinden ayrılmasını ve ayrı çalışmasını kararlaştırdı. "Desantralizasyon" veya "Separat" kararı olarak adlandırılan bu kararla Türk hükümetinin Sovyetler Birliği ile dostluk ve faşist devletlerden uzak durma çizgisine daha kolay çekilebileceği düşünülüyordu. Karara uygun olarak, TKP faaliyet programının öngördüğü "Türkiye Komünist Partisi iktidarda bulunan Halk Partisi'ne karşı barışmaz azimkârane bir tarzda mücadele eder" hükmü (Türkiye Kommunist Fırkası Fealiyet Programı, İnkılâp Yolu külliyatı, sayı 1, 1931'den aktaran Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 252) bir yana bırakıldı ve Parti "o zamanki İsmet İnönü hükümetinin, memleketin milli bağımsızlığına, sosyal gelişmesine hizmet eden, memleketin ve halkın yararına olan bütün icraatında aktif olarak desteklenmesine karar verdi. Partiye bağlı gizli işçi sendikaları ve gizli Komünist Gençlik Teşkilatı kaldırılarak üyeleri legal işçi ve gençlik teşkilatlarına girmekle görevlendirildi". (Zeki Baştımar, "Komintern 7. Kongresi'nin 30. Yıldönümü Konuşması", Yeni Çağ, Ekim 1965'den aktaran Mete Tunçay, yukarıdaki eser, s. 126)
Yeni çizgi devletin komünistlere karşı tutumunda herhangi bir yumuşamaya yol açmadı. 1938'de büyük bir komünist tutuklaması yapıldı. Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı dahil birçok TKP üyesi ağır cezalara çarptırıldılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında TKP üzerindeki baskılar daha da şiddetlendi. Faşizme karşı yoğun bir teşhir kampanyası yürüten TKP üyeleri ve yöneticileri işkenceli sorgulardan geçirildiler ve zindanlara kapatıldılar.
İkinci dünya savaşının sonlarına doğru, 1943 yılında faşizmin yenilgiye uğrayacağı kesinleşince uygun hale gelen ulusal ve uluslararası koşullardan yararlanan TKP bir canlanma ve genişleme dönemine girdi. Partinin üye sayısı ve örgüt birimleri arttı. Kitle örgütleri içinde daha yoğun çalışmalar gerçekleştirilirken, parti kendi girişimleriyle de yeni kitle örgütleri kurmaya soyundu; siyasi ve kültürel yayınlar çıkartmaya başladı.
TKP Legale Çıkıyor
İkinci Dünya Savaşından sonra yeni uluslararası ortamın zorlamasıyla Türkiye'de çok partili sisteme geçiş kararı alınınca TKP legale çıkmayı kararlaştırdı. Ne var ki, parti içinde yıllar önce meydana gelen, daha önce sözünü ettiğimiz bölünmenin de etkisiyle iki legal sosyalist parti ortaya çıktı. 1946 yılının mayıs ayında, içinde Hüsamettin Özdoğu gibi bölünme sırasında muhalefette yer almış kimi TKP'lilerin de bulunduğu Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) kuruldu. Onu, aynı yılın Haziran ayında Şefik Hüsnü'nün başkanlığında kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) izledi. TSEKP aşağı yukarı TKP'nin ana teşkilatından oluşuyordu.
Komünistlerin yoğun bir sendikal örgütlenme faaliyetiyle özellikle işçiler arasında güç kazanmakta olduğunu gören CHP hükümeti hem TSEKP'i, hem de TSP'yi 1946 yılının Aralık ayında kapattı. Her iki partinin yönetici ve üyelerini ağır cezalara çarptırdı. Türk burjuvazisinin çok partili sistemi de tıpkı tek partili sistemi gibi komünistlere ve solculara sımsıkı kapalıydı.
Demokrat Parti'nin Karanlık Terörü
1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidara geçmesiyle çıkarılan af yasasından yararlanan komünistler 1951 yılında büyük bir tutuklamayla karşılaştılar. Demokrat Parti komünistlere baskı açısından önceli Cumhuriyet Halk Partisi'nin tüm uygulamalarını aynen devam ettireceğini kanıtladı. 1951 yılında başlayan tutuklamalar TKP'ye çok ağır bir darbe indirdi. Parti yöneticileri ve örgütlerinin büyük çoğunluğu burjuvaziye tutsak düştü. Tutuklamaların yarattığı moral bozukluğunun da etkisiyle parti içinde hizipleşmeler ve bölünmeye varan ayrılıklar başgösterdi. TKP'nin eylem gücü yok denecek derecede azaldı.
Bu kısır dönemde sosyalizm adına ülke içinde yürütülen başlıca faaliyetler legal alanda Hikmet Kıvılcımlı'nın önderliğinde kurulan Vatan Partisi örgütlenmesi ve illegal alanda tutuklamalarda açığa çıkmamış yerel hücrelerin birbirinden kopuk çalışmaları oldu. Vatan Partisi kuruluşundan 3 yıl sonra 1957'de kapatıldı. Bu dönem boyunca TKP Yurtdışı Bürosu yayın ve örgütlenme faaliyetlerine devam ediyordu. Dönemin en önemli faaliyeti "Bizim Radyo"nun yayınlarıydı.
TKP'nin önde gelen liderlerinden Şefik Hüsnü hapis cezasını tamamladıktan sonra sürgüne gönderildiği Manisa'da 1959'da öldü. 1960 yılında hapisten çıkan TKP örgüt sekreteri Zeki Baştımar (Yakup Demir) yurtdışına gitti ve yeni örgütsel düzenlemelerle TKP daha hareketli hale geldi.
1960'lar: TİP'e Destek
2-4 Nisan 1962 tarihlerinde Leipzig'de toplanan Parti Konferansında Zeki Baştımar'ın genel sekreterliğinde İ. Bilen, A. Saydan ve Nazım Hikmet'in içinde bulunduğu yeni merkez komitesi oluşturuldu. Eski tutuklamaların alevlendirdiği hizipleşmeler ve bölünmelerin etkisiyle Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi ülke içinde bulunan TKP liderleri konferansa katılmadılar. Böylece birleşik bir önderliğin kurulması fırsatı kaçmış oldu. Mehmet Bozışık, bu olayı şöyle anlatıyor: "1951 Adnan Menderes döneminde 186 komünistin tutuklanması sonucunda Harbiye hapishanesinde komünistler arasında meydana gelen ihtilaf sonucu partililer arasında büyük kavgalar olmuş ve bu tutuklamada TKP telafisi zor yaralar alarak birkaç gruba ayrılmıştır. Bu ayrılıkların telafisi ve aralarındaki görüş farklılıklarının giderilmesi için partinin dış kanadına mensup MK üyelerinin daveti üzerine dış memleketlere bazı yoldaşlar gitmiştir. Bazıları ise bu davete icabet etmemiştir." (Mehmet Bozışık, "Türkiye'nin Durumu ve Sorunlarımız", Ürün Kitap Dizisi, sayı 2, 15-16 Haziran 1997, s. 33) Mehmet Bozışık, "partimizin dış kanadının daveti"nin kabul edilmemiş olmasının partiye "büyük zararlar, fireler" verdiği değerlendirmesini yapıyor. (aynı yerde).
Konferansta alınan kararlara uygun olarak 1963 yılında Yurdun Sesi, 1964'te Yeni Çağ yayımlanmaya başladı. Özellikle Batı Almanya'da artık yoğun bir topluluk oluşturan göçmen işçiler arasında çalışma yürütüldü.
Bununla birlikte, 1961-1968 yılları arasında TKP legal olarak kurulan Türkiye İşçi Partisi'ni desteklemeye ağırlık verdi. Türkiye İşçi Partisi'nin liderleri 1951 tutuklamasından sonra partiyle bağlarını kesmiş veya gevşetmiş eski TKP kadrolarıydı. TKP'nin yerel örgütleri TİP'in ülke çapında örgütlenmesinde ve yaygınlaşmasında faal rol oynadılar. Bu dönemde TKP ülke içinde bağımsız bir örgütlenme faaliyeti yerine, TİP'in güçlendirilmesi taktiğini izledi. TİP, sosyalist fikirlerin kitlelere götürülmesinde ve benimsetilmesinde önemli bir etken oldu. Sosyalizm, işçiler ve aydınlar arasında bayraklaştı. Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra ilk kez sosyalist akım Türkiye politikasında güçlü bir aktör oldu. Bununla birlikte, TİP yöneticileri legalist ve parlamentarist hayaller besliyorlardı; tutarlı bir sosyalizm kavrayışından, emekçi kitlelerin seferber edilmesini amaçlayan kapsamlı bir politik çizgiden, her şart altında mücadeleyi sürdürebilecek kalıcı ve esnek bir örgütlenme anlayışından uzak bulunuyorlardı.
MDD Akımı
Türkiye Komünist Partisi eski yöneticilerinden Mihri Belli'nin girişimiyle 1967 yılında Türk Solu dergisi çevresinde yeni bir hareket başlatıldı. Milli Demokratik Devrim (MDD) akımı olarak adlandırılan bu hareketin yöneticileri, bir yandan TKP'yi kendilerinin temsil ettiğini, TKP'nin, yurtdışı bürosundan ibaret bir "mülteciler grubu" olduğunu iddia ediyor; öbür yandan TİP'i zayıflatmaya ve parçalamaya yönelik bir taktik güdüyorlardı. Türkiye'nin kapitalist değil, yarı-feodal yarı-sömürge geri bir ülke olduğunu ve buna bağlı olarak Türkiye işçi sınıfının çok güçsüz durumda bulunduğunu, devrime önderlik edemeyeceğini, sosyalizm mücadelesinden önce tam bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin verilmesi gerektiğini, asker-sivil aydın zümre olarak adlandırdıkları Kemalistlerin bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde çok önemli, hatta önder bir rol oynayacağını, bu mücadele başarıya ulaşmadan işçi sınıfının öz örgütünün bile kurulamayacağını söylüyorlardı. Tek parti diktatörlüğü dönemini yüceltiyor, Kemalizmi sosyalizmin dostu ve müttefiki olarak değerlendiriyorlardı. Kemalist diktatörlüğün bürokratik devletçiliğini sosyalizme yakın ilerici ve devrimci bir uygulama olarak övüyor, kemalizmin zaman zaman ırkçılığa varan milliyetçiliğini anti-emperyalizm adına savunuyorlardı.
TKP'nin eski yöneticilerinden Hikmet Kıvılcımlı da yine 1967 yılında yayımlanmaya başlayan Sosyalist dergisi çevresinde, "İkinci Kuvayı Milliyecilik" olarak özetlenen doğrultuda faaliyetlerini yürüttü. Kısa süre sonra yayınına ara veren dergi 1970 yılında yeniden çıkarıldı ve daha etkili oldu.
Mihri Belli ve arkadaşları TKP geleneğini kendilerinin temsil ettiğini iddia eder ve TİP'i dağıtma taktiğini izlerlerken yakın bir zamanda "sol" bir darbeyle iktidara geleceklerini umdukları Kemalistleri ürkütmemek adına da kurallı ve kalıcı bir örgütlenmeye gitmekten kaçınıyorlardı. Legalist ve parlamentarist çerçeveyi aşamayan TİP'in eylemsizliğine tepki duyan gençlik arasında kısa zamanda sol söylemleriyle büyük bir etki sağlayan MDD yöneticileri kalıcı örgütlenmeden kaçınan tutumlarıyla bu etkilerini yitirmeye başladılar.
Yeni Örgütler
15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi işçi sınıfının devrime önderlik edebilecek çapta güçlü bir sınıf olduğunu göstererek MDD tezlerine ağır bir darbe vurdu. Marksizm-leninizme yönelen devrimci gençlik önderleri arasında her koşula uygun bağımsız örgütlenme eğilimi güçlendi. Bunların bir kesimi proletarya içinde çalışmaya ağırlık verip komünist parti arayışına girdiler. Diğer bir kesim ise ideolojik önderliğin işçi sınıfına ait olduğunu kabul etmekle birlikte, fiili savaşımın çeşitli küçük-burjuva ve köylü katmanlarca yürütülmesi gerektiğini söylediler.
Mahir Çayan ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C), Deniz Gezmiş ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunu (THKO) kurdular. Doğu Perinçek ve çevresi ise daha sonra Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP), 1980 sonrası ise Sosyalist Parti (SP) ve bugün İşçi Partisi (İP) adını alan, Kemalizm ve Maoizm karması anti-sovyet, milliyetçi bir çizgiyi savunan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisini (TİİKP) oluşturdular. TİİKP'den ayrılan İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları ise Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusunu (TİKKO) kurdular.
Bu dönemde, Türkiye Komünist Partisi kendi öz kimliğiyle fiilen örgütlü bir akım olarak henüz gençlik hareketi içinde yer almıyordu.
12 Mart Darbesi
1960'ların devrimci yükselişine, burjuvazi 12 Mart 1971 faşist askeri darbesiyle karşılık verdi. İşçi sınıfına, devrimci gençliğe, Kürt uyanış hareketine vahşice saldıran 12 Mart faşizmi TİP'i ve demokratik kitle örgütlerini kapattı. Onbinlerce insan tutuklandı ve işkenceden geçirildi.
12 Mart paşaları, görevden aldıkları Demirellerin de desteğiyle Sinan Cemgil ve yoldaşları ile Mahir Çayan ve yoldaşlarını vurarak, Deniz Gezmiş ve iki yoldaşını asarak, İbrahim Kaypakkaya'yı işkence ederek öldürdüler. 12 Martçıların elinden kurtulmak için yurtdışına çıkmak zorunda kalan Hikmet Kıvılcımlı Yugoslavya'da öldü.
Türkiye Komünist Partisi TİP'in kapatıldığı ve tüm devrimci örgütlerin ağır baskılara uğradığı 12 Mart darbesinden sonra örgütsel çizgisinde değişiklik yaparak, ülke içinde örgütlenme çalışmalarını hızlandırdı.
Atılım Dönemi
1973 yılında Zeki Baştımar'ın ölümünün ardından İ.Bilen'in TKP Genel Sekreteri olmasıyla TKP yeni bir yönelim benimsedi ve büyük bir atılıma başladı. Daha önce değişik örgütlerde çalışmış ve proletarya partisini arayan devrimci kadrolar TKP'ye yöneldiler. TKP Merkez Komitesi düzenli bir yayın organına kavuştu: Atılım dergisi yayınlanmaya başladı. Yeni bir program ve tüzük hazırlandı. 1977'de yapılan Parti Konferansında Program ve Tüzük onaylandı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 33)
Böylece TKP bir diriliş yaşayarak Türkiye'de önemli bir siyasal güç haline dönüştü. Sendika, gençlik, memur, köylü, kooperatif ve kadın hareketi içinde kitleselleşti. Ülke çapında parti örgütleri ağı oluşturuldu. 1 Mayısların kitlesel olarak kutlanmasında, Devlet Güvenlik Mahkemelerine karşı direnişte, faşist teröre karşı kitlesel direnişlerin örgütlenmesinde, kapitalist sınıfa karşı güçlü grevler düzenlenmesinde, 1 Mayıs komiteleri ve can güvenliği komiteleri gibi özgün yapıların yaratılmasında, 141. ve 142. maddelerin kaldırılması kampanyasında, barış hareketinin örgütlenmesinde, Marksizm-leninizmin ve proletarya enternasyonalizmin propagandasında, sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışma kampanyalarının geliştirilmesinde TKP öncülük yaptı. Basın-yayın, kültür ve sanat cephelerinde etkili bir çalışma yürüten TKP aydınların işçi sınıfıyla bağlaşmasında önemli bir etken oldu.
Bütün bu mücadeleler içerisinde TKP'nin birçok üyesi ve taraftarı şehit düştü. Sınıf mücadelesinin alabildiğine keskinleştiği bu ortamda devletin ve sivil faşist hareketin saldırılarının yanı sıra birçok TKP militanı sol içi çatışmalarda özellikle Maocu çevrelerin saldırılarında yaşamını yitirdi. Doğu Perinçek'in liderliğindeki TİKP çevresinin yayın organı Aydınlık gazetesi TKP'yi "Rus sosyal emperyalizminin beşinci kolu" ilan ederek TKP militan ve taraftarlarını polise ihbar etti.
TKP bu dönemde işçi-köylü kitlelerinin mücadelesi temelinde bir ulusal demokratik cephenin oluşturulması, bu cephe aracılığıyla ileri demokratik bir düzenin kurulması ve kesintisiz olarak sosyalizme geçilmesini öngören bir siyasal strateji izliyordu. Bununla birlikte, grevlerin, direnişlerin, sokak gösterilerinin olağanüstü yoğunlaştığı; sosyalizmin emekçi kitlelerle buluşup neredeyse her fabrika, köy ve semtte etkisini duyurduğu; solun devlet mekanizmasının en ulaşılmaz kısımlarına bile nüfuz etmeye başladığı; faşist teröre ve kapitalist sömürüye karşı mücadelenin genel bir meşruiyet kazandığı adı konmamış bir iç savaşın yaşandığı bu dönemde parti berrak ve ikircimsiz bir emekçi iktidarı hedefine sahip değildi. Sınıf mücadelesinin her yöntemi ve biçimi fiilen uygulanıyordu ama mücadelenin nasıl taçlandırılacağı, politik iktidarın nasıl alınacağı konusunda açıklık yoktu; kadrolar yollarını el yordamıyla bulmaya çalışıyorlardı. Politik iktidar fırsatı nesnel olarak sosyalizmin ve solun önüne gelmişti, ama bu konuda yeterli bir bilinç yoktu; böyle bir deneme bile yapılamadı.
Yıkıcı Rekabet
Sosyalist hareketin tarihsel ve güncel nedenlerle çeşitli sosyalist parti ve örgütler halinde bölünmüş olduğu bu yıllarda, sözü edilen örgütlerin kendilerini benimsetme ve güç kazanma çabaları, aralarında yıkıcı bir rekabete yol açtı. Kimi zaman bu rekabet öbür sosyalist çevrelerin zararına sosyalizm dışı bir çevreyle işbirliği yapma boyutlarına ulaşıyordu. TKP de bu sekter anlayışın dışında kalamadı. Özellikle TİP, TSİP, TKSP gibi uluslararası komünist hareketin genel çizgisine uygun bir yönelimi bulunan sosyalist partilerle ilişkiler uzun süre düzgün bir temele oturtulamadı.
1970'lerin sonlarına doğru, TKP içinde izlenecek taktik çizgi konusunda bir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma sonucunda "daha sol" öneriler getiren İşçinin Sesi grubu partiden ayrıldı. Grubun görüş ve tezleri kapsamlı biçimde tartışılamadan, ikna edilebilecek ve böylece partide kalmaları sağlanabilecek insanlar idari bir kararla partiden uzaklaştırıldılar. Bu, döneme hakim olan sekter havanın parti içerisindeki bir yansımasıydı. Verimli sonuçlar doğurabilecek bir fikir alış verişi yapılamadan meydana gelen kopma işe yaramadı. Ana gövdeden kopan grup başlangıçtaki "sol" yönelimini bir süre sonra yitirdi, mezhepçi ve sağ uzlaşmacı bir rotaya girdi.
12 Eylül Darbesi
TKP, ülke içindeki bunalımın derinleşmesi sonucu emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin faşist bir askeri darbe hazırladığı tespitini yapmıştı. İşçi sınıfının ve devrimci örgütlerin böyle bir darbeyi önlemek, bu mümkün olmazsa darbeye karşı direnmelerini sağlamak üzere politik, örgütsel ve teknik hazırlıklar yapmalarının zorunluluğunu defalarca vurgulamıştı. TKP yerel birimleri bu doğrultuda küçümsenmeyecek adımlar atmışlardı.
Ne var ki, TKP Merkez Komitesi, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin ardından yaptığı politik durum değerlendirmesinde, cuntanın "biz sadece terörizme karşıyız" ve "Sovyetler Birliği'yle iyi komşuluk ilişkilerini sürdüreceğiz" demagojisini ve Alpaslan Türkeş ile ülkücü katillerin tutuklanmasını esas alarak, darbenin faşist nitelik taşımadığını, Kenan Evren cuntasının ılımlı bir askeri cunta olduğunu öne sürdü. NATO'nun oluşturduğu kontr-gerilla dilinde "terör"ün işçi, emekçi ve aydınların sermayeye ve emperyalizme karşı her türlü mücadelesi ve özlemi anlamına geldiğini değerlendiremedi. Faşizme karşı aktif direniş stratejisi yerine geriye çekilme ve küçülerek kendini koruma stratejisi önerdi.
Bu değerlendirme parti örgütlerinin yoğun tepkisiyle karşılaştı ve düzeltilmesi istendi. Düzeltme yerine hatalı durum değerlendirmesini haklı gösterecek sözümona teorik gerekçeler üretildi. Arjantin Komünist Partisi'nin o dönemdeki liderlerinin Arjantin faşist askeri cuntasıyla uzlaşmayı esas alan ve binlerce devrimcinin kaybından sorumlu caniler cuntasını "teröristlerle mücadele eden ılımlı askeri yönetim" olarak alkışlayan faşist-işbirlikçisi çizgisini mekanik olarak Türkiye'ye uyarlayan ve örnek gösteren bir belge parti örgütlerine dayatıldı. [Arjantin Komünist Partisi'nin bir süre sonra faşizm işbirlikçisi bu çizgiyi mahkûm ederek düzelttiğini ve bu ihanetten sorumlu yöneticilerini partiden ihraç ettiğini yeri gelmişken belirtelim].
İşçi sınıfına ve emekçi halka karşı acımasızca saldıran, sınıf ve kitle sendikacılığının merkezi örgütü DİSK'i kapatan, sendikal faaliyetleri yasaklayan, sosyalist partileri kapatan, işçi sınıfının ve ezilen halkların politik ve kültürel örgütlerini dağıtan, binlerce devrimciyi Diyarbakır, Metris ve Mamak zindanlarına tıkan, tüm ülkeyi bir toplama kampına çeviren, yaşı onsekiz bile olmamış komünistleri ve devrimcileri idam eden, anayasayı ortadan kaldıran kanunsuz faşist cuntanın yaptıkları ortadayken merkez komitesinin bu tutumu parti saflarında büyük bir kargaşaya yol açtı. Ülkenin hemen hemen her bölgesinde devrimci pratik içinde yer alan kadroların şiddetli tepkisini çeken ve sadece erken bir devrim umuduyla partiye üye olan geçici kimi yol arkadaşlarının desteğini alan bu teslimiyetçilik, orta ve alt kademelerde yaygın bir hoşnutsuzluk ve muhalefet doğurdu. Parti üst yönetimi içinde hizipleşmeler ve tasfiyeler yaşandı. 1981 Mayısında cunta ülke çapında büyük bir TKP tutuklamasına girişti. Birçok il örgütü dağıtıldı, bini aşkın parti üyesi hapse atıldı. Birçok üye işkencelerde sakat kaldı, Mustafa Hayrullahoğlu (Deniz) ve Av. Ahmet Hilmi Feyzioğlu öldürüldü. Sorumsuz bir teslimiyetçiliğe kapılan üst yönetim faşizme karşı ülke çapında bir direnişi örme yeteneği şöyle dursun, örgütlerini ve üyelerini koruma becerisinden, düzenli bir geri çekilmeyi gerçekleştirme yeteneğinden bile yoksun olduğunu gösterdi.
Yeni Likidatörler İşbaşında
Bu arada çeşitli iç çatışma ve tasfiyelerden sonra, TKP üst yönetimini ele geçiren, başını Haydar Kutlu'nun çektiği "Partizan" hizbi, TKP tutuklularının mahkemelerde siyasi savunma yapmasını yasakladı. Böylece yargılama sürecinin burjuvaziye karşı bir hücum platformuna dönüşmesini önledi. Bu en zor koşullarda marksizm-leninizmin, enternasyonalizmin ve TKP'nin savunulmasının sağlayacağı manevi üstünlüğün ve gelecek kuşaklara devredilecek büyük ve onurlu bir siyasi mirasın yokedilmesine yol açtı. Haydar Kutlu hizbinin, siyasi savunma yasağıyla TKP'nin likidasyonuna giden yolda önemli bir adım attığı ileride anlaşılacaktı.
Faşizmin bütün baskılarına rağmen TKP kadroları bu dönemde "anayasaya hayır" kampanyasını yürüttü. Yurt dışında "Sol Birlik" yolunda adımlar atıldı.
5. Kongre
1983 yılında Haydar Kutlu grubunun kesin hakimiyeti altında toplanan 5. Kongre'de Haydar Kutlu parti genel sekreterliğine getirildi; İ Bilen başkan seçildi. Yeni bir parti programı kabul edildi. Program, ülke içindeki parti birim ve üyelerinin tepkilerini yatıştırmak üzere gecikmiş olarak "faşist diktatörlük" değerlendirmesini yaptı. Ayrıca "faşist diktatörlük devrimin barışçıl yoldan utkuya ulaşmasını büsbütün olanaksız kıldı" tespitinde bulunarak direniş gereğini vurguladı. Haydar Kutlu hizbi programdaki bu değerlendirmeler doğrultusunda hiçbir girişimde bulunmadı. TKP'nin atılım döneminin lideri İ. Bilen kongreden hemen sonra, 18 Kasım 1983'te öldü.
Burjuvaziye Teslimiyet
Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un başa geçmesinden ve "yeni politik düşünce" uygulamalarının başlamasından sonra, Haydar Kutlu yönetimi "Barış ve Ulusal Demokrasi Alternatif Programı"nı kabul etti. 5. Kongre'de kabul edilen programın ruhuna ve lafzına tamamıyla aykırı bu "yenilenmeci" program TKP'nin likidasyonunda sondan bir önceki adımı oluşturdu. Likidasyon zehiri, komünistlerin birlik yönündeki içten duyguları sömürülerek "TİP ve TKP birliği" ambalajıyla kadrolara sunuldu. Böylece burjuvaziye teslimiyet programını içine sindiremeyen birçok üye ve sempatizanın "birlik hatırına" örgütlü bir tepki göstermemeleri sağlanmış oldu. Haydar Kutlu ve Nihat Sargın'ın Türkiye'ye dönüp polise teslim olmaları, TKP'nin 6. ve TİP'in 8. kongreleriyle varlıklarına son verdiklerinin açıklanması, TBKP'nin 1. kongresinin yapılması, TBKP'nin Türkiye'de legal olarak kurulması, SBP'nin oluşturulması ve TBKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ile TBKP dönemi sona ermiş oldu.
Likidasyon sürecine çok sayıda komünist karşı koydu. Ancak bu karşı koyma eş zamanlı ve örgütlü tepkiye dönüşemedi, grupsal ve bireysel nitelikte kaldı. Kimi kadrolar 10 Eylül çevresinde TBKP girişimine cepheden muhalefet ederken kimi kadrolar TBKP ve ardından SBP girişiminde yer alarak içten muhalefet etmeye çalıştılar. Ne yazık ki bu devrimci muhalefet cephesi likidasyon sürecini önleyebilecek bir yapıyı ortaya çıkaramadı.
Tarihimizden Geleceğe
TKP tarihi devrim ve sosyalizm için fedakarca mücadelenin, "halkın mukadderatını kendi eline alması"nın koşullarını hazırlamak uğrunda sabırla, dirençle çalışmanın, enternasyonalizmi ve savaşsız, sömürüsüz yeni bir kardeşlik dünyası kurma özlemini işçiler ve emekçiler arasında yayma azminin tarihidir.
TKP tarihi Türkiye'de aydınlanmanın tarihidir. Nazım Hikmet'ten Orhan Kemal'e, Hikmet Kıvılcımlı'dan Behice Boran'a, Sabiha Sertel'den İbrahim Güzelce'ye, Ruhi Su'dan Ahmet Arif'e, Mehmet Ali Aybar'dan Jak İhmalyan'a, politika, bilim, kültür, edebiyat ve sanat alanlarında sayısız isim bunun kanıtıdır.
TKP tarihi marksizm-leninizmin ideallerini işkence odalarında, zindanlarda, sürgünlerde, "ateş ve ihanet" çemberlerinde savunmanın onurlu tarihidir. Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Salih Bozışık, Vedat Demircioğlu, Harun Karadeniz, Ali Talip Öztürk, Mustafa Hayrullahoğlu gibi sayısız isim bunun kanıtıdır.
1917 Büyük Ekim Devrimi'nin dünyaya yaydığı, kapitalist düzene son verilmesi; burjuvaların cahil, kültürsüz ve beceriksiz baldırıçıplaklar diye nitelendirdiği işçilerin ve yoksul köylülerin dünyayı yönetip dönüştürebilecekleri; proletarya iktidarı; ortak mülkiyet sistemine geçilmesi; tüm devlet görevlilerinin seçimle belirlenmesi; yöneten-yönetilen ayırımının kalkması, uluslar arasında kardeşliğin kurulabilmesi için ezilen halkların kendi kaderlerini serbestçe tayin etme hakkının tanınması gereği; ulusal sınırların ortadan kalktığı enternasyonalist bir dünya gibi yepyeni kavramları Türkiye topraklarına taşıma ve kökleştirme onuru Türkiye Komünist Partisi'ne aittir.
Dersler
TKP emperyalizme ve burjuvaziye karşı mücadelesinde her zaman yeterli uyanıklığı gösteremedi. İşçilerin ve köylülerin sosyal bir devrime kalkışma ihtimalinden ölümüne korkan Türk burjuvazisi, TKP'nin kuruluşu üzerinden daha altı ay bile geçmeden TKP yöneticilerini tuzağa düşürerek katletti, partinin etkisinde bulunan siyasi ve askeri güçleri dağıttı. TKP, burjuvazinin bu kadar erken bir saldırısını beklemiyordu. Burjuvazinin işçi ve köylülerden duyduğu korkunun farkında olmakla birlikte onun en azından emperyalist işgal sürerken bu kadar gözükara davranabileceğini, ulusal kurtuluş davasına bu kadar ters bir adımı atabileceğini düşünemedi.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, TKP yönetimi Kürdistan'daki Şeyh Sait isyanına karşı ilan edilen Takrir-i Sükun kanununun kendisini de biçeceğini hesaplayamadı. Kemalist iktidarla iyi ilişkiler içerisinde bulunan Sovyetler Birliği yönetiminin ve Komintern'in yönlendirmesiyle Kemalist burjuvazinin ilerici potansiyelini zaman zaman abarttı. Kemalist devlet terörünün yoğunlaştığı 1920'lerin sonlarında CHP'ye karşı tam boy mücadele çizgisini savunan partililerin girişimleri Komintern'in müdahalesiyle önlendi. Faşizme karşı birleşik geniş cephe siyasetinin dünya komünist hareketince benimsendiği yıllarda "milli şef" İsmet İnönü hükümetlerinin "ilerici ve halktan yana" icraatlarının olabileceği hayaline kapıldı.
1946 yılında Türkiye'de "çok partili demokrasi"ye geçilirken, legal şartların uzun süreceğini sanarak, yeterli önlemleri almadan legale çıktı ve ağır kayıplara uğradı.
1974-1980 arasında yürüttüğü görkemli mücadeleyi emekçilerin politik iktidarına yönelen bir hücumla taçlandıramadı. 12 Eylül darbesine karşı direnişe geçemedi. Soldaki bütün siyasal güçlerin çare umarak gözlerini kendisine çevirdiği bir sırada kararsız kaldı.
12 Eylül'den sonra faşist cuntanın aslında ordunun "ılımlı" bir kanadı olduğu sanısıyla, cuntanın komünistlerin üzerine vahşice saldıracağını yeteri açıklıkla öngöremedi. Faşizme karşı direnişi öremedi.
TKP, kapitalizmin ve emperyalizmin her türlü baskısına rağmen sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirmekten geri kalmadığı halde kendi içinde demokrasiyi aynı ölçüde gerçekleştiremedi; bütün örgütün kollektif aklını hiçbir yöneticiyi ve kurumu eleştiri dışında bırakmayan bir anlayışla harekete geçiremedi. Sovyetler Birliği'nden veya parti üst yöneticilerinden gelen yanlış önerileri kararlılıkla sorgulayıp gerekenleri yapamadı. Kritik zamanlarda mekanik bir disiplin anlayışının kurbanı olmaktan ve sonuçta likidasyondan kurtulamadı. Komünizmin her üyenin her koşul altında tam ve eşit haklı bir siyasi özne olmasını gerektirdiği kavranamadı.
TKP, tüm bu hatalarının bedelini işkence, kan, hapis ve ölümle çok ağır ödedi.
Bu Tarih Bizim
TKP tarihine topluca baktığımızda, parti içinde burjuvaziyle kararlı mücadele taraflısı ana gövdenin yanısıra, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın eğilimlerin de bulunduğu görülür. Bununla birlikte, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın olanlar arasında işi döneklik boyutuna, burjuvazinin kampına geçme noktasına vardıranlar, 1927'de Şevket Süreyya ve Vedat Nedimler ile 1980'lerde Haydar Kutlu ve Zülfü Dicleliler olmuştur.
Kimi zaman ciddi yanlışlar yapsalar da Mustafa Suphi, Salih Hacıoğlu, Şefik Hüsnü, Zeki Baştımar, İ. Bilen, Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Reşat Fuat, Hüsamettin Özdoğu, Mihri Belli ve Behice Boran yoldaşların tümü -kimisi parti dışına düşmüş olsa da- komünizm davasına bağlı kaldılar ve bu uğurda ağır bedeller ödediler.
BİZLER, Mustafa Suphi'den Deniz yoldaşa, Boz Mehmet'ten Ali İhsan Özgür'e, Amele Birliği'nin adsız sıra neferlerinden Maden-İş militanlarına, Türkiye Komünist Gençler Federasyonu üyelerinden genç savaşerlerine, Komünist Kadınlardan ilerici kadın aktivistlerine, Birlik-Dayanışmacılardan Köy-Kooplulara, Savaş Yolu emekçilerinden Güneşli Dünya emekçilerine, devrim ve komünizm davasını bugüne taşıyan tüm onurlu insanlarımıza şükran borçluyuz. Bu yeni dönemde, onların mirasını ileriye taşıyacak ve sosyalist devrimi zafere ulaştıracağız.
BUGÜN ESİR, YARIN HERŞEY!
TKP'nin birinci kongresi 10 Eylül günü Kızıl Ordu kulübünde toplandı. Anadolu'da, İstanbul'da ve Sovyet topraklarında faaliyet yürüten 15 komünist grup ve örgütü temsil eden 75 delegeyi bir araya getiren ve merkezi bir yönetim altında birleştiren bu kuruluş kongresiyle Türkiye işçi sınıfı marksist leninist öncüsüne kavuştu. Program ve Tüzük kabul edildi. Mustafa Suphi'nin liderliğinde bir Merkez Komitesi seçildi. ("Türkiye Komünist Partisi 58 Yaşında", Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 29)
Mustafa Suphi kongrenin kapanışında şunları belirtti: "Teşkilat devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye Komünistleri bu kongreden örgütlü ve birleşik bir parti olarak çıkmakla yeni bir hayat devresine ayak basıyorlar. Partinin önünde duran birinci görev: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençberleri arasında fikirlerimizi kuvvet ve süratle yayarak, halkın mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır". (Türkiye Komünist Fırkası'nın Birinci Kongresi, Türkiye Komünist Fırkası Neşriyatı, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay,Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul, 1991, s. 313)
Amaç: Amele ve Rençber Şuralar Cumhuriyeti
Kongrenin kabul ettiği programa göre TKP'nin amacı "halkçılığın en yüksek bir şekli olan amele ve rençber şûralar cumhuriyetinin kurulması"ydı. (Türkiye Komünist Fırkası Programı, çıkaran Türkiye Komünist Fırkası, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay, yukarıdaki eser s. 315)
Kongrede alınan "Anadolu'nun Şimdiki Durumu" başlıklı kararda dile getirildiği gibi, komünistler, Anadolu'da devam eden milli devrim hareketinin emperyalizme karşı mücadelesiyle bütün dünya proletarya hareketine yardım ettiğine, bu milli hareketin ülke içinde gelişmesi ve derinleşmesiyle, sınıf bilincinin meydana gelmesine hizmet ettiğine ve böylece yarınki sosyal devrime elverişli bir ortam hazırladığına inanıyorlardı. Türkiye Komünist Partisi bir taraftan Türkiye'de emperyalizme karşı olan bu hareketin derinleşmesine yardım etmekle beraber diğer taraftan rençber, işçi halkın asıl maksadı ve son emeli olan çalışanlar hakimiyetini elde etmek için çalışacaktı. (aynı eser, s. 280)
Böylece Türkiye'yi emperyalist işgalden kurtarmayı ve Büyük Ekim Devriminin sosyalist ideallerini gerçekleştirmeyi görev olarak belirleyen TKP, proletaryanın enternasyonalist bayrağını yükselterek Türkiye'de toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesine atıldı. TKP'nin yeni seçilen yöneticileri Anadolu'ya geçmek üzere hazırlıklara başladılar.
Burjuvazinin Saldırısı
O dönemlerde emperyalist işgal altında bulunan bütün topraklarda bolşevizmin emekçilere ve halklara kurtuluş yolunu gösteren görüşleri sempatiyle karşılanmaktaydı. Kitleler nezdinde büyük bir prestije sahip olan bolşevizm, ulusal kurtuluş savaşının içinde yeralan burjuva önderlerinin bile sosyalist ideolojiye doğrudan cephe almasını önlüyordu.
Böylesi bir hava içerisinde ülkede bulunan üye ve sempatizanları aracılığıyla hızla örgütlenen TKP, burjuva kadrolar gözünde, bertaraf edilmesi gereken en büyük tehlike haline geldi. Komünist kadroların kendi kapitalist düzeni için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu bilen Türk burjuvazisi, TKP'nin işçiler, silahlı köylü kuvvetleri ve genç aydınlar üzerinde önemli bir etki sağladığını görür görmez kanlı ve sinsi bir planı uygulamaya koydu. Kemalist burjuvazi bir yandan gelişen toplumsal devrim hareketini kontrolüne almak için geçici olarak resmî bir "komünist partisi" oluştururken öte yandan da altı aylık kısa bir zaman diliminde Çerkez Ethem liderliğindeki köylü partizan birliklerini dağıttı, Ankara'da Halk İştirakiyun Partisi önderlerini istiklal mahkemesine vererek ağır cezalara çarptırdı ve mücadeleye katılmak üzere Anadolu'ya dönmekte olan TKP lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını tuzağa düşürerek Karadeniz'de katletti. Bu ağır saldırılarla kurtuluş savaşının burjuvazinin denetiminde kalması sağlanmış, emperyalizme ve kapitalizme karşı köklü bir devrim hareketine dönüşmesi önlenmiş oldu. Burjuva cumhuriyetinin yolu işte böyle açıldı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 29)
Uzun yıllar CİA'nın Türkiye istasyon şefi ve ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye masası sorumlusu olarak çalışan CİA ajanı George Harris, 10 Eylül 1920'de yapılan TKP birinci kongresinin hemen ardından, 18 Ekim 1920 tarihinde, yani gerçek TKP kongresinden yalnız 38 gün sonra kurulmuş olan ve komünist önderlerin yok edilmesi ve komünistlere dost güçlerin dağıtılmasıyla birlikte görevini tamamladığı düşünülerek faaliyeti durdurulan bu sahte partinin kuruluş nedenini Türkiye'deki komünist akımları incelediği kitabında şöyle değerlendiriyor: "Komünizm muhakkak ki bir kitle hareketi olamamış, bunu başaramamıştır. Yine de, istiklal mücadelesinin ilk safhaları esnasında, bir yerde, komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştı. Bu tarihte komünist liderleri, Anadolu ihtilal hareketinin başlıca askeri gücünü teşkil eden önemli partizan birlikleriyle özel bir ilişki kurmayı becermişlerdir. Komünistlerin etkisine kapılmış bu güçlere, bu, Ankara rejimine karşı öylesi bir kafa tutma, meydan okuma tavrı takındırmıştı ki, Atatürk, filizlenmekte olan bu komünist hareketini kontrol altına alıp hizaya getirmek çabasıyla kendi resmi Türk Komünist Partisini kurmak zorunda kalmıştı." (George Harris, Türkiye'de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1979, s. 10-11)
Önder kadroları fiziksel olarak ortadan kaldırılan TKP'nin yaralarını sarmasını sağlayan ikinci kongresi 15 Ağustos 1922'de Ankara'da toplandı. Henüz işgalci Yunan ordularına karşı belirleyici zaferin kazanılmadığı, ulusal mücadele açısından bu kadar kritik bir dönemde bile Ankara hükümeti kongreyi yasakladı ve geniş tutuklamalara girişti. Fabrikalardan gelecek işçi komünist delegelere engeller çıkarıldı. Kongreyi izlemeye gelen Fransız Komünist Partisi delegesi kurşunlandı. Tüm bunlara rağmen kongre Küçükesat bağlarında gizli olarak çalışmalara devam etti ve beş oturum gerçekleştirdi. Partinin savaşım politikası onaylandı. Parti Kemalist burjuvazinin emperyalizmle uzlaşma ve işçi köylü kitlelerine terör uygulama siyasetini teşhir etti. Yeni merkez komitesi seçildi ve Salih Hacıoğlu genel sekreterliğe getirildi. (aynı yazı, s. 30)
Kongreden yaklaşık üç hafta sonra 12 Eylül 1922'de, Ankara hükümeti o güne kadar yasal çalışma yürüten TKP'yi yasakladı. (aynı yerde)
1923'de işçi sınıfını milliyetçi bir merkez etrafında toplayarak doğrudan doğruya kontrol etmek isteyen burjuvazi İstanbul'da bağımsız bir işçi birliği oluşturan komünistleri vatana ihanetle suçlayıp zindanlara attı.
Daha kurulduğu günden başlayarak yoğun baskılara maruz kalan ve yasal çalışma olanağı da ortadan kaldırılan TKP'nin üçüncü kongresi 31 Aralık 1924-1 Ocak 1925'de İstanbul Akaretler'de illegal olarak toplandı ve Şefik Hüsnü genel sekreterliğe getirildi. (aynı yazı, s. 31) Kongreden hemen sonra, Şeyh Sait liderliğindeki Kürt başkaldırısını bahane eden burjuvazi Takrir-i Sükun (Sessizliğin Sağlanması) kanununu çıkararak açık diktatörlüğünü kurdu. TKP'ye tekrar saldırdı ve birçok devrimciyi kürek cezasına mahkum etti.
Likidatörler
1925 tutuklamalarının yol açtığı dağınıklığı gidermek üzere 1926 mayıs ayında Şefik Hüsnü'nün girişimiyle Viyana'da parti konferansı yapıldı. Yeni bir faaliyet programının taslağı hazırlandı ve Vedat Nedim genel sekreterliğe getirildi. Vedat Nedim dönemi tam bir menşevik yönelim dönemi oldu.
1927 yılında TKP'ye karşı yeni bir tutuklama kampanyası açıldı. Vedat Nedim ve Şevket Süreyya menşevik çizgilerini polisle işbirliği noktasına getirdiler ve parti belgelerini polise teslim ettiler. Marksizm-leninizmi geçersiz ilan ettiler ve kemalizmin tek geçerli ideoloji olduğunu savundular. Daha sonra, 1932 yılında Kadro dergisini çıkardılar. Sosyalizme ve liberalizme karşı üçüncü yol olarak sundukları kemalizmin bayraktarlığını yaptılar, şeflere tapınmanın, devleti yüceltmenin ve Türk milliyetçiliğinin teorisini işlediler.
1928-1945 Yılları
1928 ve 1929 yılları TKP'ye yönelik iki yeni tutuklama kampanyasına tanık oldu. 1929 yılında TKP içinde, kemalist iktidara karşı takınılacak tutum konusunda, bölünmeyle sonuçlanan bir anlaşmazlık çıktı. Burjuvaziyle uzlaşmaya karşı çıkan ve daha sol bir mücadele çizgisi öneren partililerin topladığı kongrede oluşturulan yeni merkez komitesi Komintern tarafından kabul edilmedi. Nazım Hikmet'in de içinde bulunduğu adıgeçen muhalif grup troçkizm suçlamasıyla partiden çıkarıldı. Muhalefet bu kararı tanımadı, kendisini asıl parti sayarak faaliyetlerine devam etti. (Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 76)
Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün en küçük belirtilerine bile tahammül edemeyen kemalist devletin artık gelenekselleştirdiği TKP tutuklamaları 1930 ve 1931 yıllarında da devam etti. 1932 yılında TKP'nin dördüncü kongresi İstanbul'da Haliç semtinde toplandı. 4. Kongre, 1. Partinin durumu ve politik platformu üzerine rapor; 2. Program ve tüzüğün yenilenmesi; 3. Yeni çalışma platformunun onaylanması; ve 4. Yeni merkez komitesinin seçilmesini gündeme alarak toplandı. Partinin gizlilik koşullarına uygun çalışmalar yürütebilmesi amacıyla kararlar alındı. Yeni ve geçici bir merkez komitesi seçildi. Partiye ihanet etmiş olan Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir'in partiden kovulmaları resmen onaylandı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 31-32)
Dördüncü kongreden sonra daha düzenli hale giren TKP çalışmalarına Türk burjuvazisi aynı yıl içinde dört büyük komünist tutuklaması ile karşılık verdi. Hükümet, komünistlerin ağır koşullarda büyük bir yiğitlik ve fedakârlıkla sürdürdükleri mücadeleyi söndürmek amacıyla 1933, 1934, 1935 ve 1936'da da tutuklamalar yaptı.
Separat kararı
1935 yılında toplanan yedinci Komünist Enternasyonal kongresinde "faşizme karşı birleşik cephe" çizgisi benimsendi. Bu çizginin Türkiye koşullarında uygulanabilmesinin ilk adımı olarak Komintern yönetimi TKP'nin Komintern bünyesinden ayrılmasını ve ayrı çalışmasını kararlaştırdı. "Desantralizasyon" veya "Separat" kararı olarak adlandırılan bu kararla Türk hükümetinin Sovyetler Birliği ile dostluk ve faşist devletlerden uzak durma çizgisine daha kolay çekilebileceği düşünülüyordu. Karara uygun olarak, TKP faaliyet programının öngördüğü "Türkiye Komünist Partisi iktidarda bulunan Halk Partisi'ne karşı barışmaz azimkârane bir tarzda mücadele eder" hükmü (Türkiye Kommunist Fırkası Fealiyet Programı, İnkılâp Yolu külliyatı, sayı 1, 1931'den aktaran Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 252) bir yana bırakıldı ve Parti "o zamanki İsmet İnönü hükümetinin, memleketin milli bağımsızlığına, sosyal gelişmesine hizmet eden, memleketin ve halkın yararına olan bütün icraatında aktif olarak desteklenmesine karar verdi. Partiye bağlı gizli işçi sendikaları ve gizli Komünist Gençlik Teşkilatı kaldırılarak üyeleri legal işçi ve gençlik teşkilatlarına girmekle görevlendirildi". (Zeki Baştımar, "Komintern 7. Kongresi'nin 30. Yıldönümü Konuşması", Yeni Çağ, Ekim 1965'den aktaran Mete Tunçay, yukarıdaki eser, s. 126)
Yeni çizgi devletin komünistlere karşı tutumunda herhangi bir yumuşamaya yol açmadı. 1938'de büyük bir komünist tutuklaması yapıldı. Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı dahil birçok TKP üyesi ağır cezalara çarptırıldılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında TKP üzerindeki baskılar daha da şiddetlendi. Faşizme karşı yoğun bir teşhir kampanyası yürüten TKP üyeleri ve yöneticileri işkenceli sorgulardan geçirildiler ve zindanlara kapatıldılar.
İkinci dünya savaşının sonlarına doğru, 1943 yılında faşizmin yenilgiye uğrayacağı kesinleşince uygun hale gelen ulusal ve uluslararası koşullardan yararlanan TKP bir canlanma ve genişleme dönemine girdi. Partinin üye sayısı ve örgüt birimleri arttı. Kitle örgütleri içinde daha yoğun çalışmalar gerçekleştirilirken, parti kendi girişimleriyle de yeni kitle örgütleri kurmaya soyundu; siyasi ve kültürel yayınlar çıkartmaya başladı.
TKP Legale Çıkıyor
İkinci Dünya Savaşından sonra yeni uluslararası ortamın zorlamasıyla Türkiye'de çok partili sisteme geçiş kararı alınınca TKP legale çıkmayı kararlaştırdı. Ne var ki, parti içinde yıllar önce meydana gelen, daha önce sözünü ettiğimiz bölünmenin de etkisiyle iki legal sosyalist parti ortaya çıktı. 1946 yılının mayıs ayında, içinde Hüsamettin Özdoğu gibi bölünme sırasında muhalefette yer almış kimi TKP'lilerin de bulunduğu Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) kuruldu. Onu, aynı yılın Haziran ayında Şefik Hüsnü'nün başkanlığında kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) izledi. TSEKP aşağı yukarı TKP'nin ana teşkilatından oluşuyordu.
Komünistlerin yoğun bir sendikal örgütlenme faaliyetiyle özellikle işçiler arasında güç kazanmakta olduğunu gören CHP hükümeti hem TSEKP'i, hem de TSP'yi 1946 yılının Aralık ayında kapattı. Her iki partinin yönetici ve üyelerini ağır cezalara çarptırdı. Türk burjuvazisinin çok partili sistemi de tıpkı tek partili sistemi gibi komünistlere ve solculara sımsıkı kapalıydı.
Demokrat Parti'nin Karanlık Terörü
1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidara geçmesiyle çıkarılan af yasasından yararlanan komünistler 1951 yılında büyük bir tutuklamayla karşılaştılar. Demokrat Parti komünistlere baskı açısından önceli Cumhuriyet Halk Partisi'nin tüm uygulamalarını aynen devam ettireceğini kanıtladı. 1951 yılında başlayan tutuklamalar TKP'ye çok ağır bir darbe indirdi. Parti yöneticileri ve örgütlerinin büyük çoğunluğu burjuvaziye tutsak düştü. Tutuklamaların yarattığı moral bozukluğunun da etkisiyle parti içinde hizipleşmeler ve bölünmeye varan ayrılıklar başgösterdi. TKP'nin eylem gücü yok denecek derecede azaldı.
Bu kısır dönemde sosyalizm adına ülke içinde yürütülen başlıca faaliyetler legal alanda Hikmet Kıvılcımlı'nın önderliğinde kurulan Vatan Partisi örgütlenmesi ve illegal alanda tutuklamalarda açığa çıkmamış yerel hücrelerin birbirinden kopuk çalışmaları oldu. Vatan Partisi kuruluşundan 3 yıl sonra 1957'de kapatıldı. Bu dönem boyunca TKP Yurtdışı Bürosu yayın ve örgütlenme faaliyetlerine devam ediyordu. Dönemin en önemli faaliyeti "Bizim Radyo"nun yayınlarıydı.
TKP'nin önde gelen liderlerinden Şefik Hüsnü hapis cezasını tamamladıktan sonra sürgüne gönderildiği Manisa'da 1959'da öldü. 1960 yılında hapisten çıkan TKP örgüt sekreteri Zeki Baştımar (Yakup Demir) yurtdışına gitti ve yeni örgütsel düzenlemelerle TKP daha hareketli hale geldi.
1960'lar: TİP'e Destek
2-4 Nisan 1962 tarihlerinde Leipzig'de toplanan Parti Konferansında Zeki Baştımar'ın genel sekreterliğinde İ. Bilen, A. Saydan ve Nazım Hikmet'in içinde bulunduğu yeni merkez komitesi oluşturuldu. Eski tutuklamaların alevlendirdiği hizipleşmeler ve bölünmelerin etkisiyle Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi ülke içinde bulunan TKP liderleri konferansa katılmadılar. Böylece birleşik bir önderliğin kurulması fırsatı kaçmış oldu. Mehmet Bozışık, bu olayı şöyle anlatıyor: "1951 Adnan Menderes döneminde 186 komünistin tutuklanması sonucunda Harbiye hapishanesinde komünistler arasında meydana gelen ihtilaf sonucu partililer arasında büyük kavgalar olmuş ve bu tutuklamada TKP telafisi zor yaralar alarak birkaç gruba ayrılmıştır. Bu ayrılıkların telafisi ve aralarındaki görüş farklılıklarının giderilmesi için partinin dış kanadına mensup MK üyelerinin daveti üzerine dış memleketlere bazı yoldaşlar gitmiştir. Bazıları ise bu davete icabet etmemiştir." (Mehmet Bozışık, "Türkiye'nin Durumu ve Sorunlarımız", Ürün Kitap Dizisi, sayı 2, 15-16 Haziran 1997, s. 33) Mehmet Bozışık, "partimizin dış kanadının daveti"nin kabul edilmemiş olmasının partiye "büyük zararlar, fireler" verdiği değerlendirmesini yapıyor. (aynı yerde).
Konferansta alınan kararlara uygun olarak 1963 yılında Yurdun Sesi, 1964'te Yeni Çağ yayımlanmaya başladı. Özellikle Batı Almanya'da artık yoğun bir topluluk oluşturan göçmen işçiler arasında çalışma yürütüldü.
Bununla birlikte, 1961-1968 yılları arasında TKP legal olarak kurulan Türkiye İşçi Partisi'ni desteklemeye ağırlık verdi. Türkiye İşçi Partisi'nin liderleri 1951 tutuklamasından sonra partiyle bağlarını kesmiş veya gevşetmiş eski TKP kadrolarıydı. TKP'nin yerel örgütleri TİP'in ülke çapında örgütlenmesinde ve yaygınlaşmasında faal rol oynadılar. Bu dönemde TKP ülke içinde bağımsız bir örgütlenme faaliyeti yerine, TİP'in güçlendirilmesi taktiğini izledi. TİP, sosyalist fikirlerin kitlelere götürülmesinde ve benimsetilmesinde önemli bir etken oldu. Sosyalizm, işçiler ve aydınlar arasında bayraklaştı. Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra ilk kez sosyalist akım Türkiye politikasında güçlü bir aktör oldu. Bununla birlikte, TİP yöneticileri legalist ve parlamentarist hayaller besliyorlardı; tutarlı bir sosyalizm kavrayışından, emekçi kitlelerin seferber edilmesini amaçlayan kapsamlı bir politik çizgiden, her şart altında mücadeleyi sürdürebilecek kalıcı ve esnek bir örgütlenme anlayışından uzak bulunuyorlardı.
MDD Akımı
Türkiye Komünist Partisi eski yöneticilerinden Mihri Belli'nin girişimiyle 1967 yılında Türk Solu dergisi çevresinde yeni bir hareket başlatıldı. Milli Demokratik Devrim (MDD) akımı olarak adlandırılan bu hareketin yöneticileri, bir yandan TKP'yi kendilerinin temsil ettiğini, TKP'nin, yurtdışı bürosundan ibaret bir "mülteciler grubu" olduğunu iddia ediyor; öbür yandan TİP'i zayıflatmaya ve parçalamaya yönelik bir taktik güdüyorlardı. Türkiye'nin kapitalist değil, yarı-feodal yarı-sömürge geri bir ülke olduğunu ve buna bağlı olarak Türkiye işçi sınıfının çok güçsüz durumda bulunduğunu, devrime önderlik edemeyeceğini, sosyalizm mücadelesinden önce tam bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin verilmesi gerektiğini, asker-sivil aydın zümre olarak adlandırdıkları Kemalistlerin bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde çok önemli, hatta önder bir rol oynayacağını, bu mücadele başarıya ulaşmadan işçi sınıfının öz örgütünün bile kurulamayacağını söylüyorlardı. Tek parti diktatörlüğü dönemini yüceltiyor, Kemalizmi sosyalizmin dostu ve müttefiki olarak değerlendiriyorlardı. Kemalist diktatörlüğün bürokratik devletçiliğini sosyalizme yakın ilerici ve devrimci bir uygulama olarak övüyor, kemalizmin zaman zaman ırkçılığa varan milliyetçiliğini anti-emperyalizm adına savunuyorlardı.
TKP'nin eski yöneticilerinden Hikmet Kıvılcımlı da yine 1967 yılında yayımlanmaya başlayan Sosyalist dergisi çevresinde, "İkinci Kuvayı Milliyecilik" olarak özetlenen doğrultuda faaliyetlerini yürüttü. Kısa süre sonra yayınına ara veren dergi 1970 yılında yeniden çıkarıldı ve daha etkili oldu.
Mihri Belli ve arkadaşları TKP geleneğini kendilerinin temsil ettiğini iddia eder ve TİP'i dağıtma taktiğini izlerlerken yakın bir zamanda "sol" bir darbeyle iktidara geleceklerini umdukları Kemalistleri ürkütmemek adına da kurallı ve kalıcı bir örgütlenmeye gitmekten kaçınıyorlardı. Legalist ve parlamentarist çerçeveyi aşamayan TİP'in eylemsizliğine tepki duyan gençlik arasında kısa zamanda sol söylemleriyle büyük bir etki sağlayan MDD yöneticileri kalıcı örgütlenmeden kaçınan tutumlarıyla bu etkilerini yitirmeye başladılar.
Yeni Örgütler
15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi işçi sınıfının devrime önderlik edebilecek çapta güçlü bir sınıf olduğunu göstererek MDD tezlerine ağır bir darbe vurdu. Marksizm-leninizme yönelen devrimci gençlik önderleri arasında her koşula uygun bağımsız örgütlenme eğilimi güçlendi. Bunların bir kesimi proletarya içinde çalışmaya ağırlık verip komünist parti arayışına girdiler. Diğer bir kesim ise ideolojik önderliğin işçi sınıfına ait olduğunu kabul etmekle birlikte, fiili savaşımın çeşitli küçük-burjuva ve köylü katmanlarca yürütülmesi gerektiğini söylediler.
Mahir Çayan ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C), Deniz Gezmiş ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunu (THKO) kurdular. Doğu Perinçek ve çevresi ise daha sonra Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP), 1980 sonrası ise Sosyalist Parti (SP) ve bugün İşçi Partisi (İP) adını alan, Kemalizm ve Maoizm karması anti-sovyet, milliyetçi bir çizgiyi savunan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisini (TİİKP) oluşturdular. TİİKP'den ayrılan İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları ise Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusunu (TİKKO) kurdular.
Bu dönemde, Türkiye Komünist Partisi kendi öz kimliğiyle fiilen örgütlü bir akım olarak henüz gençlik hareketi içinde yer almıyordu.
12 Mart Darbesi
1960'ların devrimci yükselişine, burjuvazi 12 Mart 1971 faşist askeri darbesiyle karşılık verdi. İşçi sınıfına, devrimci gençliğe, Kürt uyanış hareketine vahşice saldıran 12 Mart faşizmi TİP'i ve demokratik kitle örgütlerini kapattı. Onbinlerce insan tutuklandı ve işkenceden geçirildi.
12 Mart paşaları, görevden aldıkları Demirellerin de desteğiyle Sinan Cemgil ve yoldaşları ile Mahir Çayan ve yoldaşlarını vurarak, Deniz Gezmiş ve iki yoldaşını asarak, İbrahim Kaypakkaya'yı işkence ederek öldürdüler. 12 Martçıların elinden kurtulmak için yurtdışına çıkmak zorunda kalan Hikmet Kıvılcımlı Yugoslavya'da öldü.
Türkiye Komünist Partisi TİP'in kapatıldığı ve tüm devrimci örgütlerin ağır baskılara uğradığı 12 Mart darbesinden sonra örgütsel çizgisinde değişiklik yaparak, ülke içinde örgütlenme çalışmalarını hızlandırdı.
Atılım Dönemi
1973 yılında Zeki Baştımar'ın ölümünün ardından İ.Bilen'in TKP Genel Sekreteri olmasıyla TKP yeni bir yönelim benimsedi ve büyük bir atılıma başladı. Daha önce değişik örgütlerde çalışmış ve proletarya partisini arayan devrimci kadrolar TKP'ye yöneldiler. TKP Merkez Komitesi düzenli bir yayın organına kavuştu: Atılım dergisi yayınlanmaya başladı. Yeni bir program ve tüzük hazırlandı. 1977'de yapılan Parti Konferansında Program ve Tüzük onaylandı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 33)
Böylece TKP bir diriliş yaşayarak Türkiye'de önemli bir siyasal güç haline dönüştü. Sendika, gençlik, memur, köylü, kooperatif ve kadın hareketi içinde kitleselleşti. Ülke çapında parti örgütleri ağı oluşturuldu. 1 Mayısların kitlesel olarak kutlanmasında, Devlet Güvenlik Mahkemelerine karşı direnişte, faşist teröre karşı kitlesel direnişlerin örgütlenmesinde, kapitalist sınıfa karşı güçlü grevler düzenlenmesinde, 1 Mayıs komiteleri ve can güvenliği komiteleri gibi özgün yapıların yaratılmasında, 141. ve 142. maddelerin kaldırılması kampanyasında, barış hareketinin örgütlenmesinde, Marksizm-leninizmin ve proletarya enternasyonalizmin propagandasında, sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışma kampanyalarının geliştirilmesinde TKP öncülük yaptı. Basın-yayın, kültür ve sanat cephelerinde etkili bir çalışma yürüten TKP aydınların işçi sınıfıyla bağlaşmasında önemli bir etken oldu.
Bütün bu mücadeleler içerisinde TKP'nin birçok üyesi ve taraftarı şehit düştü. Sınıf mücadelesinin alabildiğine keskinleştiği bu ortamda devletin ve sivil faşist hareketin saldırılarının yanı sıra birçok TKP militanı sol içi çatışmalarda özellikle Maocu çevrelerin saldırılarında yaşamını yitirdi. Doğu Perinçek'in liderliğindeki TİKP çevresinin yayın organı Aydınlık gazetesi TKP'yi "Rus sosyal emperyalizminin beşinci kolu" ilan ederek TKP militan ve taraftarlarını polise ihbar etti.
TKP bu dönemde işçi-köylü kitlelerinin mücadelesi temelinde bir ulusal demokratik cephenin oluşturulması, bu cephe aracılığıyla ileri demokratik bir düzenin kurulması ve kesintisiz olarak sosyalizme geçilmesini öngören bir siyasal strateji izliyordu. Bununla birlikte, grevlerin, direnişlerin, sokak gösterilerinin olağanüstü yoğunlaştığı; sosyalizmin emekçi kitlelerle buluşup neredeyse her fabrika, köy ve semtte etkisini duyurduğu; solun devlet mekanizmasının en ulaşılmaz kısımlarına bile nüfuz etmeye başladığı; faşist teröre ve kapitalist sömürüye karşı mücadelenin genel bir meşruiyet kazandığı adı konmamış bir iç savaşın yaşandığı bu dönemde parti berrak ve ikircimsiz bir emekçi iktidarı hedefine sahip değildi. Sınıf mücadelesinin her yöntemi ve biçimi fiilen uygulanıyordu ama mücadelenin nasıl taçlandırılacağı, politik iktidarın nasıl alınacağı konusunda açıklık yoktu; kadrolar yollarını el yordamıyla bulmaya çalışıyorlardı. Politik iktidar fırsatı nesnel olarak sosyalizmin ve solun önüne gelmişti, ama bu konuda yeterli bir bilinç yoktu; böyle bir deneme bile yapılamadı.
Yıkıcı Rekabet
Sosyalist hareketin tarihsel ve güncel nedenlerle çeşitli sosyalist parti ve örgütler halinde bölünmüş olduğu bu yıllarda, sözü edilen örgütlerin kendilerini benimsetme ve güç kazanma çabaları, aralarında yıkıcı bir rekabete yol açtı. Kimi zaman bu rekabet öbür sosyalist çevrelerin zararına sosyalizm dışı bir çevreyle işbirliği yapma boyutlarına ulaşıyordu. TKP de bu sekter anlayışın dışında kalamadı. Özellikle TİP, TSİP, TKSP gibi uluslararası komünist hareketin genel çizgisine uygun bir yönelimi bulunan sosyalist partilerle ilişkiler uzun süre düzgün bir temele oturtulamadı.
1970'lerin sonlarına doğru, TKP içinde izlenecek taktik çizgi konusunda bir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma sonucunda "daha sol" öneriler getiren İşçinin Sesi grubu partiden ayrıldı. Grubun görüş ve tezleri kapsamlı biçimde tartışılamadan, ikna edilebilecek ve böylece partide kalmaları sağlanabilecek insanlar idari bir kararla partiden uzaklaştırıldılar. Bu, döneme hakim olan sekter havanın parti içerisindeki bir yansımasıydı. Verimli sonuçlar doğurabilecek bir fikir alış verişi yapılamadan meydana gelen kopma işe yaramadı. Ana gövdeden kopan grup başlangıçtaki "sol" yönelimini bir süre sonra yitirdi, mezhepçi ve sağ uzlaşmacı bir rotaya girdi.
12 Eylül Darbesi
TKP, ülke içindeki bunalımın derinleşmesi sonucu emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin faşist bir askeri darbe hazırladığı tespitini yapmıştı. İşçi sınıfının ve devrimci örgütlerin böyle bir darbeyi önlemek, bu mümkün olmazsa darbeye karşı direnmelerini sağlamak üzere politik, örgütsel ve teknik hazırlıklar yapmalarının zorunluluğunu defalarca vurgulamıştı. TKP yerel birimleri bu doğrultuda küçümsenmeyecek adımlar atmışlardı.
Ne var ki, TKP Merkez Komitesi, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin ardından yaptığı politik durum değerlendirmesinde, cuntanın "biz sadece terörizme karşıyız" ve "Sovyetler Birliği'yle iyi komşuluk ilişkilerini sürdüreceğiz" demagojisini ve Alpaslan Türkeş ile ülkücü katillerin tutuklanmasını esas alarak, darbenin faşist nitelik taşımadığını, Kenan Evren cuntasının ılımlı bir askeri cunta olduğunu öne sürdü. NATO'nun oluşturduğu kontr-gerilla dilinde "terör"ün işçi, emekçi ve aydınların sermayeye ve emperyalizme karşı her türlü mücadelesi ve özlemi anlamına geldiğini değerlendiremedi. Faşizme karşı aktif direniş stratejisi yerine geriye çekilme ve küçülerek kendini koruma stratejisi önerdi.
Bu değerlendirme parti örgütlerinin yoğun tepkisiyle karşılaştı ve düzeltilmesi istendi. Düzeltme yerine hatalı durum değerlendirmesini haklı gösterecek sözümona teorik gerekçeler üretildi. Arjantin Komünist Partisi'nin o dönemdeki liderlerinin Arjantin faşist askeri cuntasıyla uzlaşmayı esas alan ve binlerce devrimcinin kaybından sorumlu caniler cuntasını "teröristlerle mücadele eden ılımlı askeri yönetim" olarak alkışlayan faşist-işbirlikçisi çizgisini mekanik olarak Türkiye'ye uyarlayan ve örnek gösteren bir belge parti örgütlerine dayatıldı. [Arjantin Komünist Partisi'nin bir süre sonra faşizm işbirlikçisi bu çizgiyi mahkûm ederek düzelttiğini ve bu ihanetten sorumlu yöneticilerini partiden ihraç ettiğini yeri gelmişken belirtelim].
İşçi sınıfına ve emekçi halka karşı acımasızca saldıran, sınıf ve kitle sendikacılığının merkezi örgütü DİSK'i kapatan, sendikal faaliyetleri yasaklayan, sosyalist partileri kapatan, işçi sınıfının ve ezilen halkların politik ve kültürel örgütlerini dağıtan, binlerce devrimciyi Diyarbakır, Metris ve Mamak zindanlarına tıkan, tüm ülkeyi bir toplama kampına çeviren, yaşı onsekiz bile olmamış komünistleri ve devrimcileri idam eden, anayasayı ortadan kaldıran kanunsuz faşist cuntanın yaptıkları ortadayken merkez komitesinin bu tutumu parti saflarında büyük bir kargaşaya yol açtı. Ülkenin hemen hemen her bölgesinde devrimci pratik içinde yer alan kadroların şiddetli tepkisini çeken ve sadece erken bir devrim umuduyla partiye üye olan geçici kimi yol arkadaşlarının desteğini alan bu teslimiyetçilik, orta ve alt kademelerde yaygın bir hoşnutsuzluk ve muhalefet doğurdu. Parti üst yönetimi içinde hizipleşmeler ve tasfiyeler yaşandı. 1981 Mayısında cunta ülke çapında büyük bir TKP tutuklamasına girişti. Birçok il örgütü dağıtıldı, bini aşkın parti üyesi hapse atıldı. Birçok üye işkencelerde sakat kaldı, Mustafa Hayrullahoğlu (Deniz) ve Av. Ahmet Hilmi Feyzioğlu öldürüldü. Sorumsuz bir teslimiyetçiliğe kapılan üst yönetim faşizme karşı ülke çapında bir direnişi örme yeteneği şöyle dursun, örgütlerini ve üyelerini koruma becerisinden, düzenli bir geri çekilmeyi gerçekleştirme yeteneğinden bile yoksun olduğunu gösterdi.
Yeni Likidatörler İşbaşında
Bu arada çeşitli iç çatışma ve tasfiyelerden sonra, TKP üst yönetimini ele geçiren, başını Haydar Kutlu'nun çektiği "Partizan" hizbi, TKP tutuklularının mahkemelerde siyasi savunma yapmasını yasakladı. Böylece yargılama sürecinin burjuvaziye karşı bir hücum platformuna dönüşmesini önledi. Bu en zor koşullarda marksizm-leninizmin, enternasyonalizmin ve TKP'nin savunulmasının sağlayacağı manevi üstünlüğün ve gelecek kuşaklara devredilecek büyük ve onurlu bir siyasi mirasın yokedilmesine yol açtı. Haydar Kutlu hizbinin, siyasi savunma yasağıyla TKP'nin likidasyonuna giden yolda önemli bir adım attığı ileride anlaşılacaktı.
Faşizmin bütün baskılarına rağmen TKP kadroları bu dönemde "anayasaya hayır" kampanyasını yürüttü. Yurt dışında "Sol Birlik" yolunda adımlar atıldı.
5. Kongre
1983 yılında Haydar Kutlu grubunun kesin hakimiyeti altında toplanan 5. Kongre'de Haydar Kutlu parti genel sekreterliğine getirildi; İ Bilen başkan seçildi. Yeni bir parti programı kabul edildi. Program, ülke içindeki parti birim ve üyelerinin tepkilerini yatıştırmak üzere gecikmiş olarak "faşist diktatörlük" değerlendirmesini yaptı. Ayrıca "faşist diktatörlük devrimin barışçıl yoldan utkuya ulaşmasını büsbütün olanaksız kıldı" tespitinde bulunarak direniş gereğini vurguladı. Haydar Kutlu hizbi programdaki bu değerlendirmeler doğrultusunda hiçbir girişimde bulunmadı. TKP'nin atılım döneminin lideri İ. Bilen kongreden hemen sonra, 18 Kasım 1983'te öldü.
Burjuvaziye Teslimiyet
Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un başa geçmesinden ve "yeni politik düşünce" uygulamalarının başlamasından sonra, Haydar Kutlu yönetimi "Barış ve Ulusal Demokrasi Alternatif Programı"nı kabul etti. 5. Kongre'de kabul edilen programın ruhuna ve lafzına tamamıyla aykırı bu "yenilenmeci" program TKP'nin likidasyonunda sondan bir önceki adımı oluşturdu. Likidasyon zehiri, komünistlerin birlik yönündeki içten duyguları sömürülerek "TİP ve TKP birliği" ambalajıyla kadrolara sunuldu. Böylece burjuvaziye teslimiyet programını içine sindiremeyen birçok üye ve sempatizanın "birlik hatırına" örgütlü bir tepki göstermemeleri sağlanmış oldu. Haydar Kutlu ve Nihat Sargın'ın Türkiye'ye dönüp polise teslim olmaları, TKP'nin 6. ve TİP'in 8. kongreleriyle varlıklarına son verdiklerinin açıklanması, TBKP'nin 1. kongresinin yapılması, TBKP'nin Türkiye'de legal olarak kurulması, SBP'nin oluşturulması ve TBKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ile TBKP dönemi sona ermiş oldu.
Likidasyon sürecine çok sayıda komünist karşı koydu. Ancak bu karşı koyma eş zamanlı ve örgütlü tepkiye dönüşemedi, grupsal ve bireysel nitelikte kaldı. Kimi kadrolar 10 Eylül çevresinde TBKP girişimine cepheden muhalefet ederken kimi kadrolar TBKP ve ardından SBP girişiminde yer alarak içten muhalefet etmeye çalıştılar. Ne yazık ki bu devrimci muhalefet cephesi likidasyon sürecini önleyebilecek bir yapıyı ortaya çıkaramadı.
Tarihimizden Geleceğe
TKP tarihi devrim ve sosyalizm için fedakarca mücadelenin, "halkın mukadderatını kendi eline alması"nın koşullarını hazırlamak uğrunda sabırla, dirençle çalışmanın, enternasyonalizmi ve savaşsız, sömürüsüz yeni bir kardeşlik dünyası kurma özlemini işçiler ve emekçiler arasında yayma azminin tarihidir.
TKP tarihi Türkiye'de aydınlanmanın tarihidir. Nazım Hikmet'ten Orhan Kemal'e, Hikmet Kıvılcımlı'dan Behice Boran'a, Sabiha Sertel'den İbrahim Güzelce'ye, Ruhi Su'dan Ahmet Arif'e, Mehmet Ali Aybar'dan Jak İhmalyan'a, politika, bilim, kültür, edebiyat ve sanat alanlarında sayısız isim bunun kanıtıdır.
TKP tarihi marksizm-leninizmin ideallerini işkence odalarında, zindanlarda, sürgünlerde, "ateş ve ihanet" çemberlerinde savunmanın onurlu tarihidir. Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Salih Bozışık, Vedat Demircioğlu, Harun Karadeniz, Ali Talip Öztürk, Mustafa Hayrullahoğlu gibi sayısız isim bunun kanıtıdır.
1917 Büyük Ekim Devrimi'nin dünyaya yaydığı, kapitalist düzene son verilmesi; burjuvaların cahil, kültürsüz ve beceriksiz baldırıçıplaklar diye nitelendirdiği işçilerin ve yoksul köylülerin dünyayı yönetip dönüştürebilecekleri; proletarya iktidarı; ortak mülkiyet sistemine geçilmesi; tüm devlet görevlilerinin seçimle belirlenmesi; yöneten-yönetilen ayırımının kalkması, uluslar arasında kardeşliğin kurulabilmesi için ezilen halkların kendi kaderlerini serbestçe tayin etme hakkının tanınması gereği; ulusal sınırların ortadan kalktığı enternasyonalist bir dünya gibi yepyeni kavramları Türkiye topraklarına taşıma ve kökleştirme onuru Türkiye Komünist Partisi'ne aittir.
Dersler
TKP emperyalizme ve burjuvaziye karşı mücadelesinde her zaman yeterli uyanıklığı gösteremedi. İşçilerin ve köylülerin sosyal bir devrime kalkışma ihtimalinden ölümüne korkan Türk burjuvazisi, TKP'nin kuruluşu üzerinden daha altı ay bile geçmeden TKP yöneticilerini tuzağa düşürerek katletti, partinin etkisinde bulunan siyasi ve askeri güçleri dağıttı. TKP, burjuvazinin bu kadar erken bir saldırısını beklemiyordu. Burjuvazinin işçi ve köylülerden duyduğu korkunun farkında olmakla birlikte onun en azından emperyalist işgal sürerken bu kadar gözükara davranabileceğini, ulusal kurtuluş davasına bu kadar ters bir adımı atabileceğini düşünemedi.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, TKP yönetimi Kürdistan'daki Şeyh Sait isyanına karşı ilan edilen Takrir-i Sükun kanununun kendisini de biçeceğini hesaplayamadı. Kemalist iktidarla iyi ilişkiler içerisinde bulunan Sovyetler Birliği yönetiminin ve Komintern'in yönlendirmesiyle Kemalist burjuvazinin ilerici potansiyelini zaman zaman abarttı. Kemalist devlet terörünün yoğunlaştığı 1920'lerin sonlarında CHP'ye karşı tam boy mücadele çizgisini savunan partililerin girişimleri Komintern'in müdahalesiyle önlendi. Faşizme karşı birleşik geniş cephe siyasetinin dünya komünist hareketince benimsendiği yıllarda "milli şef" İsmet İnönü hükümetlerinin "ilerici ve halktan yana" icraatlarının olabileceği hayaline kapıldı.
1946 yılında Türkiye'de "çok partili demokrasi"ye geçilirken, legal şartların uzun süreceğini sanarak, yeterli önlemleri almadan legale çıktı ve ağır kayıplara uğradı.
1974-1980 arasında yürüttüğü görkemli mücadeleyi emekçilerin politik iktidarına yönelen bir hücumla taçlandıramadı. 12 Eylül darbesine karşı direnişe geçemedi. Soldaki bütün siyasal güçlerin çare umarak gözlerini kendisine çevirdiği bir sırada kararsız kaldı.
12 Eylül'den sonra faşist cuntanın aslında ordunun "ılımlı" bir kanadı olduğu sanısıyla, cuntanın komünistlerin üzerine vahşice saldıracağını yeteri açıklıkla öngöremedi. Faşizme karşı direnişi öremedi.
TKP, kapitalizmin ve emperyalizmin her türlü baskısına rağmen sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirmekten geri kalmadığı halde kendi içinde demokrasiyi aynı ölçüde gerçekleştiremedi; bütün örgütün kollektif aklını hiçbir yöneticiyi ve kurumu eleştiri dışında bırakmayan bir anlayışla harekete geçiremedi. Sovyetler Birliği'nden veya parti üst yöneticilerinden gelen yanlış önerileri kararlılıkla sorgulayıp gerekenleri yapamadı. Kritik zamanlarda mekanik bir disiplin anlayışının kurbanı olmaktan ve sonuçta likidasyondan kurtulamadı. Komünizmin her üyenin her koşul altında tam ve eşit haklı bir siyasi özne olmasını gerektirdiği kavranamadı.
TKP, tüm bu hatalarının bedelini işkence, kan, hapis ve ölümle çok ağır ödedi.
Bu Tarih Bizim
TKP tarihine topluca baktığımızda, parti içinde burjuvaziyle kararlı mücadele taraflısı ana gövdenin yanısıra, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın eğilimlerin de bulunduğu görülür. Bununla birlikte, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın olanlar arasında işi döneklik boyutuna, burjuvazinin kampına geçme noktasına vardıranlar, 1927'de Şevket Süreyya ve Vedat Nedimler ile 1980'lerde Haydar Kutlu ve Zülfü Dicleliler olmuştur.
Kimi zaman ciddi yanlışlar yapsalar da Mustafa Suphi, Salih Hacıoğlu, Şefik Hüsnü, Zeki Baştımar, İ. Bilen, Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Reşat Fuat, Hüsamettin Özdoğu, Mihri Belli ve Behice Boran yoldaşların tümü -kimisi parti dışına düşmüş olsa da- komünizm davasına bağlı kaldılar ve bu uğurda ağır bedeller ödediler.
BİZLER, Mustafa Suphi'den Deniz yoldaşa, Boz Mehmet'ten Ali İhsan Özgür'e, Amele Birliği'nin adsız sıra neferlerinden Maden-İş militanlarına, Türkiye Komünist Gençler Federasyonu üyelerinden genç savaşerlerine, Komünist Kadınlardan ilerici kadın aktivistlerine, Birlik-Dayanışmacılardan Köy-Kooplulara, Savaş Yolu emekçilerinden Güneşli Dünya emekçilerine, devrim ve komünizm davasını bugüne taşıyan tüm onurlu insanlarımıza şükran borçluyuz. Bu yeni dönemde, onların mirasını ileriye taşıyacak ve sosyalist devrimi zafere ulaştıracağız.
BUGÜN ESİR, YARIN HERŞEY!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder