Zafer Doğru Kitab Dizisi: 1
Yayın Tarihi: Aralik 1990
Alper ERSOY ve Gülay ARICI'nin anisina . . .
İçindekiler
Önsöz
Stalin ve Stalinz Üzerine
Dünyamız, Dünya Politikasinin Ülkelerimiz Üzerindeki Etkileri
Stalin ve Çavuşesku ve Stalinizm
ÖNSÖZ
1989 yılı sonlarında tüm dünyayı etkileyen gelişmeler Türkiyeli sol hareketler açisindan da önemli dönüm noktalarından biri oldu. Elbette olaylar bir anda olup bitmedi. '89-'90 yıllarında gerçekleşenlerle sınırlı değildi ve çok daha eski yıllara kök salan reel sosyalizm pratiğinin bir sonucuydu.
Dünyanın bu yeni durumunda -ister olumlu bakılsin ister bakılmasın- Gorbaçov'un başlattığı glasnost ve prestroikanin etkisi var.
SSCB'de yaşanan ve yaşanmakta olan değişiklikleri gündeme getirmesi, dünya sosyalist ülkelerinin ve devrimci hareketlerinin değişim olarak niteleyebileceğimiz bir sistem sorunu olduğunu ve sosyalizmin, insanliğin kaderini yakından ilğilendiren bir sorun olduğu gerçeğini bizlere gösteriyor.
Reel sosyalizmi eleştirel bir gözle incelemek, sosyalist düşünce ve pratiği yeniden insani ideallerle şekillendirmek ve sosyalizme cenaze merasimi yapmaya hazirlananlara karşi çıkmak görev olarak karşımızda duruyor. Yayına hazırladığımız bu küçük kitap, yazarin ayni sorunu inceleyen, bir süre sonra yayınlamayı düşündüğümüz geniş kapsamlı kitabına hazirlik olması nedeniyle ve reel sosyalizme karşi tavırdaki evrimi göstermesi açısından önemli.
Bu kitapta üç ayri zamanda yazilmiş üç ayri yazı yer alıyor. Yazıların bir bölümü '89 sonundaki olaylar yaşanmadan kaleme alınmıştır. Son yazi ise '89 sonundaki olayların sıcaklığı ortalığı kasıp-kavururken yazılmıştır. Yazarın bazı noktalardaki düşünceleri ufak değişikliklere uğramişsada genel doğrultu aynıdğır. Savunulan tezlerdeki değişim elbette olayların gelişiminin ve reel sosyalizmin vardigi noktanin neticesindedir.
Düsüncelerdeki evrim meselesi sadece yazarla sinirli degil. Tüm dünya sosyalistlerinin ve Türkiyeli devrimci hareketin içinde bulundugu gerçekligin bir parçasidir. Dünyada alt-üst olan dengeler, yikilan tabular, yeni yeni gün isigina çikan gerçekler, sosyalizme dini dogma olarak degil de yaratici bir eylem kilavuzu olarak bakanlarin dünyayi kavrayislarinda köklü, olumlu ve geri dönülmez bir degisiklik yaratti. Bir yandan degisikliklerin varacagi sonuçlar tartisilirken bir yanda geçmiste "sosyalizm" adina yapilan yanlislar ve sosyalizmin kurulusuna, uygulanisina iliskin sorunlar da tartisilmaktadir. Türkiyeli devrimcilerin böylesi bir göreve omuz vermeyecegi düsünülemez. Türkiyeli devrimci hareketin yasadigi sorunlar ve içinde bulundugu kisir döngü degisimi gerçeklestirmenin gerekliligini bütün çiplakligi ile gözler önüne seriyor.
Yazilarda tartisilan konular direkt kendi topraklarimiz üzerinde yasanilanlara iliskin degilmis gibi görünse de, Türkiyeli solun Stalinizmden yeterince payini almis olmasi, geçmisten günümüze Sovyetçilik, Maoculuk, Arnavutçuluk gibi hastaliklarla taklitçilik illetinden muzdarip olmasi ve geleneksel düsüncenin toplumumuzda, devrimci yapilarda, devrimciler arasinda taban bulmasi, tartisilan konularin aslinda hiç de uzaydaki gök cisimleriyle ilgili olmadigini gösteriyor.
Mustafa Suphi'lere kadar dayanan köklü bir gelenege sahip olsa da, bugün için toplumda varolan muhalefetin kirintilarini toplamakla yetinen Türkiye solunun, çevresinde topladigi birkaç müridi dagitma pahasina da olsa kendisini gelistirmesi, toplumun genis kesimlerinde varolan muhalefeti kucaklamasi, kitlelere ulasacak. Kitlelerle bag kurmasini saglayacak yeni ve çesitli aygitlar yaratmasi gerekiyor. Bugüne kadar bunu
basaramayan Türkiye solunun mevcut yapisini koruyarak ve köhnelesmis Stalinist sosyalizmin mantigina sahip çikarak bundan sonra kitlelerin gözünde iktidar alternatifi olabilmesi mümkün degildir.
Devrimci hareket içinde eski ayrim çizgilerinin önemini azaltip yeni ayrim çizgileri yaratan son yillardaki gelismelerin kaynaginin Stalinizm olarak ifade edilmesi yanlis olmayacaktir. Türkiye solu -birakalim görevini basarip sosyalizmin kurulus çabasina girismesini- bugünkü devrimci pratiginde yeni Stalin'lere, Çavusesku'lara karsi bayrak açmak zorundadir. Ortaya çikan her Stalin, her Çavusesku, demokratik, esit, özgür, refah, insanca yasam ve düzen idealimizi onlarca yil geriye götürecektir.
Sosyalizmin varolan prestijini yükseltmek, insani ideallerle sosyalizmi daha bir bütünlestirmek elestiriden çekinmemeyi, kendine güveni ve yeni olandan korkmamayi gerektiriyor. Stalin'in, Jivkov'un, Honecker'in, Çavusesku'nun ardindan agit yakmayi ise asla gerektirmiyor. Insanligin en yüce degerleri için mücadele eden devrimciler, sosyalizmin kurulus çabasi içindeki halklar Stalinist diktatörlükler altinda inlemek için yasadiklari topraklari kanlariyla sulamadilar.
Gerçeklerin böyle oldugunu görmek için dünyayi ve kendimizi biraz dürüst olarak incelemek yeterlidir. Onca sosyalizm adina yapilanlarin ne kadar sosyalizmle, ideallerimizle, Marksizm'le, Leninizm'le uyum içinde oldugunu sorgulayalim. Sonrasi gelecektir.
Kasim 1990
Yildirim BILGEN
STALIN VE STALINIZM ÜZERINE
Hedef, geçen sayisinda sunus yazisiyla bir tartisma baslatti. Agarlikli olarak Dünya Komünist Hareketi'nin geçmisi, yenilenmesi, özel olarak da Türkiye ve Kürdistan komünist hareketinin tarihi ve sorunlari tartismanin konulari. Bu tekelci sermaye ve fasist diktatörlüge karsi yükselen halk hareketine daha iyi bir öncülük edebilmek için sürdürülen bir tartisma. Belli ki Hedef dergisinde yayinlanan yazilarda birçok konuda görüs ayriliklari var. Elbette görüs ayriliklari mutlaka arzulanir bir sey degildir. Ancak görüs ayriliklari varsa, bunlarin en genis ve en yaygin sekilde usulüne uygun olarak tartismak gerekir. Kisi olarak kollektif bir ürün olan son sayinin basyazisindaki görüsleri benimsiyorum. Devrimci ve komünist hareketimizin tartisilacak birçok sorunu var. Hepsini bir yazida irdelemek mümkün olmadigi gibi gerekli de degildir. Bu yazida, daha fazla Stalin, Stalinizm, Stalin'in kurdugu sosyalizm sorununa deginmek istiyorum.
STALIN sorununda, ülkemizde, geri bir kapitalist ülke olmaktan, dünü köylülük olan genis bir isçi ve aydin yigini barindirmaktan ve devrimci hareketin mevcut sartlanmalari çogu zaman sorgulamadan kabullenme yaklasimlarindan dolayi birçok yanlis anlayislar var. STALIN tartismasi Türkiye'de geçmiste çok kaba bir sekilde yapildi ve halen de öyle tartisiliyor. Bir yandan, Bolsevik devrimi gerçeklestirmis liderlerden biri, sosyalizmi zorluklara ragmen kurmus, fasizmi yenmis kahraman, erkek(!) STALIN, baba(!) STALIN öte yandan emperyalizmden korkan, bürokrat Kurusçev ve onun revizyonizmi(!). Böyle duygusal ve önyargilara dayanarak yapilan bu tartisma, materyalist ve diyalektik bir felsefeyi benimsedigini iddia eden hareketimizin metodu olmaz. Elbette duygularimiz ve ideallerimiz var. Ancak, analizlerde duygulardan uzak, bilimsel ve en ileri sinif olan isçi sinifina uygun bir yaklasimla sorunlara yaklasmamiz gerekir.
Sorun, bir tarihi sahsiyeti yargilamanin ötesinde Marx, Engels, Lenin ve milyonlarca komünistin ugrunda mücadele ettigi ideallerin ne kadar gerçeklestigi, ne kadar gerçeklesmedigi, hangilerinin gerçeklestigi hangilerinin gerçeklesmedigidir. Gerçeklesmediyse nedenleri üzerinde durmak ve devrimci bir tavirla ataleti felsefemizden uzaklastirmaktir. Kaldi ki, Stalin olumlu ve olumsuz karakter özellikleriyle tarihi bir yapinin ürünüdür. Bu tarihi yapinin benzeri ülkemizde de vardir. Dolayisiyla Stalin'in yaptiklari bir yana, ayni hatalarin ülkemizde tekrarlanmasi ihtimali var. Geri ülkelerde POL-POT, Çavusesku ve benzerleri bu tehlikenin aktüelligini ortaya seriyor.
Sorunun baska bir yani daha var. Türkiye devrimci ve komünist hareketinin bölünmesinde, tarihi, sinifsal, sosyolojik ve benzeri sebepler söz konusu olmasina ragmen Stalin, SBKP 20. Kongre tartismalari ve Mao-Kurusçev ayriliklari bu bölünmelere gerekçe gösterilmektedir. Bu tartismalarda Dogu Perinçek'ten DABK'a kadar çok renkli egilimler Stalin'i savunmaktadir. Bunlara daha degisik ve utangaç ta olsa Yalçin Küçük'le arkadasimiz Samil Kazbek'i de eklemek gerekir.
Tartistigimiz sey Stalin'in iyi bir insan mi, kötü bir insan mi oldugu ya da hata yapip yapmadigi degildir. Elbette tarihi bir kisi olarak bunu da irdelemek gerekir. Ama asil sorunu, 1930'lu yillarda Stalin'in liderliginde kurulan
sosyalizmin ve önderligini yaptigi Komüntern partilerinin politikasinin temelde Marksizm-Leninizm oldugu, yoksa ekonomik planlamadan köylü sorununa ulusal sorundan enternasyonalizm konusuna, parti içi demokrasi sorununda sosyalist demokrasi sorununa, kadin sorununa kadar birçok sorunda Marksizm-Leninizm'in deformasyonu muydu? Sosyalist mülkiyet anlayisindan planlamada tercihlere kadar, hümanizmden anti-fasizm anlayisina kadar ki görüslerini irdelememiz gerekir.
Bu karmasik sorunlara biri daha eklenebilir. Stalin geleneginin en hakiki sahibi olan TKP'nin, tarihi boyunca sag-reformist politikasina ragmen SBKP'nin, tezlerini dogmatik bir sekilde tekrarlamasidir. "Durduk divana, uyduk imama" tavriyla günümüzde mevcut SBKP yöneticilerinin gelistirdikleri görüsleri eski aliskanlikla, sorgulamadan, nasil bir ülkede yasadigini, tarihini, sinifsal yapisini, rejimin karekterini vs. hiçe sayarak papaganca tekrarlamasidir. Bazilari köylü kurnazi bir yaklasimla TBKP'nin bu tavrindan yararlanmak istiyorlar. Bunlar söyle bir mantik sürdürüyor: "Sovyetlerde tartisilan her sey -Stalin konusu dahil- TBKP tarafindan temsil ediliyor, o halde SBKP'nin Stalin, Yeni Düsünce, yenilenme, ekonomik reformlari savunulursa kaçinilmaz olarak TBKP'yi ve çizgisini de savunmak gerekir". Bu görüs totolojisidir. Markizm'e yabancidir.
Biz, degil Gorbaçov yoldas, bugün Lenin mozalesinden kalksa yine ülkemizle ilgili programi, sorunlarin tahlilini kendimiz yapariz. Baskasinin kafasiyla düsünmüyoruz. SBKP'nin ne dedigine bakmadan TBKP'nin teslimiyetçi, fasist diktatörlügün Public Relations (Halkla Iliskiler) uzmani Kahveci ve benzerlerine inanarak teslim olan çizgisini mahkum ettik. 1986'da mevcut diktatörlügü siddeti dislayan yollarla yikmanin mümkün olmadigi, Özal'in palavralarina ragmen istikrarsizligin derinleserek sürecegini, Türkiye ve Kürdistan devrimcilerinin çesitli mücadele alanlarindaki kavgalarini birlestirerek demokratik bir Türkiye, özgür bir Kürdistan yaratmak gerektigini savunduk. Dolayisiyla, bu konuda görüslerimiz açik. Bu yazida TBKP'nin baris, diyalog, siddet, ulusal sorun konularinda görüslerini tartismiyoruz. Bu konudaki görüslerimizi "Ruhlarini seytana sattilar, cehenneme kadar yollari var" diye açikladik. Bizim seytanla uzlasmaya niyetimiz yok. Kan davamiz var. Daha öncekilere ek olarak son 9 senenin acilarinin, açligin, sefaletin, iskence gören 500 binlerin direnisinin vücudumuz üzerinde izleri duruyor. Hiçbir seyi unutmadik, kimseyi affetmedik.
Ancak, Stalin sorunu baska bir sorun. Bu sorunu ele alirken, kapitalist bir ülkede sosyalizmi nasil kurabilecegimizi, kapitalizmin nasil yikabilecegini, siddetin rolünü ve benzeri seyleri tartismiyoruz. Tartistigimiz sey muzaffer Ekim Devrimi'nden 70 yil sonra sosyalizmin macerasidir. O yüzden konularin karistirilmamasi gerekir.
Hem emperyalist, hem yari sömürge, hem Avrupa, hem Asya, hem isçi sinifinin ve aydinlarin gelistigi, hem de bir köylü ülkesi olan Çarlik Rusya'sinda, isçi sinifi Lenin'in öncülügünde 1917 Devrimi'ni gerçeklestirdi. Daha önce bir örnegi olmayan muhayyel bir ütopyanin hayata geçirilmesi çalismalari yapildi. Emperyalist ordularin müdahaleleri, iç savas, karsi devrimcilerin saldirisi ve açlik içinde sosyalizm kuruldu. Büyük üretim birimleri kamulastirildi, topraklar agalardan alindi. Ulusal esitsizlik hiç degilse resmi olarak kaldirildi. Dillerde esitlik, kadin-erkek esitligi, kültürün yayginlasmasi, okuma-yazmanin tüm insanlara saglanmasi, dünyadaki ulusal kurtulus hareketlerine destek, basta ülkemizle olmak üzere anti emperyalist barisçi dis politika dogrultusunda adimlar atildi. Ilk yillarin iç savas, tecrübesizlik ve yokluk dönemindeki savas komünizmi, yerini 1921'de NEP'e birakti. Lenin, isin güçlügünü iktidari aldiktan sonra daha da fark etti. Elektrifikasyon ve okuma-yazmanin yetmeyecegini gördü. 1924 yilinda beklenmedik bir sekilde erken öldü. Elbette tarihi kisiler yaratmaz. Lenin 19. Asir Rusyasi'nin ürünüdür. Lenin olmasa baska biri Rusya'da keza baska bir ülkede veya ülkelerde sosyalizmi kuracakti. Tarihin determinist kanunlari bunu kaçinilmaz kilar. Ancak, tarihi kisiler bir süreci olumlu veya olumsuz, uzatici veya kisaltici yönde etkiler. Iste Lenin'in ölümü bu olumlu faktörü ortadan kaldirdi. Bilinen vasiyetinde yasadigi zaman kismen gördügü riskleri açikladi. Örnegin, "Sovyet bürokrasisinin, Sovyet yagi sürülmüs Çarlik bürokrasisi" oldugunu, Stalin'in sorunlari çözmede hoyrat ve kumandaci oldugu vesaire. Ancak, Lenin'in ölümünden evvel, "halef" sorunu çözülmedi. SBKP liderligine, meceraci, askeri komünizmi savunan ve istikrarsiz bir kisi olan Troçki degil, istikrari savunan ve Bolsevik olan Stalin seçildi. Ülkenin sanayilesmesi ve kolektivizasyonu gerçeklestirilmek üzere duruyordu. Stalin yavas yavas parti içi demokrasiyi ortadan kaldirip, kisi kültürü ve sosyalist demokrasiyi çigneyen bir yaklasim izledi. 1930'lu yillarda kolektivizasyon ve sanayilesmede kullanilan metotlar Leninist, kitlelere saygili ve onlarin inisiyatifini taniyan ve gelistiren demokratik metodlar degil, Troçkist askeri komünizm ve kisla metotlariydi. Elbette kollektivizasyon ve sanayilesme Sovyetler Birligi'nde gerekliydi. Kaldi ki, biz de bugün Türkiye ve Kürdistan'da tarimda kolektivizasyonu ve sanayilesmeyi savunuyoruz. Bu nedenle sanayilesme ve kolektivizasyonun Sovyetler Birligi'nde gerekli oldugunu anliyoruz. Ancak bu kolektivizasyon ve sanayilesme hangi metodlarla yapilmaliydi? Bürokratik kumanda metotlariyla mi? Leninist ilkelere saygili, demokratik merkeziyetçi, bilimsel ve gerçekçi bir planlamayla mi, yoksa dogmatik ve askeri bir planlamayla mi?
Bazilari, madem ki kolektivizasyon ve sanayilesme gerçeklesti, o halde Stalin haklidir diyor. Oysa ki POL-POT'ta da kolektivizasyon denemesi var. Vietnam destekli Kamboçya devrimcileri devirmeseydi, belki sanayilesme gerçeklesebilirdi. Üstelik bugün Çavusesku gerçekten çok hizli bir sanayilesme gerçeklestiriyor.
Ayrica birkaç senede tüm borçlari geri ödüyor. Ancak hangi metodla. Belli ki hümanist demokratik ve komünist metotla degil, Osmanli Çavusu metodlariyla. Kitleleri ezerek, bürokratik bir yapiyla açikligi ortadan kaldirarak ve kisi kültüyle. Bunlar kolektivizasyon ve saniyilesmenin ufak ayiplari degildir. Aksine sosyalizmin can alici kistaslaridir. MK'nin çogunlugunu katleden, milyonlarca köylüyü ve çesitli Sovyet vatandaslarini kanunsuz, düzmece ithamlarla canice kursuna dizen bir yapi hatali bir Markisizm-Leninizm degil, Marksizm-Leninizm'e yabancidir. Elbette Stalin'i iktidara getiren tarihi, sosyolojik ve zümresel sebepler vardir. Ancak, Hitler'i de Evren-Özal'i da iktidara getiren sebepler var. Tarihi ve sosyolojik sebepler varsa yapilan hatalar mesrudur görüsü bizi çok eski bir tartismaya, dinde kader tartismasina götürür. Emevi halifeleri yaptiklari tüm zulmün Allahtan geldigini ve dolayisiyla halkin bunu kabul etmesini istediklerinde, Cabiriye tarikati basta olmak üzere bazilari zulüm Allahtan degil Muaviye'den geliyor demistir. Ayni sekilde Rusya'nin geri oldugu emperyalist kusatma altinda oldugu, ilk deney oldugu vs. gibi sebepler sayilabilir. Bunlar olsa olsa Stalin'in neden iktidarda kalabildigi ve hangi sartlar neticesinde kaldigini izah etmeki için anlatilabilir. Ancak ne hakliligini, ne mesrulugunu, ne de kaçinilmazligi gösterir. Stalinizm, kumanda sistemi, kisi kültü, parti içi demokrasiyi ortadan kaldirma, kitlelerin inisiyatifini yok etme sosyalizm kuruculugundan kaçinilmaz ve KADER degildir. Kisi kültü, demokrasi yerine kumanda, isçi sinifi ve müttefikleri arasindaki sorunlari çözmede siddet, yalan dolan sosyalizmin tabiatina aykiridir. Ne Marx, ne Engels, ne Lenin dev insanlar olmalarina ragmen kisi kültü ve benzeri seyleri savunmadiklari gibi nefret de ettiler. Kisi kültünü, Stalin, M-L'den degil, feodal-Çar'ci gelenekten ve geri köylü kitlelerde yasayan kültür mirasindan almistir.
Stalin'in alternatifinin olmadigi dogru degil. Stalin'in alternatifi Leninist kolektif yöntemdir. Parti içi demokrasidir. Bütün zorluguna ragmen Lenin bunu uygulamistir. Bazilari Stalin'e bir alternatif ariyor. Buharin mi, Troçki mi yoksa Kirov mu? Sorun hangi kisinin diktakörlügünü kurmak, hangi liderin göreli olarak en dogru görüsleri benimsedigi sorunu degildir. Soruna böyle yaklasmak M-L bir yaklasim olamaz. Dogru olan parti içi demokrasidir, bilimsel komünist teoridir. Yoksa kumanda sosyalizmi degildir. Dogru olan demokrasidir. Proletarya diktatörlügü, yenilen ve kaybeden burjuvazinin siddetini bertaraf etmek için, bir dönem için gerekli olan, halka en genis demokrasi, burjuvaziye diktatörlüktür. Stalin'le ilgili fikra anlatmanin bile suç oldugu ve insanlarin bu nedenle kamplara götürüldügü bir rejim proleter demokrasi degildir. Burjuvaziyi yikan Stalin degil, isçi sinfidir. Agalardan topraklari alan ve isgalci emperyalistleri yenen Sovyet halklari ve Bolsevik Partisidir.
Gelelim enternasyonal politikasina: Leninst bilimsel ve ince detayi degerlendiren bakisi yerine, kaba bir sinif teorisiyle, fasizmin güçlenmesini ve iktidara gelmesini belki de önleyebilecek komünist-sosyal demokrat ittifak imkanini yok etti. Sosyal demokratlarin sosyal fasist oldugu ve benzeri teoriler, fasizme karsi birligi zedeledi. Isçi sinifi ve halk güçleri bölündü. Elbette sosyal demokrat seflerin kör anti-komünist politikalarinin rölü de var. Ancak bu, komünistlerin ve Stalin'in hatasini ortadan kaldirmaz. Sinifa karsi sinif taktigi ancak dünya savasi tehlikesini iyice belirdigi, Hitler'in iktidari aldigi 1945 yilinda terk edilip, KP'lerin o zamana kadar dinlenmeyen anti-fasist cephe görüsleri benimsendi. Keza, 1938-39 yillarinda yaklasan savas tehlikesine ragmen, ülkede ve dünyada bu felaketi önlemek için yeterince önlem alinmadigi gibi binlerce Bolsevik subay katledildi. Komünist enternasyonalin o zamanki ajitasyonunda Troçki'ye ayrilan yer neredeyse fasizme ayrilan yer kadardir. Elbette, Troçki'nin ve Troçkistlerin hatali politikalarini savunacak degilim. Ancak, o zaman küçük burjuva sekter bir akim olan Troçkizmin dünya çapinda oynadigi rol nedir? Bugün bizim ülkemizde de devrimci harekete zarar veren sekter gruplar var. Ancak, ugrasmamiz gereken bu gruplar mi, Evren-Özal diktatörlügü mü? Elbette, tereddütsüz Evren-Özal diktatörlügüdür.
Kaldi ki bu dönem daha vahim seyler var. Stalin'in 2. Dünya Savasi'nda Hitler'le anlasma imzalamasi ve Polonya'nin bölünmesi asla kabul edilemez. Pilsutkski rejimi ne kadar gerici olursa olsun bir ülkenin Hitler fasizmi gibi saldirgan bir emperyalist haydut tarafindan isgalini onaylamak ve savunmak ne Uluslarin Kendi Kaderini Tayin Hakki ne hümanizm açisindan kabul edilemez. Kaldi ki, Hitler'e yapilan jest (!) ve hediye Sovyetler Birligi'ne saldirmasini önlememis, muhalifleri öldürme süresince zayiflamis olan Kizil Ordu hazirliksiz yakalanmistir. Bu durum fasist sürülerin Moskova önlerine kadar gelmesinde önemli bir etken olmustur. Kahraman Sovyet halklari büyük bir fedakarlik ve yurtseverlikle, ancak 20 milyon sehit vererek anavatanlarini kurtardigi gibi, insanligi bir caniden ve alçak bir emperyalist istiladan kurtarabilmistir. Elbette Stalin'in savasta kararliligi ve lider olarak sembollesmesi olumlu bir rol oynamistir. Ama Hitler'i yenmede belirleyici olan Sovyet halk kitleleridir. Sovyet halklari, Komünisti, Müslümani, Hiristiyani, çocuk, kadin, Rus, Ukraynali, Kafkas, Orta Asyali ve Yahudisi ile sanli bir direnis sergilemistir. Fasist sürüleri Berlin'e kadar kovalamis ve cani sistemlerini yerle bir etmistir.
Stalin, Komüntern'de Leninist bir enternasyonalizm yerine adeta Çarlik Rusya'sinin büyük devlet politikasini andiran bir politika gütmüstür. Partilerin iç islerine karismakla kalmamis, birçok baska ülke partisinin lider ve kadrolarini öldürtmüstür. Türkiye komünistlerinden bircogunu öldürttügü söylenmektedir. Bu konudaki belgeler TKP ve SBKP'de oldugu için kesin bir sey söylemek mümkün degildir. Ancak ölmeyenlerin dolayisiyla Stalin çizgisini benimseyen Laz Ismail'i taniyoruz. Maocu, Enver Hocaci siyasetlerin bizi safça inandirmak istedigi gibi Laz Ismail, Kurusçev ve Brejnev'in etkisiyle bilinen ünlü karakteri( !) ve metodlarini aldi diye düsünmemiz
için hiçbir neden yok. Stalin öldügü zaman Laz Ismail 50 yasinda ve ayni yerlerdeydi. 50 yasindan sonra bir insanin karakteri degisebilir, ancak göreli olarak 20-25 yaslari arasinda kisilik olusur.
Özetlemek gerekirse Stalin, '30'lu yillarda kurdugu sosyalizm, okuma-yazma ve egitimi gelistirmesi, sanayilesme, tarimda kolektivizasyon, dünya çapinda emperyalizme karsi mücadele ve fasizmin yikilmasinda önemli rol oynamasina ragmen, deforme olmus bir sosyalizmdi.Ekonomide, planlamada, tarimda, Leninist demokratik, hümanist verimli bir toplum degil, fakat kumanda sistemine dayanan; parti içi demokrasi yerine kisi kültü isteklerini bildigi varsayilan küçük bir bürokrat kesime sonsuz irade taniyan; kumanda ekonomisiyle dagilimda ve hizmetlerde yokluk ekonomisi yaratan; pazar, arz-meta ve benzeri konularda bilimsel bir metot yerine çalisani da çalismayani da esit bir derecede mükafatlandiran veya cezalandiran bir ücret sistemiyle kitlelerin isyerine yabancilasmasini getiren ve çok tanidigimiz "devlet mali deniz, yemeyen domuz" zihniyetine benzeyen bir yaklasimin yayilmasini saglayan bir sosyalizm. Devrimin yeni ve esit toplum komünizm ülküsünün getirdigi çoskuyla basta varolan inisiyatif, daha sonra kumada sistemiyle yer degisip ortadan kalkarak, yagcilik,evet efendim padisahim çok yasa düsüncesinin yayginlasmasi neticesine vardi. Ayrica muhalefeti terörle susturmak ve böylece kitlelerin olabilecek olumlu elestirilerini ortadan kaldirarak bir de sözde inisiyatif kuran bir sosyalizm oldu.
Idealize ettigimiz sosyalizmin bu kadar deformasyonlara ugramis olmasi, uzun müddet kapitalizm cehenneminden nefret eden bizleri sasirtiyor. Kendimize ve geçmisimize kizabilen. Ancak gerçekler devrimcidir. Bütün deformasyonlara ragmen çag açan 1917 Devrimi'nin isigi Sovyetler'de ve diger ülkelerde sürdü. Stalinizmin sözü ve özü birbirini tutmasa da, Marx, Engels, Lenin'in ideolojisinin dogmatik ve olsa ögrenilmesi isigi söndüremedi. Stalin'in ölümünden hemen sonra 20. Kongre de Kurusçev, geçmisin sert bir elestirisini yaparak, Komünist Partileri sasirtan bu elestiri genede partilerin çogunlugu tarafindan kabul edildi. Bilindigi gibi biz ortaya çikmamizla beraber 20. Kongre'nin kararlarini benimsedik. Baris içinde bir arada yasama, parti içi demokrasi, sosyalist legalite, kültü ve ülkelerin iç islerine karismama prensiplerini benimsedik. 60'li yillarin sonunda, Mao, Che Guavera ve kültür devrimini savunmak gibi devrimcilik (!) dururken, Kurusçev-Brejnev revizyonizmi (!) benimseyenlere parya muamelesi yapildigi bu dönemde, 20. Kongre kararlarini benimsemekte dogru bir seçim yaptik. Bazi arkadaslar TKP'ye hayirhah veya baska duygusal sebeplerde bugün baska bir tavir benimsiyorlar. Ancak biz Gorbaçov'un getirdigi açiklik ve yeniden yapilanma siyasetini, Kurusçev'in baslatmis oldugu mirasin bir ara eski Stalinci dogmatik gelenekle kesintiden sonra 27. Kongreyi o zaman tam kavradigimiz söylenemez. Kaldi ki Stalin zamaninda MK'ya alinan ve hep MK'da kalan Kurusçev tüm elestirilerine ragmen kararli ve tam bir kopus yapamadi. Açiklik politikasi demokrasi geri kaldi. Planlamadaki bürokratik deformasyonu ortadan kaldirma ve reformlar kismi kaldi. Bu onun sonunu daha kolay getirdi.
Stalin'in yönlendirdigi Komintern bugün asilmistir. Yeni bir enternasyonale gerek yoktur. Kaldi ki egemen sinifin temsilcisi olan KP'lerin çikarlari her zaman bir degildir. Iktidarda KP'de olsa devlet politikasi reel bir politikadir. Dolayisiyla yeni bir enternasyonal merkeze gerek yoktur. Her parti politikasini tamamen kendisi bagimsizca yapmali. Partiler ikili ve çok tarafli bir araya gelmeli, deney alasverisi yapmali. Bu deney alisverisi sadece komünist partilerle sinirli olmamalidir. Bu deney alisverisi sadece komünist partilerle sinirli olmamalidir. Onlarin disinda kimsenin giremeyecegi kutsal toplantilar olmamali; devrimci-demokrat, sosyal-demokrat, ilerici parti ve örgütlerle de diyalog olmali.
Stalin'in ne oldugunu anlamak isteyen genç yoldaslar günümüze bakabilir. Stalinizm, Kim-il-Sung, Enver Hoca gibi nispeten olumlu örneklerle, Çavusesku ve Pol-Pot gibi en kötü temsilcileri olan bir egilimin karmasidir. 1930'lu yillarda SSCB halklarinin özlemi bu degildi. 1989'da isçi sinifimizin, köylülügümüzün, aydinimizin, tek tip elbise giydirilen, kösede bucakta alçakça katledilip bir sürü yalanla basinda teshir edilen sehitlerimizin özlemi asla bu olamaz.
Dünya komünist hareketi oldugu gibi, ondan çok daha fazla Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi yenilenme ihtiyaci ve sürecindedir. Bu süreç iki boyutludur. Birincisi devrimcilik ve reformizm ayrimidir. 12 Eylül 1980 cuma gününden beri mevcut fasist diktatörlüge karsi devrimci alternatif ugrasi içindeyiz. Kürt ulusunun kurtulus mücadelesinin tereddütsüz destekledik. Ancak ikinci ayrim çizgisi olarak dogmatizm ve yaraticilik sorunu var. Dogmatizm ve yaraticilik ayrimi sadece bir ideolojik sorun degil; bir sinif sorunudur. Isçi sinifinin gelecegin motoru olmaktan kaynaklanan yaraticiliginin karsisinda, küçük burjuvazinin köylüsüyle ve sehirlisiyle kalipçi, taklitçi dogmatizmi var. Elbette isçi sinifi, sehir ve kir küçük burjuvazisine düsman degildir. Tersine demokratik devrimden müttüfiktirler. Bu ayrimi düsmanliga vardirmak, hele hele '74-'80 arasindaki gibi siddete vardirmak devrimci bir tattik olmadigi gibi, ne hümanist, ne yaratici, ne ilkeli, ne de anti-fasist politikamiza uygun degildir. Dogmatikler ve reformistler dahil tüm ilerici devrimci hareketle beraber yapacagimiz isler var. Ve hergün yapiyoruz. Ancak ilkelerde savas, devrimci kardeslik siarina uygun olarak ideolojik mücadelemiz sürecektir. Yasadigimiz süreçte ayrisma sadece devrimcilik-reformizm seklinde degil ayni zamanda dogmatizm-yaraticilik arasinda da olacaktir. Dogmatik ve yaratici olanlar, yani '30'lu yillarda kalmis olanlarla, 1989 senesini, 90'li yillari anlamaya çalisanlar ayristikça benzerlerin birlesmesi sürecide yasanacaktir. 1965-70 ve '70-'80 yillarinda
beraber bulunanlarin '90'lu yillarda da mutlaka beraber olmasi gerekmez. Dogmatik ve '30'lu yillarin hayali içinde yasayanlarin beraber yürümesi ne kadar normalse, yaratici olanlarin beraberligi de kaçinilmazdir.
Yazinin baslarinda belirttigim gibi "Stalinizm" ve "devrimciligi" bir tutma, "Stalinizmi" ve "radikalizmi" bir tutma köhne bir silahtir. Yillarin en reformist egilimli olan TKP'nin bizzat Stalin döneminin bir artigi olmasi yaninda, en devletçi hatta ihbarci reformist olan Dogu Perinçek'in ayni zamanda Stalin'i savunmasi bunu yeterince gösteriyor. Elbette Stalin'i savunan birilerinin devrimci olmayacagi gibi bir iddiamiz yoktur. Türkiye'de sadece isçi sinifi degil, sehir ve kir küçük burjuvazisi özellikle aydin ve ögrencileriyle devrimci gelenegin sahibiyiz. Dolayisiyla dogmatik, sekter, kalipçi görüsleri gelenegin sahibiyiz. Dolayisiyla dogmatik, sekter, kalipçi görüsleri olan birçok devrimci örgüt var. Bu örgütler, dostlarimizdir. Onlarla birlikte mücadele edecegiz. Fasizm yikilinca demokratik halk iktidarini beraber gerçeklestirecegiz. Ancak '75-80'de oldugu gibi dogmatik görüsler (gerek reformizm, gerek devrimcilik adina) genis kitlelere hakim olursa devrimci hareketin basari sansinin zorlanacagi asikardir. Hem içimizde olarak hem de isçi sinifi ve halk hareketi olarak dogmatikligi tanidik. Kalipçi, dogmatik, kitleleri hiçe sayan, onlara güdülecek sürü gözüyle bakanlara karsi amansiz bir ideolojik mücadele yürütmemiz gerekir. Bir yandan dogmatikçiligin sinifsal ve tarihi köklerini arastirirken, bir yandan da her türlü ilerici-devrimci örgütle diyalogu artirmali, ortak bir is yapilmali ve bizim de onlardan ögrenecegimiz seyler oldugunu, yaraticiligimizin bir geregi olarak kavramali, mücadelemizi ona göre sürdürmeliyiz.
Reformizmin uzlasmaciliga, teslimiyetçilige götürdügünü biliyoruz. Ancak unutmayalim ki dünün dogmatik Stalincileri Dogu Perinçek, Taner Akçam ve Laz Ismail daha sonra en kaba reformist oldular. '75-'80'de Stalin'i savunan, o yüzden biz "revizyonisitleri" elestiren bu tayfa daha sonra keskin bir Stalin düsmani oldular. Bu durum gösteriyor ki reformizm kadar dogmatizmle de hesaplasmak zorundayiz.
Toparlayacak olursak, bize gerekli olan Türkiye ve Kürdistan'i ve dünyayi, isçi sinifini, halklarin durumunu objektif tahlil eden, kavrayan, dogmatiklikten uzak devrimci ve yaratici bir çizgidir. Reformizm, ülkemizde, burjuvaziyle uzlasma ve kitleleri devrimden sogutmadir. Dogmatizm, ise bilimsel bir metod olmadigi gibi, son derece karmasik sorunlari çözmekle görevli hareketimiz için zararli bir egilimdir. Marsizm-Leninizm, Müslümanlik ve Hiristiyanlik yerine geçecek yeni bir din degildir dünyayi degistirecek bilimsel, yaratici bir felsefedir.
Haziran 1989
DÜNYAMIZ, DÜNYA POLITIKASININ ÜLKELERIMIZ ÜZERINDEKI ETKILERI
1986 yili sonlarinda 1978-'79 kapitalist krizine bagli olarak ikinci soguk savas diyebilecegimiz dönem kendisini iyice belli ediyor. Silahlanma, Persching ve Cuirise 89-20 füzeleri ve uzayin silahlandirilmasi sorunlari tüm insanligi ilgilendiriyordu. ABD emperyalizmi Ortadogu'da Iran-Irak savasinda duruma göre müdahale etmeyi düsünüyordu. Ancak, kapitalist sosyalist ülkelerde genis kitlelerin baris özlemi, Gorbaçov yoldasin askeri üstünlükten vazgeçmek pahasina baris politikasi, emperyalizmin saldirganligini engelledi. Bugün dünya savasi, hele hele nükleer savas her zamankinden göreli olarak daha uzaktir. Silaha ve silahlanmaya dayanan ABD yerine, göreli olarak daha az silah sanayiine dayanan Japonya ve F. Almanya Cumhuriyeti'nin yükselmesi bu süreci hizlandiriyor. Emperyalizm saldirgan karakterini kaybetmedi. Ancak yeni duruma kendisini uyarlayabildi.
Önümüzdeki dönemde, dünyada meydana gelen gelismeleri degerlendirmeli ve bu anlamda teorimizi yenilemeliyiz. Teorik yenilenmeden kasit, Marksizm-Leninizm temelinde, varolan günümüz dünyasini izah etmemizdir.
EMPERYALIZM DURUMU
Emperyalizmin politikasinda bazi degisiklikler oldu. Reagan'in ismiyle anilan saldirgan ABD politikasi gerek sosyalist ülkelerin (basta SSCB olmak üzere) barisçi politikalari, gerekse silahlanmanin tekellere getirdigi kara ragmen Amerikan ekonomisinin getirdigi yükten dolayi ABD'de saldirganlik azaldi. Bazi nükleer füzelerin karsilikli imhasi, manevralardan karsilikli kontrolün kabulü, Gorbaçov'un ABD gezisi ve Reagan'in SSCB gezisi ile ABD ve emperyalist ülkeler bir tarafta, SSCB öte tarafta olmak üzere gerginlik azaldi. Japonya ve AET'nin göreli olarak ABD'den daha verimli bir ekonomiye dogru gitmeleri, ABD'yi ihracatta geri birakmalari, ABD'nin borçlu duruma düsmesi, Japonya ve AET'yi göreli olarak daha bagimsiz hale getirdi. (ABD, F. Almanya ve Japonya'nin ekonomik durumu aydintili ve karsilastirmali olarak yazinin sonunda EK-1'de verildi). Eskiden
ABD'nin uydusu bir politika güden F. Almanya'nin hem de sagci Kohl tarafindan ABD'ye kafa tutmasi bu bagimsizligin göstergeleri oldu. AET'te bütünlesmeye dogru bir gidis hizlandi. 1992'de 12 AET ülkesi gevsek de olsa Avrupa Birlesik Devletleri'ni olusturacak. Kapitalist ülkelerde 1978 ve 1982 krizleri üçüncü dünya ülkelerine sefalet, açlik getirirken, emperyalist-kapitalist ülkelerde issizligi artirirken, gene de kriz belli ölçülerde asildi. 1987'de Borsa krizine ragmen, kapitalist-emperyalist ülkelerin büyümesi sürüyor. 1988'den itibaren iflaslar araliyor. Issizlikte gerileme veya durma oluyor. Muhafazakar-sagci partiler yerine reformist-burjuva egilimler güçleniyor. Son AET (Avrupa Parlamentosu) seçimlerinde gözlenen bu egilim, Japonya gibi savas sonrasinda hep liberal-demokrat parti tarafindan idare edilen bir ülkede reformist-sosyalist parti (hem de geleneksel deger yargilarinin çok kuvvetli bir ülke oldugu Japonya'da) bir kadin tarafindan yönetildigi halde güçleniyor ve iktidari alabilecek hale gelebiliyor.
SSCB-ABD yumusamasinin dünya çapinda nükleer savas tehlikesini azaltmasi, bazi bölgesel krizlerde silahli çatisma yerine barisçi çözümler yönünde gelisme (Nikaragua, Orta Amerika, Angola-Namibya, Kamboçya, Afganistan'da) kaybetmesine ragmen, emperyalizmin ve onun müttefiklerinin gerici politikalariyla bu süreç her zaman geri dönebilir. Ancak nükleer savas ihtimali her zamankinden uzak olmasina ragmen düsük yogunluklu savas, emperyalizm ve özellikle ABD tarafindan hem istenmekte, hem de uygulanmaktadir. Emperyalistler bir yandan dünyada gelisen barisci havanin etkisiyle, öte yandan devrimci ulusal kurtulus hareketlerini, tabii müttefikleri sosyalist ülkelerden koparmak için bu taktikleri gütmektedir. Gerilim dünya çapinda azalmasina ragmen bölgemiz Ortadogu'da yükselmektedir. Iran-Irak savasi, Filistin-Israil çatismasi, Lübnan iç savas vs. . .
SOSYALIST DÜNYA
En çok degisiklik olan ülkelerin basinda sosyalist ülkeler geliyor. Denebilir ki, sosyalist ülkelerde ve sosyalizmde en büyük degisiklik bu dönemde oldu. 1930'lu yillarda kurulan Stalinci sosyalizmi sorgulayip, yerine demokratik, insancil, simdiye kadarki insanligin kazanimlarinin hepsini koruyup gelistiren bir sosyalizm denemesine baslandi. Yol uzun, basari garantisi yok. Problemler çok. Ancak geriye dönüs yok. Teori alaninda Marksizm-Leninizmi bir dogmalar bütününden kurtarip, tekrar yaratici bir ruhla gelistirme, planlamada tüm kitlelerin hem de en aktif katilimiyla ekonomiyi yeniden yapilandirma, bu yeni politikanin temelini olusturuyor. Teoride kapitalizmin ve emperyalizmin sadece zayif yanlari degil, güçlü yanlarini da, keza sosyalizmin de sadece güçlü yanlarini degil, zayif yanlarini da tartismak, Marksizm-Leninizme aykiri degildir. Gerçegin teorisi olan Leninizmin ruhunda, söz ve icraatin birbirine uymasi, sosyalizmin vazgeçilmez ilkesidir. Devrimin yüksek menfaatleri için yalan, dolan olamaz. Açiklik, sosyalizme gereksiz bir lüks degil, bizzat toplumun kendisi tarafindan idaresi oldugu için sarttir.
Sosyalizm, Stalin, SSCB, uzun müddet gerek dünya komünist hareketinde, gerekse devrimci harekette tartisilacaktir. Bazi yoldaslarimiz ve devrimci bazi örgütlerde "Bizim asil sorunumuz Stalin degildir, SSCB'de Stalin tartisildi diye biz tartismak mecburiyetinde degiliz" gibi yanlis yaklasimlar ve açikliktan korkma egilimleri var. Evvela komünist hareket, enternasyonal bir harekettir. Ve SBKP'nin komünist enternasyonal harekette özel bir yeri vardir. SBKP; Marksizm-Leninizmin en önemli gelistiricisi Lenin tarafindan kurulmus olmasi yaninda, muzaffer Ekim Devrimi'ni yapan Parti'dir. O yüzden SBKP'nin tartistigi her konu dünya komünist hareketini her zaman ilgilendirmistir. Kaldi ki, Partimiz sosyalizmi ve komünizmi kuracagini savunan bir partidir. Dolayisiyla SSCB'de nasil bir sosyalizm kuruldu ve simdi ne gibi sorunlarla ugrasiyor, bizi direkt ilgilendirir. Kaldi ki, Stalin sadece SSCB'de deforme bir sosyalizm kurmamis, ayni zamanda Komintern'e az çok zorla görüslerini dikte ettirmistir. Avrupa gibi isçi hareketinin devrimci yükselisiyle kurulan komünist partiler belli ölçülerde Stalin'e ragmen belli olumlulukta, belli ölçülerde bagimsiz politika güderken, Türkiye gibi aydinlara dayanan partiler kisilikli bir politika güdememis ve toplumda öncü bir parti yerine SSCB'nin dis politikasinin destekçisi bir konuma gelmistir. Ihmalyan'in kitabi bu konuda yeterince ögretici örnekle doludur. O yüzden Stalin sorunu bizim için çok daha aktüel bir sorundur. Kaldi ki, Türkiye'de Stalin'in hatasiz, çok az hatali vs. oldugu seklinde görüsü olan birçok devrimci örgüt var. Dolayisiyla Stalin konusunda açikliktan kaçinma özellikle Türkiye'de çok tehlikeli bir yaklasimdir. Kaldi ki, simdiye kadar SSCB'nin gölgesinde yasayan TKP de Moskova'daki modaya uyarak Stalin'i elestiriyor. O yüzden hem Stalin'i elistirirken, devrimin ve sosyalizmin gereksizligini savunanlara karsi mücadele yürütmemiz gerektigi gibi, deforme bir sosyalizmi savunan dogmatik görüslerle de mücadele etmek gerekir.
Sosyalizm 3. Enternasyonal ve devami Komintern disinda kurulamadi. Sosyal demokrasi her yerde daha ehli kapitalizm disinda bir sey yapamadi. Üçüncü dünya ülkelerinde Marksizm-Leninizmi reddeden Afrika, Asya, Arap Sosyalizmi ve benzeri görüsleri savunanlar eninde sonunda kapitalizme dogru gitti. (Misir, Irak, Tanzanya, Somali, Sudan, Birmanya vs.) Bugün sosyalizm, Asya, Avrupa, Amerika ve Afrika kitalarina yayilmis. Ancak 1930'lu yillarda Stalin'in basta SSCB'de kurdugu daha sonra da diger ülkelere de uygulattigi sosyalizmin, Marksizm-Leninizme, hümanizme, demokrasi ve insanligin gelismesine uygun olmadigi her yaniyla ortaya çikiyor.
STALINIST DEFORMASYONLAR NELERDIR?
En basta demokrasi ve açiklik eksikligidir. Uzun müddet sansür, toplumun sorunlarini, politikayi kitlelerden gizleme, sosyalizmin özelligi gibi görüldü. Hayir, kapitalizmi ve daha evvelki sömürücü sistemi ortadan kaldirmak isteyen sosyalizmin sadece kurulus sirasinda burjuvaziye ve onun uzantilarina karsi diktatörlüge ihtiyaci vardir. Sansür ve gerçekleri, ülkenin sorunlarini kitlelerden gizlemenin sosyalizmle iliskisi yoktur. Olsa olsa küçük bir bürokratik zümrenin iktidarini ve imtiyazlarini korumasi içindir. Sosyalizm sadece isçi sinifiyla kurulamayacagi belli olduguna göre, köylüler ve aydinlar, teknokrat ve bürokratlar olacagina göre, hele hele ülkemizde demokratik halk devrimini öngördügümüze göre, çogulcu bir toplum, uzun müddet yasayacaktir. O yüzden proletarya diktatoryasini, proletarya ve müttefiklerinin degil de bir zümrenin, partinin, giderek kisilerin diktasi gibi gösterenlerin leninist sosyalizmle iliskisi yoktur.
Polonya ve Macaristan'daki olaylar açikça Stalinizmin durumunu gösteriyor. (Polonya'nin ekonomik durumu için EK-2'ye bakiniz.) Kirk yillik iktidardan sonra kapitalizm ve din genis isçi kitlelerine sempatik geliyor; emperyalist ülkelerden alinan borçlarin geri verilmesi Polonya ve Macaristan'da hayat standardinin düsmesine sebep oluyor. Emperyalist propaganda bunu basarili bir sekilde SSCB ve sosyalizme malediyor.
Polonya , Macaristan, Çin ve SSCB'de kitlelerin muhalif egilimleri mesrudur. Ancak muhalif egilimlerin mesru olmasi, bu egilimlerin her savundugunu desteklememiz anlamina gelmiyor. Sosyalizmin kendisini yenilemesi kaçinilmazdir. Bazilari "1930-'40'li yillarda Stalinizm yapmak gerekirdi. Simdi ise artik yenilenmek gerekir" gibi soruna yaklasiyor. Elbette sosyalizm her toplumsal üretim biçimi gibi kendini hep yenilemelidir. Ancak Stalin'in kurdugu sosyalizm, Marksizm-Lenininzmin kuruculari Marx, Engels, Lenin'in görüslerinin kötü bir uygulamasi degil, lafta uygulaniyor görünse de özünde deforme bir sosyalizmdir. Ve Marx, Engels'in, Lenin'in görüslerinin ruhuna aykiridir. Bunu kavramadan komünist hareketin kendini yenilemesi mümkün degildir.
SSCB'de yapilan seçimlerde çogunlugu komünist partisi ve sosyalizm taraftari adaylar kazanirken, Polonya'da azinliga düstügü gibi, katolik bir gruptan 1960-'72 yillari arasinda milletvekili olan, daha sonraki yillarda Dayanisma Sendikasi'nin ideologlarindan olan biri basbakan ataniyor. Sovyetler Birligi'nde yenilenme SBKP'den gelirken, Polonya Birlesik Isçi Partisi zorlamayla yenileniyor. Bu, su anda yenilenmeyen sosyalist ülkelerin iyi sosyalist oldugu anlamina gelmiyor. Her ülkenin özel sartlarina ragmen yenilenme kaçinilmazdir.
EKONOMIK YENILENME
Bilindigi gibi Avrupa'da sosyalizm göreli olarak daha geri ülkelerde iktidari aldi. Emperyalist Avrupa ülkelerinden en gerisi Rusya idi. Keza, Bulgaristan, Yugoslavya, Polonya, Romanya, Macaristan Avrupa'nin göreli olarak geri ülkeleriydi. Dolayisiyla kapitalist ülkelerle ayni yerden baslamadilar. Üstelik 2. Dünya Savasi'nda en yikilmis ülkelerdi bunlar, unutmamamiz gerekiyor. Ayrica emperyalist ülkeler, Türkiye gibi birçok ülkeyi sömürüyor. Sosyalist ülkeler ise yeni kurtulan ülkelere yardim ediyor. Ancak bütün bunlar sosyalist ülkelerin ekonomideki göreli geriligini gizlememizi gerektirmiyor. (Sosyalist ülkelerin ekonomik durumu için EK-3'e bakiniz) Bunda Stalinist bürokratik kumanda plan sisteminin yaraticiligi öldüren, keza tarimda köylülügü zorla kollektiflestirmenin reçetesi vardir.
Sosyalizm planli ekonomidir. Anarsik bir ekonomi degildir. Ancak bu plan nasil olacak? Askeri-bürokratik kumanda sistemi mi, yoksa demokratik planlama mi? Sosyalizm gibi orduyu hepten kaldirmak isteyen bir sistemin, ekonomi ve toplumda askeri kumanda metodlarini kullanmasi benimsenemez. O yüzden demokratik planlama ve bu anlamda pazar kanunlarina uyma, arz ve talep, sosyalizme yabanci degildir. Arz ve talep kanunu kapitalizmden çok önce ortaya çikmis ve sosyalizmde de sürecektir.
Arz ve talep kanununu ciddiye almama, kitlelerin taleplerini ciddiye almamadir. Moskova'da bir plan bürokrasisinin, Fergana vadisinde bir köyde kaç çivi satilacagini ordaki halktan daha iyi bilmesi mümkün degildir. O yüzden planlamada demokratik, insani, kitlelerin taleplerini ciddiye alan bir planlama gereklidir.
Stalin zamaninda baslayarak, Sovyetler'de isçi sinifinin çok üstün askeri güç ve uzayda modern bir endüstri istedigi söyleniyordu. Oysa 1989'da kömür isçileri grevlerinde sabun, konut, yol istiyoruz dediler. Bazilari yetmis yildir sosyalizm altinda yasayan, sosyalizm disinda bir toplum görmemis ve yasamamis isçilerin bilinçsiz oldugunu (!) iddia edebilir. Oysaki, Sovyet kömür isçileri hem de her milliyetten isçiler, hem sorumlu, hem bilinçli davrandilar. "Iktidar Sovyetlere" slogani ve "kendi ocaklarimizda özyönetim" diyerek bilinçlerini belli ettiler.
Ekonomide demokratik bir özyönetim, bütün yöneticilerin seçimle geldigi ve basarisiz oldugu zaman gittigi, isyerinin verimli çalismasindan sorumlu olan emekçilerin basaridan dogrudan pay aldigi, ama verimsizlikten dogrudan zarara ugradigi bir sistem gereklidir. Özyönetimin, demokrasinin kumanda sistemine göre çok daha zor oldugu ve birçok yenilik ve zorluk bekledigi kesin. Ama ne zamandan beri komünistler kolay yolu seçti? Bizim iddiamiz, hem esit, hem daha verimli, hem de daha demokratik, hem insancil, hem de enternasyonalist bir toplum yaratmaktir. Esitlikten "kimsenin özel fabrikasi yok, o halde herkes esittir" diye düsünmemiz için son yetmis yili yasamamis olmak gerekir. Stalin'in fabrikasi yoktu. Enver Hoca'nin da, Çavusesku'nun da. Ancak bu üç lider de her türlü tasarruf hakkina sahip. Öyle ki, Stalin ve Enver Hoca, Merkez Komitesi'nde birçok yoldasini uydurma bahanelerle öldürme tasarrufuna sahip olacak kadar tasarrufa sahip. Dolayisiyla sadece üretimin ortak mülkiyet olmasi degil, tüketimin de sosyalizmin prensibine göre "herkesten emegine göre" olmasi ve prensiplerin açik, herkesin bilmesi ve kontrol etmesi gerekir. Bugün Çavusesku ve Ramiz Alia'yi kontrol etmek bir yana, elestiri cesareti gösterebilecek bir mekanizma var mi? Cezaevleri tersini söylüyor. Stalin, Çavusesku, Kim Il Sung, Enver Hoca olsa olsa feodal krala benziyorlar. Kisi kültü, resimler, yagcilik hepsini 19. Asir Çarlik ve Osmanli, Prusya arsivlerinde bulmak mümkündür. Hayir, bu kisi kültü sosyalizm için gerekli, kaçinilmaz degildir. Tersine, zararli, sosyalizmin özüne aykiridir. Hitler Türkiye'yi isgal etseydi, Ikinci Dünya Savasi'nda SSCB'nin Türkiye'yi almasi halinde basimiza Laz Ismail cinsinden birisi gelecekti. Laz Ismail Türkiye'de yönetimde olsaydi, simdi adalet ve esitlik için, sömürüye karsi mücadele eden bizler, hangi safta olurduk?
Açiklik, demokrasi ve ekonomik yenilenme, özyönetimle beraber tarimda da köylüleri tarlasina ve ürününe yabancilastirma yerine, gönüllü kooperatifçilik, maddi müsevviklerin azami sekilde kullanilmasi gerekir.
Sosyalizm kurulusunda hayati öneme sahip isçi-köylü ittifakina özellikle Türkiye ve Kürdistan'da önem verirken simdiden gönüllülük sorununu sart ve tartisilmaz bir prensiz olarak kabul etmemiz gerekir.
Yukaridaki sorunu paralel olarak SSCB, ulusal soruna yaklasimi gerek kendi ülkesinde, gerek dis politikada yeniden degerlendirmesi gerekir. Baltik cumhuriyetleri, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcü-Abaza, Özbek-Misket Türkleri ve daha niceleri Stalin'in lafta Leninist özde kumandaci ve keyfi yaklasiminin neticeleridir. Tatar, Alman, Misket Türkü vs. birçok halki çoluk-çocuk, ihtiyar-genç, komünist, gerici ayrimi yapmadan sürmesi, hele hele Alman ve Tatar cumhuriyetlerini haritadan silmesi olsa olsa Çarlik Rusyasi, Roma Imparatorlugu, Osmanli Imparatorlugu metodlaridir. Hayir. Kisiler suçludur, uluslar suçlu olamaz. Bunlar Marksizmin-Leninizmin ulusal sorun teorisinden bir sapma degil, özüne aykiridir. Uluslar, siniflar ve tabakalardan olusur. Ulusal sorun, gönüllülük ve demokrasi ile çözülür. Yoksa 1950-'60 seneleri arasinda Türk hükümetlerinin Kürt kitlelerin korkudan sinmesine bakarak "Kürt sorunu halledildi" diye düsünmesi gibi, "ayaklanmiyorlarsa sorun çözümlenmistir" anlamina gelmiyor. Lenin'in zamaninda uluslarin esitligi, dillerinin esitligi prensibi hayata geçirilmeye baslanmisti. Stalin hakimiyeti ile beraber uluslara da askeri kumanda ile kardeslik yapmalari emredildi ve tarihi sorunlari, sinir konulari vs. dogru düzgün tartisilmadan kanun kuvvetinde kararname ile esit kilindi. Benzeri durumlar Çin'de, Yugoslavya'da, Romanya ve Bulgaristan'da izlemek mümkün.
Keza, din sorununda da benzer bir tavirla dinin ancak bilimsel materyalist görüslerin hakimiyeti sonunda zayiflayacagi dogru Leninist yaklasimi yerine, zorla din orkadan kaldirilmaya çalisilmis ve tersi sonuçlara varmistir.
Özet olarak Stalinist deformasyon, demokrasi, açiklik, planlama, ulusal sorun, sosyalist ülkelerin birbirleriyle iliskileri, dis politikada Leninist politika yerine bürokratik bir deformasyon uygulanmistir. Zor gelse de bu bu gerçegi kabul etmemiz gerekir. Ayrica kapitalizme olan hakli nefretimiz ve sosyalist ütopyaya olan özlemimiz bunu daha evvel görmemizi engelledi. Ancak bu özelestiriyi yapmamiz, yenilenme ihtiyaci olan devrimci hareketin gelismesine bir ivme kazandirir. Kapitalizm ve emperyalizmin umdugumuzdan daha basarili, sosyalizmin ise umdugumuzdan daha basarisiz oldugu tesbit etmemiz asla kapitalizmi tercih etmemiz anlamina gelmiyor.
Kapitalist bir ülkede büyüdük. Sefalet, açlik, sömürü, issizlik, ulusal baski ve fasist diktatörlügü yasadik, yasiyoruz. Emperyalist sömürüyü taniyoruz. O yüzden sosyalist ülkelerin göreli olarak umdugumuzdan daha az basarili olmasi, kapitalizmi tercih etmemiz anlamina gelmez. Komünistler olarak kapitalizmi iyi biliyoruz. Hergün yasiyoruz. Fasist iskence, açlik, sefalet günlük pratigimiz. Bu düzenin bir gün bile yasamasini istemiyoruz. Ancak bu gerçek bizi gerçeklikten koparmamali, Lenin'le söylersek "gerçekler devrimcidir."
Sosyalist ülkeleri zayif ve güçlü yanlariyla görmemiz, keza kapitalist emperyalist ülkeleri de zayif, ama güçlü yanlariyla da görmemiz gerekiyor. Dünyada kapitalizm yikilacak. ABD'de de , Japonya'da da, Bati Avrupa'da da ... Ancak bugünden yarina olmayacak. Ne kadar gerçekçi davranirsak o kadar erken yikilacak. Sosyalist ülkeler de sorunlarini hallediyor, halledecek. SSCB'de baslayan Açiklik (Glasnost) simdiden hiç bir kapitalist ülkede
olmayacak kadar özgür düsünce getirdi. Sovyet halklari gösteri, yayin, film ve diger metodlarla görüslerini sansürsüz dile getiriyor. Yanlis ve dogru görüsleri. Enternasyonalist ve milliyetçi, bürokratizme karsi ve bürokrasiyi koruyan. SSCB'de ne varsa su yüzüne çikiyor. Buna karsilik basarili bir ekonomik reform uygulamayan Çin, ekonomisine tarihinin en büyük büyümesini saglayan 1978 reformlari, (1978 ekonomik reformlari sonrasinda Çin endüstrisi, tarim ve gayri safi milli hasilasindaki gelisme için EK-4'e bakiniz). 1989 yazinda politik reformla sonuçlanmadi. Çin, tekrar bürokratik-Stalinist metodlara döndü. Sözüm ona burjuvaziyle mücadele adi altinda rüsvete, adam kayirmaya karsi çikan, demokrasi ve kanun hakimiyeti isteyen binlerce isçi ve ögrenci vahsice öldürüldü. Toplumda korku ve riyakarlik, ihbarcilik yayiliyor. Iskence, hem de dünya halklarinin gözü önünde olusuyor. Hayir! Biz kapitalizmi benimsemiyoruz diye sosyalist ülkelerin olumsuzluklarini savunma zamani geçti. Marksist-Leninist ilkelerimizi sosyalist ülkeler uygulamiyorsa, sirf kapitalist olmadiklari için destekleyemeyiz.
BARIS SORUNU
Komünistler ve isçi sinifi basindan beri baris kavgasinda en önde yer aldilar. Bu yüzden baris sorunu komünistlerin ajitasyon ve propaganda da çok önemli bir yer tutar. Burasi tehdit eden en önemli güç kâra dayali kapitalizm ve emperyalizmdir. O yüzden dünyada barisin tam hakimiyeti ancak sosyalizmin dünya çapinda basarisi ile mümkündür. Fakat kapitalizm ve emperyalizm uzun müddet yasamaya devam edecektir. O zaman savas, hele nükleer savas kaçinilmaz midir? Hayir! Savas kaçinilmaz degildir. Nükleer savasin dünyayi tahrip etme ihtimali, sadece sosyalist ülkelere degil, kapitalist emperyalist ülke halklari, hatta tekelci sermayenin bir kesimi için bile savas kaçinilmaz kilmiyor. O yüzden tüm dünyada sosyalizm zafere ulasmadan da dünya barisi korunabilir. Nükleer savas önlenebilir. Gerek sosyalist ülkeler, gerek kapitalist ülkelerin isçi siniflari (komünist ve sosyal demokrat egilimleri) gerekse tüm ilerici, barisçi insanlik, bu barisin korunmasinda yer alabilir. Baska ülkelerin iç islerine, hele siddetle karisma azaltilabilir. Bunun için dünya devrimini beklemek gerekli degildir. Bundan emperyalistlerin, hele hele ABD'nin baris kuzusu olacagi, yahut bizim fasist sömürgecilerin Kürdistan'da canilik yapmayacagi anlami çikmaz. Ancak dünyada sosyalist ülkeler, kapitalist ülke isçi ve emekçi hareketi ve barisçi egilimler mobilize edilebilir. Ve iç islere karisma azaltilabilir. Yoksa sinif kavgasinin sertliginden dogan ulusal ve sosyal kurtulus mücadelesinin siddete dayanmasi birçok ülkede sürecektir. Komünistler ve devrimciler siddeti sevdigi için degil, fakat sinif kavgasinin patlayiciligi zorluyor. Baris sorununda üzerimize düsen bir görev de bu arada komsularimizla baris içinde yasama politikasini savunmaktir. Bulgaristan, Yunanistan, Suriye ve Kürdistan'a yönelik saldirgan politikalar her seyden evvel Türk isçi ve köylülerinin zararinadir. Baris konusunda titiz davranan komünistler mücadele biçimleri konusunda somut sartlarin somut tahlilinden kalkar. Üçüncü dünya ülkelerinin çogunda siddet kullanilmadan devrimci dönüsümler mümkün degildir. Ayrica ABD-Sovyet yakinlasmasi dünyada olumlu bir hava yaratsa da gerek Filistin sorununa, gerekse kendi kaderini tayin etmek isteyen Kürtlere hemen barisçi bir çözüm getirmemistir. Dünya halklarinin gözü önünde Irak Kürdistan'nda Halepçe'de kimyasal silah kullanildi. Dolayisiyla SSCB-ABD yakinlasmasi, yumusama ve Detant'in otomatikman her ülkede her bölgede barisi getirecegi bir hayaldir. Bu konuda dogmatiklikten uzaklasip gerek Türk sömürgecilerinin, gerek Irak sömürgecilerinin, gerekse Siyonistlerin emperyalizmin istedigini yapan bir kukla oldugu hayalini silmek gerek. Türk, Irak burjuvazisinin, Israil'in emperyalizmden belli ölçüde bagimsiz birçok gerici arzusu vardir. Dünyada her gericiligin ve baskinin ABD-CIA ve Pentagon'dan idare edildigi kaba yaklasimini terk etmek gerek. Ne kadar zorlarsak zorlayalim Iran'daki kanli fasist diktatörlügün ABD'nin kuklasi olduguna kimseyi inandiramayiz. Emperyalistlerle iliskisine ragmen Iran fasizmi yerlidir.
IRAN-IRAK SAVASI
Sekiz sene süren Iran-Irak savasi nihayet bitti. Her ülkenin üretici güçlerini yikan, emperyalizme bagimliligini artiran, milyonlarca insanin ölümüne sebep olan, sehirleri yerle bir eden savas, ne Saddam'a, ne de Humeyni'ye hiç bir kazanç getirmeden sona erdi. Komsu, kardes Iran ve Irak halklari ve Kürdistan parçalari yikima ugradi. Savasta kendi öz gücüne güvenecegi yerde kendi parçasinin rakibi sömürgecilerle isbirligi yapan Iran, Irak Kürt burjuva örgütleri ve liderleri (Barzani, Talabani, Kasumlu) Kürt ulusuna bir sey kazandiramadi. Iran'in savasi kazanamayacagi anlasilinca, Barzani birçok savasçi ve ailesini fasist Türk hükümetiyle anlasarak Türkiye'ye sigindirdi. Kürdistan'in bu insanlarina, insani, yurtsever ve enternasyonal dayanisma saymakla beraber, bunun çikmaz oldugunu belirtmemiz gerekir. Mülteci Pesmerge ve aileleri perisan bir halde. Üstelik Türk sömürgecilerini uluslararasi planda hümünist vs. gösterme firsatini verdigi için yanlistir. Gerçek, Özal'in ve hümanizminin foyasi meydana çikti. Ancak bu yanlis bir egilimdir. Kürdistan'da burjuva-feodal önderligin ulusal kurtulusa liderlik edemeyecegi bir daha anlasilmistir. Bu kaçinci trajedi? Kürt isçi ve köylülerinin kendilerinin bizzat mücadelesi ve ezen ulusun emekçi hareketi ile ittifaki disinda kurtulusu yok. Saddam ve Mitterrand'a güvenen Kasumlo'nun, Humeyni, ABD ve benzerlerine güvenen Barzani, Talabani'nin Kürt ulusunu kurtarmasi mümkün degildir.
ULUSAL BURJUVAZI, KAPITALIST OLMAYAN YOL
Komünistler ve isçi sinifi eski sömürge ve yari sömürgelerde çesitli devrimci sinif ve tabakalar vardir. Ulusal burjuvazi, küçük burjuva aydin vs. anti-emperyalist harekete bazen öncülük de yapan bu sinif ve tabakalar büyük ölçüde kapitalizme ve emperyalizmle isbirligine döndü. Kapitalizm elbette üçüncü dünya ülkelerini açliktan, sefaletten, sömürüden, bagimliliktan kurtaramaz. Ancak gene de üretici güçleri gelistirebilir. Gerek M. Kemal, gerek Nehru hareketi çok kisa bir zaman sonra tamamen kapitalizmi destekler oldu, hem de emperyalizmle isbirligine dönüstü. Keza, Misir, Sudan, Gana, Irak, Somali, Mali, Burma, hatta Peru'daki denemeler, simdilerde Cezayir, kapitalizme dönüstü. Zayif olan burjuvazi, devlet kapitalizmi ve bürokratik burjuvaziyi güçlendirerek kapitalizm için alt yapiyi olusturdu. Bunu üst yapida iktidari alma takip etti. Suriye, Libya'nin da kapitalizme ve her seyden evvel emperyalizmle tam isbirligine dönüsmesi mümkündür. Isçi sinifi öncülügü olmadan hem ulusal hem demokratik devrimin tamamlanmasi ve sosyal kurtulus mümkün olmadigi gibi, antiemperyalist politikanin kararli sürmesi de mümkün degildir. Gerek ulusal burjuvazi, gerekse küçük burjuvazinin önderligini yaptigi devrimlerde sadece bu siniflarin sömürücü karakteri degil, fakat sosyalist dünyanin zayifligi da tekrar kapitalizm ve emperyalizme dönmesini kolaylastiriyor. Askeri alanda bu ülkelere destek olan sosyalist ülkeler, diger alanlarda verebilecekleri o kadar parlak degildir. Gerek tüketim maddeleri, gerekse sanayi ve benzeri alanlarda kendisi geri olan sosyalist ülkeler, neticede bu ülkelerin emperyalist pazardan bagimsizligini saglayamadi.
AFGANISTAN SORUNU
Son on yilda dünyayi, komünist hareketi ve devrimci hareketi en çok ilgilendiren konulardan birisi de Afganistan devrimidir. Asiret, kabile yapisinin yasadigi geri ve feodal bir ülke olan Afganistan'da aydinlar ve ordudaki ilerici subaylarin büyük ölçüde destekledigi Afganistan Demokratik Halk Partisi iktidari aldi. Bu devrim hem ulusal, hem de demokratik bir devrimdi. Burjuva ve feodallerin vurucu gücü olan ordunun, tersine, halkin emrine ve ulusal çikarlarin için kullanilmasi devrimci bir yaklasimdi. Nitekim kendi ülkemizde gerek Yunanlilari kovan, gerekse padisahligi deviren halk hareketi degil, fakat halkin belli ölçülerde destekledig subaylardi. Keza Nasir ve Kaddafi'den Rawlings'e kadar birçok subay benzeri devrimci roller oynamislardir.
Ancak, fraksiyon kavgalari, acelecilik, sol maceracilik ve benzeri yanlis egilimler Afganistan devrimine birçok zorluklar getirdi. Feodal ve gericilerin, halkin arasinda karsi-devrimci genis bir kitlenin desteklenmesine sebep oldu. Sol maceracilik, keskinlik ve benzeri hatalar, Hafizullah Amin'in diktatör yöntemleri kitle destegini azalttigi gibi Afganistan Demokratik Halk Partisi'nin liderligini de zedeledi. Bu durumda Sovyetler, gerek Afgan devrimini korumak, gerekse Iran devrimi ile beraber bölgede Amerika'nin stratejik kazanim kalkismalarina karsi bir adim olarak belirli miktarda Sovyet askerini Afganistan'a gönderdi. Evvela Sovyet askerleri gitmeden evvel Afganistan'da mesru hükümet Afganistan DHP iktidari idi. Ve Sovyet dostu, anti-emperyalist bir iktidardi. Dolayisiyla mesru bir hükümete karsi istalaci degil, mesru hükümete destek için anlasmalara uygun bir yardimdi. Elbette geriye dönüp bakildiginda SSCB'nin askerlerinin Afganistan devrimine, gerekse uluslararasi baris ve ilerleme hareketine ne kadar yararli oldu, ne kadar zararli oldu tartisilabilir. Yararlari kadar zararlari da oldu. Bütün bunlar sinifli geri bir toplum olan Afganistan'in devrimin iç dinamikten kaynaklanmadigini göstermiyor. Feodal-kapitalist bir yönetime karsi demokratik, anti-emperyalist bir yönetim gelmistir.
Afgan devrimcileri çok çesitli hatalar yaptilar. Emperyalizm ve basta Suudi Arabistan, Pakistan olmak üzere Islam gericileri her türlü destekle Afganistan devrimini geriye çevirmek istedi. Basarili olamadi. Ancak iç savasi karsi-devrimciler kazanamazsa da Afganistan yikildi. Refah ve ülkenin gelismesi önlendi. SSCB, ABD, Pakistan, Afganistan hükümetleri ülkede baris, ulusal birlik ve ülke bütünlügü için Birlesmis Milletler'in de vesayetinde bir anlasma imzalandi. Baskan Necibullah'in baris ve ulusal uzlasma programini ABD, Suudi Arabistan, Pakistan destekli mücahitler reddetti. Sovyet askerleri 15 Subat 1989'da Afganistan topraklarini terk etti. Mücahitler basta olmak üzere, emperyalist ve gerici propaganda Sovyet askeri çekilir çekilmez devrimci yönetimin birkaç saat içinde yikilacagini varsayiyordu. Simdi aradan alti ay geçti. Afganistan hükümeti Kabil'de oturuyor. Mücahitler hiçbir önemli sehri alamadiklari gibi birbirlerine düstüler. ABD dolarlari ve Suudi riyalleri olmasa dagilacaklar. Ancak dolar ve riyaller akiyor, Afganistanda kan akmaya devam ediyor. Hükümet güçleniyor. Halkin destegiyle ordunun morali yükseliyor. Ancak baris uzak. Bu gerçekler karsisinda devrimci-ilerici bazi dostlarimizin Afganistan devrimine düsmanliktan vazgeçip enternasyonal dayanisma yapmasini diliyoruz.
ARAP ULUSAL KURTULUS HAREKETI
Komsumuz ve tarihi olarak birçok degeri paylastigimiz Arap halklari ulusal kurtulus mücadelesi ve birlik konusunda önemli bir dönem yasiyor. Burjuva, küçük-burjuva, anti-emperyalist liderler Arap alemini birlestiremedigi gibi, Israil siyonist saldirganligini da durduramadi. Israil, Arap topraklarini isgale devam ediyor. Intifada devam ediyor. Filistin halkinin senelerce süren devrimi bu sefer kitlesel bir ayaklanmayla isgal edilmis topraklarda sürüyor. Türkiye ve Kürdistan haklkari Filistin halkinin yaninda olmasina ragmen fasist hükümet lafta ne derse desin Israilli siyonistlerle isbirligi içindedir.
Intifada'nin sadece Israil ve Filistin'de degil, Arap ve Islam aleminde yankilari oluyor. Cezayir'de halk ayaklanmasi, Ürdün'ün güneyinde IMF'yi pretesto çok uzun tarihi süreçlerin neticesi de olsa Intifada'nin etkisini inkar etmek mümkün degildir. Önümüzdeki dönemde bu etkisini sürdürmesi ve artirmasi beklenir. Türkiye ve Kürdistan üzerinde de.
Lübnan'da iç savas bütün kizginligi ile sürüyor. Yurtsever, anti-emperyalist güçler arasinda birlik olusmadigi ve mezhep, kabile, asiret düsüncesinin asilip, gerçekten demokratik bir Lübnan yaratmak için alternatif zayif oldukça, çözüm zorlasiyor. Hem emperyalist ve siyonistlerin ortaligi karistirmasi, hem de Arap devletlerinin Lübnan'i karistirmasinin rolü inkar edilemez.
Arap burjuvazisi ulusal ve isbirlikçisi ile Arap alemini ulusal kurtulusa götürememistir. Isçi sinifinin ve komünistlerin toplumun öncülügünü yapacak bir güçleri görünmemektedir. Yenilenme uzun bir süreci alacak. Ancak ilerici Arap rejimleri yavas yavas burjuva karakterleri ve sosyalist ülkelerin zayifligindan dolayi Misir'in, "Infiiah (Açilim) politikasini takip edecek gözüküyor. Burjuva milliyetçi karekterine ragmen bu ilerici rejimlerin yavas yavas emperyalizmle isbirligine dönüsmeleri, Ortadogu'da ilerici anti-emperyalist hareket için kismi bir gerileme oldugu gibi, petrol gibi önemli bir hammaddenin en çok bulundugu bir bölgenin emperyalizmin kontrolüne geçmesi dünya çapinda ilerici harekete bir darbe olacaktir. Misir, Sudan, Irak'i baskalari takip edecek gözüküyor.
KIBRIS VE BULGARISTAN
Uluslararasi durumdan bahsederken ülkemizi iligilendiren iki soruna deginmeliyiz. Kibris ve Bulgaristan Türkleri sorunu. Kibris'ta toplumlararasi görüsmelerde bazi ilerlemelere ragmen Denktas ve fasist Türk hükümetinin isgali mutlaklastirma yaklasimi Kibris'in bölünmesini sürdürüyor.
Bagimsiz, baglantisiz, birlesik, üniter bir Kibris için uluslararasi bir konferans; ABD, Yunanistan, SSCB ve Türkiye'nin de katilimiyla bölgesel sorunlari çözmenin yolu olabilir. Ve sirin küçük Kibris'i kanayan, bölünmüs bir ülke olmaktan çikarir. Bulgaristan Türkleri sorununa gelince; Partimiz bu konuda ilkesel yaklasmistir. Dedelerinin Müslüman ve Türklesmeleri ne sekilde olursa olsun, kendini Türk hisseden Bulgaristan vatandaslarinin isimlerinin, kisilik ve milliyetlerinin üzerinde her türlü baskiya karsi 2. Kongremizde karsi çiktik. Bugün de karsi çikiyoruz. Sosyalizm milliyetçilikle bagdasmaz. Büyük çogunlugu Bulgaristan'da sosyalizmin insasinda çalismis emekçi olan bu insanlara baski yapmak kabul edilemeyecegi gibi, bir gün palas pandiras Türkiye'ye göç ettirilmeleri tasvip edilemez. Türk kapitalistlerine "alin sömürün" diye yem atmak --hem de kendi insanlarini, vatandaslarini-- sosyalizmin hümanist karakteriyle bagdasmaz. Bulgaristan'in en kisa zamanda bu politikadan vazgeçmesini istiyoruz. Bulgaristan Türkleri konusunda bir yandan sovenist propaganda, bir yanda "ordu Sofya'ya" naralari sürerken, öte yadan "bir milyon gelsin aliriz" diyen palavraci Özal, ülkeye gelen Bulgaristan Türklerine konut ve is veremeyince blöfünün tutmamasi üzerine birçok insana umut verip daha sonra da sinirlari kapatarak Bulgaristan Türklerinin ülkeye gelmesini önledi. Milyonlarca insanimizin yurtdisinda Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika'da çalismak için siyasi mülteci olarak görünüp, is arayan insanlarimizin durumu ortadayken, on milyona yakin açik ve gizli issiz varken, Bulgaristan Türkleri kendi vatanlarinda esit ve müreffeh bir hayat yasamalidir. Ulusal baskidan uzak bir yasam.Dini ve ulusal özelliklerini hür olarak kullandiklari bir yasam. Bulgaristan'a baski yapilacaksa bu yönde yapilmalidir. Uluslararasi planda Bulgaristan'i tecrit basarisizliga mahkumdur. Fasist bir diktatörlük olup, cezaevlerinde insanlari iskenceyle öldüren, Kürt ulusu basta olmak üzere ulusal azinliklarin varligini reddeden, Anayasaya yasak diller gibi komik maddeler koyan insan yüzüne çikacak bir durumlari olamaz. Ancak demokratik bir Türkiye, Bulgaristan'daki Türkler üzerindeki baskiya karsi çikar ve destek bulur.
Eylül 1989
EKLER
EK-1
ABD Bütçesi, askeri harcamalar, bütçe açigi ve dis ticaret açigi: Yil
Harcamalar
Silah. Harca.
Faiz
Bütçe Geliri
Açik
Borç toplami
1980
590.9
134.0
65.0
517.0
73.6
914.3
1982
745.7
185.3
85.0
617.0
127.6
1147.0
1984
851.8
227.4
111.1
666.0
185.3
1576.0
1985
946.0
252.7
129.4
734.1
212.2
1827.0
1986
990.3
273.4
136.0
769.1
221.0
2130.0
1987
1004.3
282.0
138.6
854.1
150.0
2355.0
1988*
1055.9
285.4
147.9
909.2
146.7
2581.0
1989*
1094.2
294.0
151.0
916.4
129.0
2852.0
Yayın Tarihi: Aralik 1990
Alper ERSOY ve Gülay ARICI'nin anisina . . .
İçindekiler
Önsöz
Stalin ve Stalinz Üzerine
Dünyamız, Dünya Politikasinin Ülkelerimiz Üzerindeki Etkileri
Stalin ve Çavuşesku ve Stalinizm
ÖNSÖZ
1989 yılı sonlarında tüm dünyayı etkileyen gelişmeler Türkiyeli sol hareketler açisindan da önemli dönüm noktalarından biri oldu. Elbette olaylar bir anda olup bitmedi. '89-'90 yıllarında gerçekleşenlerle sınırlı değildi ve çok daha eski yıllara kök salan reel sosyalizm pratiğinin bir sonucuydu.
Dünyanın bu yeni durumunda -ister olumlu bakılsin ister bakılmasın- Gorbaçov'un başlattığı glasnost ve prestroikanin etkisi var.
SSCB'de yaşanan ve yaşanmakta olan değişiklikleri gündeme getirmesi, dünya sosyalist ülkelerinin ve devrimci hareketlerinin değişim olarak niteleyebileceğimiz bir sistem sorunu olduğunu ve sosyalizmin, insanliğin kaderini yakından ilğilendiren bir sorun olduğu gerçeğini bizlere gösteriyor.
Reel sosyalizmi eleştirel bir gözle incelemek, sosyalist düşünce ve pratiği yeniden insani ideallerle şekillendirmek ve sosyalizme cenaze merasimi yapmaya hazirlananlara karşi çıkmak görev olarak karşımızda duruyor. Yayına hazırladığımız bu küçük kitap, yazarin ayni sorunu inceleyen, bir süre sonra yayınlamayı düşündüğümüz geniş kapsamlı kitabına hazirlik olması nedeniyle ve reel sosyalizme karşi tavırdaki evrimi göstermesi açısından önemli.
Bu kitapta üç ayri zamanda yazilmiş üç ayri yazı yer alıyor. Yazıların bir bölümü '89 sonundaki olaylar yaşanmadan kaleme alınmıştır. Son yazi ise '89 sonundaki olayların sıcaklığı ortalığı kasıp-kavururken yazılmıştır. Yazarın bazı noktalardaki düşünceleri ufak değişikliklere uğramişsada genel doğrultu aynıdğır. Savunulan tezlerdeki değişim elbette olayların gelişiminin ve reel sosyalizmin vardigi noktanin neticesindedir.
Düsüncelerdeki evrim meselesi sadece yazarla sinirli degil. Tüm dünya sosyalistlerinin ve Türkiyeli devrimci hareketin içinde bulundugu gerçekligin bir parçasidir. Dünyada alt-üst olan dengeler, yikilan tabular, yeni yeni gün isigina çikan gerçekler, sosyalizme dini dogma olarak degil de yaratici bir eylem kilavuzu olarak bakanlarin dünyayi kavrayislarinda köklü, olumlu ve geri dönülmez bir degisiklik yaratti. Bir yandan degisikliklerin varacagi sonuçlar tartisilirken bir yanda geçmiste "sosyalizm" adina yapilan yanlislar ve sosyalizmin kurulusuna, uygulanisina iliskin sorunlar da tartisilmaktadir. Türkiyeli devrimcilerin böylesi bir göreve omuz vermeyecegi düsünülemez. Türkiyeli devrimci hareketin yasadigi sorunlar ve içinde bulundugu kisir döngü degisimi gerçeklestirmenin gerekliligini bütün çiplakligi ile gözler önüne seriyor.
Yazilarda tartisilan konular direkt kendi topraklarimiz üzerinde yasanilanlara iliskin degilmis gibi görünse de, Türkiyeli solun Stalinizmden yeterince payini almis olmasi, geçmisten günümüze Sovyetçilik, Maoculuk, Arnavutçuluk gibi hastaliklarla taklitçilik illetinden muzdarip olmasi ve geleneksel düsüncenin toplumumuzda, devrimci yapilarda, devrimciler arasinda taban bulmasi, tartisilan konularin aslinda hiç de uzaydaki gök cisimleriyle ilgili olmadigini gösteriyor.
Mustafa Suphi'lere kadar dayanan köklü bir gelenege sahip olsa da, bugün için toplumda varolan muhalefetin kirintilarini toplamakla yetinen Türkiye solunun, çevresinde topladigi birkaç müridi dagitma pahasina da olsa kendisini gelistirmesi, toplumun genis kesimlerinde varolan muhalefeti kucaklamasi, kitlelere ulasacak. Kitlelerle bag kurmasini saglayacak yeni ve çesitli aygitlar yaratmasi gerekiyor. Bugüne kadar bunu
basaramayan Türkiye solunun mevcut yapisini koruyarak ve köhnelesmis Stalinist sosyalizmin mantigina sahip çikarak bundan sonra kitlelerin gözünde iktidar alternatifi olabilmesi mümkün degildir.
Devrimci hareket içinde eski ayrim çizgilerinin önemini azaltip yeni ayrim çizgileri yaratan son yillardaki gelismelerin kaynaginin Stalinizm olarak ifade edilmesi yanlis olmayacaktir. Türkiye solu -birakalim görevini basarip sosyalizmin kurulus çabasina girismesini- bugünkü devrimci pratiginde yeni Stalin'lere, Çavusesku'lara karsi bayrak açmak zorundadir. Ortaya çikan her Stalin, her Çavusesku, demokratik, esit, özgür, refah, insanca yasam ve düzen idealimizi onlarca yil geriye götürecektir.
Sosyalizmin varolan prestijini yükseltmek, insani ideallerle sosyalizmi daha bir bütünlestirmek elestiriden çekinmemeyi, kendine güveni ve yeni olandan korkmamayi gerektiriyor. Stalin'in, Jivkov'un, Honecker'in, Çavusesku'nun ardindan agit yakmayi ise asla gerektirmiyor. Insanligin en yüce degerleri için mücadele eden devrimciler, sosyalizmin kurulus çabasi içindeki halklar Stalinist diktatörlükler altinda inlemek için yasadiklari topraklari kanlariyla sulamadilar.
Gerçeklerin böyle oldugunu görmek için dünyayi ve kendimizi biraz dürüst olarak incelemek yeterlidir. Onca sosyalizm adina yapilanlarin ne kadar sosyalizmle, ideallerimizle, Marksizm'le, Leninizm'le uyum içinde oldugunu sorgulayalim. Sonrasi gelecektir.
Kasim 1990
Yildirim BILGEN
STALIN VE STALINIZM ÜZERINE
Hedef, geçen sayisinda sunus yazisiyla bir tartisma baslatti. Agarlikli olarak Dünya Komünist Hareketi'nin geçmisi, yenilenmesi, özel olarak da Türkiye ve Kürdistan komünist hareketinin tarihi ve sorunlari tartismanin konulari. Bu tekelci sermaye ve fasist diktatörlüge karsi yükselen halk hareketine daha iyi bir öncülük edebilmek için sürdürülen bir tartisma. Belli ki Hedef dergisinde yayinlanan yazilarda birçok konuda görüs ayriliklari var. Elbette görüs ayriliklari mutlaka arzulanir bir sey degildir. Ancak görüs ayriliklari varsa, bunlarin en genis ve en yaygin sekilde usulüne uygun olarak tartismak gerekir. Kisi olarak kollektif bir ürün olan son sayinin basyazisindaki görüsleri benimsiyorum. Devrimci ve komünist hareketimizin tartisilacak birçok sorunu var. Hepsini bir yazida irdelemek mümkün olmadigi gibi gerekli de degildir. Bu yazida, daha fazla Stalin, Stalinizm, Stalin'in kurdugu sosyalizm sorununa deginmek istiyorum.
STALIN sorununda, ülkemizde, geri bir kapitalist ülke olmaktan, dünü köylülük olan genis bir isçi ve aydin yigini barindirmaktan ve devrimci hareketin mevcut sartlanmalari çogu zaman sorgulamadan kabullenme yaklasimlarindan dolayi birçok yanlis anlayislar var. STALIN tartismasi Türkiye'de geçmiste çok kaba bir sekilde yapildi ve halen de öyle tartisiliyor. Bir yandan, Bolsevik devrimi gerçeklestirmis liderlerden biri, sosyalizmi zorluklara ragmen kurmus, fasizmi yenmis kahraman, erkek(!) STALIN, baba(!) STALIN öte yandan emperyalizmden korkan, bürokrat Kurusçev ve onun revizyonizmi(!). Böyle duygusal ve önyargilara dayanarak yapilan bu tartisma, materyalist ve diyalektik bir felsefeyi benimsedigini iddia eden hareketimizin metodu olmaz. Elbette duygularimiz ve ideallerimiz var. Ancak, analizlerde duygulardan uzak, bilimsel ve en ileri sinif olan isçi sinifina uygun bir yaklasimla sorunlara yaklasmamiz gerekir.
Sorun, bir tarihi sahsiyeti yargilamanin ötesinde Marx, Engels, Lenin ve milyonlarca komünistin ugrunda mücadele ettigi ideallerin ne kadar gerçeklestigi, ne kadar gerçeklesmedigi, hangilerinin gerçeklestigi hangilerinin gerçeklesmedigidir. Gerçeklesmediyse nedenleri üzerinde durmak ve devrimci bir tavirla ataleti felsefemizden uzaklastirmaktir. Kaldi ki, Stalin olumlu ve olumsuz karakter özellikleriyle tarihi bir yapinin ürünüdür. Bu tarihi yapinin benzeri ülkemizde de vardir. Dolayisiyla Stalin'in yaptiklari bir yana, ayni hatalarin ülkemizde tekrarlanmasi ihtimali var. Geri ülkelerde POL-POT, Çavusesku ve benzerleri bu tehlikenin aktüelligini ortaya seriyor.
Sorunun baska bir yani daha var. Türkiye devrimci ve komünist hareketinin bölünmesinde, tarihi, sinifsal, sosyolojik ve benzeri sebepler söz konusu olmasina ragmen Stalin, SBKP 20. Kongre tartismalari ve Mao-Kurusçev ayriliklari bu bölünmelere gerekçe gösterilmektedir. Bu tartismalarda Dogu Perinçek'ten DABK'a kadar çok renkli egilimler Stalin'i savunmaktadir. Bunlara daha degisik ve utangaç ta olsa Yalçin Küçük'le arkadasimiz Samil Kazbek'i de eklemek gerekir.
Tartistigimiz sey Stalin'in iyi bir insan mi, kötü bir insan mi oldugu ya da hata yapip yapmadigi degildir. Elbette tarihi bir kisi olarak bunu da irdelemek gerekir. Ama asil sorunu, 1930'lu yillarda Stalin'in liderliginde kurulan
sosyalizmin ve önderligini yaptigi Komüntern partilerinin politikasinin temelde Marksizm-Leninizm oldugu, yoksa ekonomik planlamadan köylü sorununa ulusal sorundan enternasyonalizm konusuna, parti içi demokrasi sorununda sosyalist demokrasi sorununa, kadin sorununa kadar birçok sorunda Marksizm-Leninizm'in deformasyonu muydu? Sosyalist mülkiyet anlayisindan planlamada tercihlere kadar, hümanizmden anti-fasizm anlayisina kadar ki görüslerini irdelememiz gerekir.
Bu karmasik sorunlara biri daha eklenebilir. Stalin geleneginin en hakiki sahibi olan TKP'nin, tarihi boyunca sag-reformist politikasina ragmen SBKP'nin, tezlerini dogmatik bir sekilde tekrarlamasidir. "Durduk divana, uyduk imama" tavriyla günümüzde mevcut SBKP yöneticilerinin gelistirdikleri görüsleri eski aliskanlikla, sorgulamadan, nasil bir ülkede yasadigini, tarihini, sinifsal yapisini, rejimin karekterini vs. hiçe sayarak papaganca tekrarlamasidir. Bazilari köylü kurnazi bir yaklasimla TBKP'nin bu tavrindan yararlanmak istiyorlar. Bunlar söyle bir mantik sürdürüyor: "Sovyetlerde tartisilan her sey -Stalin konusu dahil- TBKP tarafindan temsil ediliyor, o halde SBKP'nin Stalin, Yeni Düsünce, yenilenme, ekonomik reformlari savunulursa kaçinilmaz olarak TBKP'yi ve çizgisini de savunmak gerekir". Bu görüs totolojisidir. Markizm'e yabancidir.
Biz, degil Gorbaçov yoldas, bugün Lenin mozalesinden kalksa yine ülkemizle ilgili programi, sorunlarin tahlilini kendimiz yapariz. Baskasinin kafasiyla düsünmüyoruz. SBKP'nin ne dedigine bakmadan TBKP'nin teslimiyetçi, fasist diktatörlügün Public Relations (Halkla Iliskiler) uzmani Kahveci ve benzerlerine inanarak teslim olan çizgisini mahkum ettik. 1986'da mevcut diktatörlügü siddeti dislayan yollarla yikmanin mümkün olmadigi, Özal'in palavralarina ragmen istikrarsizligin derinleserek sürecegini, Türkiye ve Kürdistan devrimcilerinin çesitli mücadele alanlarindaki kavgalarini birlestirerek demokratik bir Türkiye, özgür bir Kürdistan yaratmak gerektigini savunduk. Dolayisiyla, bu konuda görüslerimiz açik. Bu yazida TBKP'nin baris, diyalog, siddet, ulusal sorun konularinda görüslerini tartismiyoruz. Bu konudaki görüslerimizi "Ruhlarini seytana sattilar, cehenneme kadar yollari var" diye açikladik. Bizim seytanla uzlasmaya niyetimiz yok. Kan davamiz var. Daha öncekilere ek olarak son 9 senenin acilarinin, açligin, sefaletin, iskence gören 500 binlerin direnisinin vücudumuz üzerinde izleri duruyor. Hiçbir seyi unutmadik, kimseyi affetmedik.
Ancak, Stalin sorunu baska bir sorun. Bu sorunu ele alirken, kapitalist bir ülkede sosyalizmi nasil kurabilecegimizi, kapitalizmin nasil yikabilecegini, siddetin rolünü ve benzeri seyleri tartismiyoruz. Tartistigimiz sey muzaffer Ekim Devrimi'nden 70 yil sonra sosyalizmin macerasidir. O yüzden konularin karistirilmamasi gerekir.
Hem emperyalist, hem yari sömürge, hem Avrupa, hem Asya, hem isçi sinifinin ve aydinlarin gelistigi, hem de bir köylü ülkesi olan Çarlik Rusya'sinda, isçi sinifi Lenin'in öncülügünde 1917 Devrimi'ni gerçeklestirdi. Daha önce bir örnegi olmayan muhayyel bir ütopyanin hayata geçirilmesi çalismalari yapildi. Emperyalist ordularin müdahaleleri, iç savas, karsi devrimcilerin saldirisi ve açlik içinde sosyalizm kuruldu. Büyük üretim birimleri kamulastirildi, topraklar agalardan alindi. Ulusal esitsizlik hiç degilse resmi olarak kaldirildi. Dillerde esitlik, kadin-erkek esitligi, kültürün yayginlasmasi, okuma-yazmanin tüm insanlara saglanmasi, dünyadaki ulusal kurtulus hareketlerine destek, basta ülkemizle olmak üzere anti emperyalist barisçi dis politika dogrultusunda adimlar atildi. Ilk yillarin iç savas, tecrübesizlik ve yokluk dönemindeki savas komünizmi, yerini 1921'de NEP'e birakti. Lenin, isin güçlügünü iktidari aldiktan sonra daha da fark etti. Elektrifikasyon ve okuma-yazmanin yetmeyecegini gördü. 1924 yilinda beklenmedik bir sekilde erken öldü. Elbette tarihi kisiler yaratmaz. Lenin 19. Asir Rusyasi'nin ürünüdür. Lenin olmasa baska biri Rusya'da keza baska bir ülkede veya ülkelerde sosyalizmi kuracakti. Tarihin determinist kanunlari bunu kaçinilmaz kilar. Ancak, tarihi kisiler bir süreci olumlu veya olumsuz, uzatici veya kisaltici yönde etkiler. Iste Lenin'in ölümü bu olumlu faktörü ortadan kaldirdi. Bilinen vasiyetinde yasadigi zaman kismen gördügü riskleri açikladi. Örnegin, "Sovyet bürokrasisinin, Sovyet yagi sürülmüs Çarlik bürokrasisi" oldugunu, Stalin'in sorunlari çözmede hoyrat ve kumandaci oldugu vesaire. Ancak, Lenin'in ölümünden evvel, "halef" sorunu çözülmedi. SBKP liderligine, meceraci, askeri komünizmi savunan ve istikrarsiz bir kisi olan Troçki degil, istikrari savunan ve Bolsevik olan Stalin seçildi. Ülkenin sanayilesmesi ve kolektivizasyonu gerçeklestirilmek üzere duruyordu. Stalin yavas yavas parti içi demokrasiyi ortadan kaldirip, kisi kültürü ve sosyalist demokrasiyi çigneyen bir yaklasim izledi. 1930'lu yillarda kolektivizasyon ve sanayilesmede kullanilan metotlar Leninist, kitlelere saygili ve onlarin inisiyatifini taniyan ve gelistiren demokratik metodlar degil, Troçkist askeri komünizm ve kisla metotlariydi. Elbette kollektivizasyon ve sanayilesme Sovyetler Birligi'nde gerekliydi. Kaldi ki, biz de bugün Türkiye ve Kürdistan'da tarimda kolektivizasyonu ve sanayilesmeyi savunuyoruz. Bu nedenle sanayilesme ve kolektivizasyonun Sovyetler Birligi'nde gerekli oldugunu anliyoruz. Ancak bu kolektivizasyon ve sanayilesme hangi metodlarla yapilmaliydi? Bürokratik kumanda metotlariyla mi? Leninist ilkelere saygili, demokratik merkeziyetçi, bilimsel ve gerçekçi bir planlamayla mi, yoksa dogmatik ve askeri bir planlamayla mi?
Bazilari, madem ki kolektivizasyon ve sanayilesme gerçeklesti, o halde Stalin haklidir diyor. Oysa ki POL-POT'ta da kolektivizasyon denemesi var. Vietnam destekli Kamboçya devrimcileri devirmeseydi, belki sanayilesme gerçeklesebilirdi. Üstelik bugün Çavusesku gerçekten çok hizli bir sanayilesme gerçeklestiriyor.
Ayrica birkaç senede tüm borçlari geri ödüyor. Ancak hangi metodla. Belli ki hümanist demokratik ve komünist metotla degil, Osmanli Çavusu metodlariyla. Kitleleri ezerek, bürokratik bir yapiyla açikligi ortadan kaldirarak ve kisi kültüyle. Bunlar kolektivizasyon ve saniyilesmenin ufak ayiplari degildir. Aksine sosyalizmin can alici kistaslaridir. MK'nin çogunlugunu katleden, milyonlarca köylüyü ve çesitli Sovyet vatandaslarini kanunsuz, düzmece ithamlarla canice kursuna dizen bir yapi hatali bir Markisizm-Leninizm degil, Marksizm-Leninizm'e yabancidir. Elbette Stalin'i iktidara getiren tarihi, sosyolojik ve zümresel sebepler vardir. Ancak, Hitler'i de Evren-Özal'i da iktidara getiren sebepler var. Tarihi ve sosyolojik sebepler varsa yapilan hatalar mesrudur görüsü bizi çok eski bir tartismaya, dinde kader tartismasina götürür. Emevi halifeleri yaptiklari tüm zulmün Allahtan geldigini ve dolayisiyla halkin bunu kabul etmesini istediklerinde, Cabiriye tarikati basta olmak üzere bazilari zulüm Allahtan degil Muaviye'den geliyor demistir. Ayni sekilde Rusya'nin geri oldugu emperyalist kusatma altinda oldugu, ilk deney oldugu vs. gibi sebepler sayilabilir. Bunlar olsa olsa Stalin'in neden iktidarda kalabildigi ve hangi sartlar neticesinde kaldigini izah etmeki için anlatilabilir. Ancak ne hakliligini, ne mesrulugunu, ne de kaçinilmazligi gösterir. Stalinizm, kumanda sistemi, kisi kültü, parti içi demokrasiyi ortadan kaldirma, kitlelerin inisiyatifini yok etme sosyalizm kuruculugundan kaçinilmaz ve KADER degildir. Kisi kültü, demokrasi yerine kumanda, isçi sinifi ve müttefikleri arasindaki sorunlari çözmede siddet, yalan dolan sosyalizmin tabiatina aykiridir. Ne Marx, ne Engels, ne Lenin dev insanlar olmalarina ragmen kisi kültü ve benzeri seyleri savunmadiklari gibi nefret de ettiler. Kisi kültünü, Stalin, M-L'den degil, feodal-Çar'ci gelenekten ve geri köylü kitlelerde yasayan kültür mirasindan almistir.
Stalin'in alternatifinin olmadigi dogru degil. Stalin'in alternatifi Leninist kolektif yöntemdir. Parti içi demokrasidir. Bütün zorluguna ragmen Lenin bunu uygulamistir. Bazilari Stalin'e bir alternatif ariyor. Buharin mi, Troçki mi yoksa Kirov mu? Sorun hangi kisinin diktakörlügünü kurmak, hangi liderin göreli olarak en dogru görüsleri benimsedigi sorunu degildir. Soruna böyle yaklasmak M-L bir yaklasim olamaz. Dogru olan parti içi demokrasidir, bilimsel komünist teoridir. Yoksa kumanda sosyalizmi degildir. Dogru olan demokrasidir. Proletarya diktatörlügü, yenilen ve kaybeden burjuvazinin siddetini bertaraf etmek için, bir dönem için gerekli olan, halka en genis demokrasi, burjuvaziye diktatörlüktür. Stalin'le ilgili fikra anlatmanin bile suç oldugu ve insanlarin bu nedenle kamplara götürüldügü bir rejim proleter demokrasi degildir. Burjuvaziyi yikan Stalin degil, isçi sinfidir. Agalardan topraklari alan ve isgalci emperyalistleri yenen Sovyet halklari ve Bolsevik Partisidir.
Gelelim enternasyonal politikasina: Leninst bilimsel ve ince detayi degerlendiren bakisi yerine, kaba bir sinif teorisiyle, fasizmin güçlenmesini ve iktidara gelmesini belki de önleyebilecek komünist-sosyal demokrat ittifak imkanini yok etti. Sosyal demokratlarin sosyal fasist oldugu ve benzeri teoriler, fasizme karsi birligi zedeledi. Isçi sinifi ve halk güçleri bölündü. Elbette sosyal demokrat seflerin kör anti-komünist politikalarinin rölü de var. Ancak bu, komünistlerin ve Stalin'in hatasini ortadan kaldirmaz. Sinifa karsi sinif taktigi ancak dünya savasi tehlikesini iyice belirdigi, Hitler'in iktidari aldigi 1945 yilinda terk edilip, KP'lerin o zamana kadar dinlenmeyen anti-fasist cephe görüsleri benimsendi. Keza, 1938-39 yillarinda yaklasan savas tehlikesine ragmen, ülkede ve dünyada bu felaketi önlemek için yeterince önlem alinmadigi gibi binlerce Bolsevik subay katledildi. Komünist enternasyonalin o zamanki ajitasyonunda Troçki'ye ayrilan yer neredeyse fasizme ayrilan yer kadardir. Elbette, Troçki'nin ve Troçkistlerin hatali politikalarini savunacak degilim. Ancak, o zaman küçük burjuva sekter bir akim olan Troçkizmin dünya çapinda oynadigi rol nedir? Bugün bizim ülkemizde de devrimci harekete zarar veren sekter gruplar var. Ancak, ugrasmamiz gereken bu gruplar mi, Evren-Özal diktatörlügü mü? Elbette, tereddütsüz Evren-Özal diktatörlügüdür.
Kaldi ki bu dönem daha vahim seyler var. Stalin'in 2. Dünya Savasi'nda Hitler'le anlasma imzalamasi ve Polonya'nin bölünmesi asla kabul edilemez. Pilsutkski rejimi ne kadar gerici olursa olsun bir ülkenin Hitler fasizmi gibi saldirgan bir emperyalist haydut tarafindan isgalini onaylamak ve savunmak ne Uluslarin Kendi Kaderini Tayin Hakki ne hümanizm açisindan kabul edilemez. Kaldi ki, Hitler'e yapilan jest (!) ve hediye Sovyetler Birligi'ne saldirmasini önlememis, muhalifleri öldürme süresince zayiflamis olan Kizil Ordu hazirliksiz yakalanmistir. Bu durum fasist sürülerin Moskova önlerine kadar gelmesinde önemli bir etken olmustur. Kahraman Sovyet halklari büyük bir fedakarlik ve yurtseverlikle, ancak 20 milyon sehit vererek anavatanlarini kurtardigi gibi, insanligi bir caniden ve alçak bir emperyalist istiladan kurtarabilmistir. Elbette Stalin'in savasta kararliligi ve lider olarak sembollesmesi olumlu bir rol oynamistir. Ama Hitler'i yenmede belirleyici olan Sovyet halk kitleleridir. Sovyet halklari, Komünisti, Müslümani, Hiristiyani, çocuk, kadin, Rus, Ukraynali, Kafkas, Orta Asyali ve Yahudisi ile sanli bir direnis sergilemistir. Fasist sürüleri Berlin'e kadar kovalamis ve cani sistemlerini yerle bir etmistir.
Stalin, Komüntern'de Leninist bir enternasyonalizm yerine adeta Çarlik Rusya'sinin büyük devlet politikasini andiran bir politika gütmüstür. Partilerin iç islerine karismakla kalmamis, birçok baska ülke partisinin lider ve kadrolarini öldürtmüstür. Türkiye komünistlerinden bircogunu öldürttügü söylenmektedir. Bu konudaki belgeler TKP ve SBKP'de oldugu için kesin bir sey söylemek mümkün degildir. Ancak ölmeyenlerin dolayisiyla Stalin çizgisini benimseyen Laz Ismail'i taniyoruz. Maocu, Enver Hocaci siyasetlerin bizi safça inandirmak istedigi gibi Laz Ismail, Kurusçev ve Brejnev'in etkisiyle bilinen ünlü karakteri( !) ve metodlarini aldi diye düsünmemiz
için hiçbir neden yok. Stalin öldügü zaman Laz Ismail 50 yasinda ve ayni yerlerdeydi. 50 yasindan sonra bir insanin karakteri degisebilir, ancak göreli olarak 20-25 yaslari arasinda kisilik olusur.
Özetlemek gerekirse Stalin, '30'lu yillarda kurdugu sosyalizm, okuma-yazma ve egitimi gelistirmesi, sanayilesme, tarimda kolektivizasyon, dünya çapinda emperyalizme karsi mücadele ve fasizmin yikilmasinda önemli rol oynamasina ragmen, deforme olmus bir sosyalizmdi.Ekonomide, planlamada, tarimda, Leninist demokratik, hümanist verimli bir toplum degil, fakat kumanda sistemine dayanan; parti içi demokrasi yerine kisi kültü isteklerini bildigi varsayilan küçük bir bürokrat kesime sonsuz irade taniyan; kumanda ekonomisiyle dagilimda ve hizmetlerde yokluk ekonomisi yaratan; pazar, arz-meta ve benzeri konularda bilimsel bir metot yerine çalisani da çalismayani da esit bir derecede mükafatlandiran veya cezalandiran bir ücret sistemiyle kitlelerin isyerine yabancilasmasini getiren ve çok tanidigimiz "devlet mali deniz, yemeyen domuz" zihniyetine benzeyen bir yaklasimin yayilmasini saglayan bir sosyalizm. Devrimin yeni ve esit toplum komünizm ülküsünün getirdigi çoskuyla basta varolan inisiyatif, daha sonra kumada sistemiyle yer degisip ortadan kalkarak, yagcilik,evet efendim padisahim çok yasa düsüncesinin yayginlasmasi neticesine vardi. Ayrica muhalefeti terörle susturmak ve böylece kitlelerin olabilecek olumlu elestirilerini ortadan kaldirarak bir de sözde inisiyatif kuran bir sosyalizm oldu.
Idealize ettigimiz sosyalizmin bu kadar deformasyonlara ugramis olmasi, uzun müddet kapitalizm cehenneminden nefret eden bizleri sasirtiyor. Kendimize ve geçmisimize kizabilen. Ancak gerçekler devrimcidir. Bütün deformasyonlara ragmen çag açan 1917 Devrimi'nin isigi Sovyetler'de ve diger ülkelerde sürdü. Stalinizmin sözü ve özü birbirini tutmasa da, Marx, Engels, Lenin'in ideolojisinin dogmatik ve olsa ögrenilmesi isigi söndüremedi. Stalin'in ölümünden hemen sonra 20. Kongre de Kurusçev, geçmisin sert bir elestirisini yaparak, Komünist Partileri sasirtan bu elestiri genede partilerin çogunlugu tarafindan kabul edildi. Bilindigi gibi biz ortaya çikmamizla beraber 20. Kongre'nin kararlarini benimsedik. Baris içinde bir arada yasama, parti içi demokrasi, sosyalist legalite, kültü ve ülkelerin iç islerine karismama prensiplerini benimsedik. 60'li yillarin sonunda, Mao, Che Guavera ve kültür devrimini savunmak gibi devrimcilik (!) dururken, Kurusçev-Brejnev revizyonizmi (!) benimseyenlere parya muamelesi yapildigi bu dönemde, 20. Kongre kararlarini benimsemekte dogru bir seçim yaptik. Bazi arkadaslar TKP'ye hayirhah veya baska duygusal sebeplerde bugün baska bir tavir benimsiyorlar. Ancak biz Gorbaçov'un getirdigi açiklik ve yeniden yapilanma siyasetini, Kurusçev'in baslatmis oldugu mirasin bir ara eski Stalinci dogmatik gelenekle kesintiden sonra 27. Kongreyi o zaman tam kavradigimiz söylenemez. Kaldi ki Stalin zamaninda MK'ya alinan ve hep MK'da kalan Kurusçev tüm elestirilerine ragmen kararli ve tam bir kopus yapamadi. Açiklik politikasi demokrasi geri kaldi. Planlamadaki bürokratik deformasyonu ortadan kaldirma ve reformlar kismi kaldi. Bu onun sonunu daha kolay getirdi.
Stalin'in yönlendirdigi Komintern bugün asilmistir. Yeni bir enternasyonale gerek yoktur. Kaldi ki egemen sinifin temsilcisi olan KP'lerin çikarlari her zaman bir degildir. Iktidarda KP'de olsa devlet politikasi reel bir politikadir. Dolayisiyla yeni bir enternasyonal merkeze gerek yoktur. Her parti politikasini tamamen kendisi bagimsizca yapmali. Partiler ikili ve çok tarafli bir araya gelmeli, deney alasverisi yapmali. Bu deney alisverisi sadece komünist partilerle sinirli olmamalidir. Bu deney alisverisi sadece komünist partilerle sinirli olmamalidir. Onlarin disinda kimsenin giremeyecegi kutsal toplantilar olmamali; devrimci-demokrat, sosyal-demokrat, ilerici parti ve örgütlerle de diyalog olmali.
Stalin'in ne oldugunu anlamak isteyen genç yoldaslar günümüze bakabilir. Stalinizm, Kim-il-Sung, Enver Hoca gibi nispeten olumlu örneklerle, Çavusesku ve Pol-Pot gibi en kötü temsilcileri olan bir egilimin karmasidir. 1930'lu yillarda SSCB halklarinin özlemi bu degildi. 1989'da isçi sinifimizin, köylülügümüzün, aydinimizin, tek tip elbise giydirilen, kösede bucakta alçakça katledilip bir sürü yalanla basinda teshir edilen sehitlerimizin özlemi asla bu olamaz.
Dünya komünist hareketi oldugu gibi, ondan çok daha fazla Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi yenilenme ihtiyaci ve sürecindedir. Bu süreç iki boyutludur. Birincisi devrimcilik ve reformizm ayrimidir. 12 Eylül 1980 cuma gününden beri mevcut fasist diktatörlüge karsi devrimci alternatif ugrasi içindeyiz. Kürt ulusunun kurtulus mücadelesinin tereddütsüz destekledik. Ancak ikinci ayrim çizgisi olarak dogmatizm ve yaraticilik sorunu var. Dogmatizm ve yaraticilik ayrimi sadece bir ideolojik sorun degil; bir sinif sorunudur. Isçi sinifinin gelecegin motoru olmaktan kaynaklanan yaraticiliginin karsisinda, küçük burjuvazinin köylüsüyle ve sehirlisiyle kalipçi, taklitçi dogmatizmi var. Elbette isçi sinifi, sehir ve kir küçük burjuvazisine düsman degildir. Tersine demokratik devrimden müttüfiktirler. Bu ayrimi düsmanliga vardirmak, hele hele '74-'80 arasindaki gibi siddete vardirmak devrimci bir tattik olmadigi gibi, ne hümanist, ne yaratici, ne ilkeli, ne de anti-fasist politikamiza uygun degildir. Dogmatikler ve reformistler dahil tüm ilerici devrimci hareketle beraber yapacagimiz isler var. Ve hergün yapiyoruz. Ancak ilkelerde savas, devrimci kardeslik siarina uygun olarak ideolojik mücadelemiz sürecektir. Yasadigimiz süreçte ayrisma sadece devrimcilik-reformizm seklinde degil ayni zamanda dogmatizm-yaraticilik arasinda da olacaktir. Dogmatik ve yaratici olanlar, yani '30'lu yillarda kalmis olanlarla, 1989 senesini, 90'li yillari anlamaya çalisanlar ayristikça benzerlerin birlesmesi sürecide yasanacaktir. 1965-70 ve '70-'80 yillarinda
beraber bulunanlarin '90'lu yillarda da mutlaka beraber olmasi gerekmez. Dogmatik ve '30'lu yillarin hayali içinde yasayanlarin beraber yürümesi ne kadar normalse, yaratici olanlarin beraberligi de kaçinilmazdir.
Yazinin baslarinda belirttigim gibi "Stalinizm" ve "devrimciligi" bir tutma, "Stalinizmi" ve "radikalizmi" bir tutma köhne bir silahtir. Yillarin en reformist egilimli olan TKP'nin bizzat Stalin döneminin bir artigi olmasi yaninda, en devletçi hatta ihbarci reformist olan Dogu Perinçek'in ayni zamanda Stalin'i savunmasi bunu yeterince gösteriyor. Elbette Stalin'i savunan birilerinin devrimci olmayacagi gibi bir iddiamiz yoktur. Türkiye'de sadece isçi sinifi degil, sehir ve kir küçük burjuvazisi özellikle aydin ve ögrencileriyle devrimci gelenegin sahibiyiz. Dolayisiyla dogmatik, sekter, kalipçi görüsleri gelenegin sahibiyiz. Dolayisiyla dogmatik, sekter, kalipçi görüsleri olan birçok devrimci örgüt var. Bu örgütler, dostlarimizdir. Onlarla birlikte mücadele edecegiz. Fasizm yikilinca demokratik halk iktidarini beraber gerçeklestirecegiz. Ancak '75-80'de oldugu gibi dogmatik görüsler (gerek reformizm, gerek devrimcilik adina) genis kitlelere hakim olursa devrimci hareketin basari sansinin zorlanacagi asikardir. Hem içimizde olarak hem de isçi sinifi ve halk hareketi olarak dogmatikligi tanidik. Kalipçi, dogmatik, kitleleri hiçe sayan, onlara güdülecek sürü gözüyle bakanlara karsi amansiz bir ideolojik mücadele yürütmemiz gerekir. Bir yandan dogmatikçiligin sinifsal ve tarihi köklerini arastirirken, bir yandan da her türlü ilerici-devrimci örgütle diyalogu artirmali, ortak bir is yapilmali ve bizim de onlardan ögrenecegimiz seyler oldugunu, yaraticiligimizin bir geregi olarak kavramali, mücadelemizi ona göre sürdürmeliyiz.
Reformizmin uzlasmaciliga, teslimiyetçilige götürdügünü biliyoruz. Ancak unutmayalim ki dünün dogmatik Stalincileri Dogu Perinçek, Taner Akçam ve Laz Ismail daha sonra en kaba reformist oldular. '75-'80'de Stalin'i savunan, o yüzden biz "revizyonisitleri" elestiren bu tayfa daha sonra keskin bir Stalin düsmani oldular. Bu durum gösteriyor ki reformizm kadar dogmatizmle de hesaplasmak zorundayiz.
Toparlayacak olursak, bize gerekli olan Türkiye ve Kürdistan'i ve dünyayi, isçi sinifini, halklarin durumunu objektif tahlil eden, kavrayan, dogmatiklikten uzak devrimci ve yaratici bir çizgidir. Reformizm, ülkemizde, burjuvaziyle uzlasma ve kitleleri devrimden sogutmadir. Dogmatizm, ise bilimsel bir metod olmadigi gibi, son derece karmasik sorunlari çözmekle görevli hareketimiz için zararli bir egilimdir. Marsizm-Leninizm, Müslümanlik ve Hiristiyanlik yerine geçecek yeni bir din degildir dünyayi degistirecek bilimsel, yaratici bir felsefedir.
Haziran 1989
DÜNYAMIZ, DÜNYA POLITIKASININ ÜLKELERIMIZ ÜZERINDEKI ETKILERI
1986 yili sonlarinda 1978-'79 kapitalist krizine bagli olarak ikinci soguk savas diyebilecegimiz dönem kendisini iyice belli ediyor. Silahlanma, Persching ve Cuirise 89-20 füzeleri ve uzayin silahlandirilmasi sorunlari tüm insanligi ilgilendiriyordu. ABD emperyalizmi Ortadogu'da Iran-Irak savasinda duruma göre müdahale etmeyi düsünüyordu. Ancak, kapitalist sosyalist ülkelerde genis kitlelerin baris özlemi, Gorbaçov yoldasin askeri üstünlükten vazgeçmek pahasina baris politikasi, emperyalizmin saldirganligini engelledi. Bugün dünya savasi, hele hele nükleer savas her zamankinden göreli olarak daha uzaktir. Silaha ve silahlanmaya dayanan ABD yerine, göreli olarak daha az silah sanayiine dayanan Japonya ve F. Almanya Cumhuriyeti'nin yükselmesi bu süreci hizlandiriyor. Emperyalizm saldirgan karakterini kaybetmedi. Ancak yeni duruma kendisini uyarlayabildi.
Önümüzdeki dönemde, dünyada meydana gelen gelismeleri degerlendirmeli ve bu anlamda teorimizi yenilemeliyiz. Teorik yenilenmeden kasit, Marksizm-Leninizm temelinde, varolan günümüz dünyasini izah etmemizdir.
EMPERYALIZM DURUMU
Emperyalizmin politikasinda bazi degisiklikler oldu. Reagan'in ismiyle anilan saldirgan ABD politikasi gerek sosyalist ülkelerin (basta SSCB olmak üzere) barisçi politikalari, gerekse silahlanmanin tekellere getirdigi kara ragmen Amerikan ekonomisinin getirdigi yükten dolayi ABD'de saldirganlik azaldi. Bazi nükleer füzelerin karsilikli imhasi, manevralardan karsilikli kontrolün kabulü, Gorbaçov'un ABD gezisi ve Reagan'in SSCB gezisi ile ABD ve emperyalist ülkeler bir tarafta, SSCB öte tarafta olmak üzere gerginlik azaldi. Japonya ve AET'nin göreli olarak ABD'den daha verimli bir ekonomiye dogru gitmeleri, ABD'yi ihracatta geri birakmalari, ABD'nin borçlu duruma düsmesi, Japonya ve AET'yi göreli olarak daha bagimsiz hale getirdi. (ABD, F. Almanya ve Japonya'nin ekonomik durumu aydintili ve karsilastirmali olarak yazinin sonunda EK-1'de verildi). Eskiden
ABD'nin uydusu bir politika güden F. Almanya'nin hem de sagci Kohl tarafindan ABD'ye kafa tutmasi bu bagimsizligin göstergeleri oldu. AET'te bütünlesmeye dogru bir gidis hizlandi. 1992'de 12 AET ülkesi gevsek de olsa Avrupa Birlesik Devletleri'ni olusturacak. Kapitalist ülkelerde 1978 ve 1982 krizleri üçüncü dünya ülkelerine sefalet, açlik getirirken, emperyalist-kapitalist ülkelerde issizligi artirirken, gene de kriz belli ölçülerde asildi. 1987'de Borsa krizine ragmen, kapitalist-emperyalist ülkelerin büyümesi sürüyor. 1988'den itibaren iflaslar araliyor. Issizlikte gerileme veya durma oluyor. Muhafazakar-sagci partiler yerine reformist-burjuva egilimler güçleniyor. Son AET (Avrupa Parlamentosu) seçimlerinde gözlenen bu egilim, Japonya gibi savas sonrasinda hep liberal-demokrat parti tarafindan idare edilen bir ülkede reformist-sosyalist parti (hem de geleneksel deger yargilarinin çok kuvvetli bir ülke oldugu Japonya'da) bir kadin tarafindan yönetildigi halde güçleniyor ve iktidari alabilecek hale gelebiliyor.
SSCB-ABD yumusamasinin dünya çapinda nükleer savas tehlikesini azaltmasi, bazi bölgesel krizlerde silahli çatisma yerine barisçi çözümler yönünde gelisme (Nikaragua, Orta Amerika, Angola-Namibya, Kamboçya, Afganistan'da) kaybetmesine ragmen, emperyalizmin ve onun müttefiklerinin gerici politikalariyla bu süreç her zaman geri dönebilir. Ancak nükleer savas ihtimali her zamankinden uzak olmasina ragmen düsük yogunluklu savas, emperyalizm ve özellikle ABD tarafindan hem istenmekte, hem de uygulanmaktadir. Emperyalistler bir yandan dünyada gelisen barisci havanin etkisiyle, öte yandan devrimci ulusal kurtulus hareketlerini, tabii müttefikleri sosyalist ülkelerden koparmak için bu taktikleri gütmektedir. Gerilim dünya çapinda azalmasina ragmen bölgemiz Ortadogu'da yükselmektedir. Iran-Irak savasi, Filistin-Israil çatismasi, Lübnan iç savas vs. . .
SOSYALIST DÜNYA
En çok degisiklik olan ülkelerin basinda sosyalist ülkeler geliyor. Denebilir ki, sosyalist ülkelerde ve sosyalizmde en büyük degisiklik bu dönemde oldu. 1930'lu yillarda kurulan Stalinci sosyalizmi sorgulayip, yerine demokratik, insancil, simdiye kadarki insanligin kazanimlarinin hepsini koruyup gelistiren bir sosyalizm denemesine baslandi. Yol uzun, basari garantisi yok. Problemler çok. Ancak geriye dönüs yok. Teori alaninda Marksizm-Leninizmi bir dogmalar bütününden kurtarip, tekrar yaratici bir ruhla gelistirme, planlamada tüm kitlelerin hem de en aktif katilimiyla ekonomiyi yeniden yapilandirma, bu yeni politikanin temelini olusturuyor. Teoride kapitalizmin ve emperyalizmin sadece zayif yanlari degil, güçlü yanlarini da, keza sosyalizmin de sadece güçlü yanlarini degil, zayif yanlarini da tartismak, Marksizm-Leninizme aykiri degildir. Gerçegin teorisi olan Leninizmin ruhunda, söz ve icraatin birbirine uymasi, sosyalizmin vazgeçilmez ilkesidir. Devrimin yüksek menfaatleri için yalan, dolan olamaz. Açiklik, sosyalizme gereksiz bir lüks degil, bizzat toplumun kendisi tarafindan idaresi oldugu için sarttir.
Sosyalizm, Stalin, SSCB, uzun müddet gerek dünya komünist hareketinde, gerekse devrimci harekette tartisilacaktir. Bazi yoldaslarimiz ve devrimci bazi örgütlerde "Bizim asil sorunumuz Stalin degildir, SSCB'de Stalin tartisildi diye biz tartismak mecburiyetinde degiliz" gibi yanlis yaklasimlar ve açikliktan korkma egilimleri var. Evvela komünist hareket, enternasyonal bir harekettir. Ve SBKP'nin komünist enternasyonal harekette özel bir yeri vardir. SBKP; Marksizm-Leninizmin en önemli gelistiricisi Lenin tarafindan kurulmus olmasi yaninda, muzaffer Ekim Devrimi'ni yapan Parti'dir. O yüzden SBKP'nin tartistigi her konu dünya komünist hareketini her zaman ilgilendirmistir. Kaldi ki, Partimiz sosyalizmi ve komünizmi kuracagini savunan bir partidir. Dolayisiyla SSCB'de nasil bir sosyalizm kuruldu ve simdi ne gibi sorunlarla ugrasiyor, bizi direkt ilgilendirir. Kaldi ki, Stalin sadece SSCB'de deforme bir sosyalizm kurmamis, ayni zamanda Komintern'e az çok zorla görüslerini dikte ettirmistir. Avrupa gibi isçi hareketinin devrimci yükselisiyle kurulan komünist partiler belli ölçülerde Stalin'e ragmen belli olumlulukta, belli ölçülerde bagimsiz politika güderken, Türkiye gibi aydinlara dayanan partiler kisilikli bir politika güdememis ve toplumda öncü bir parti yerine SSCB'nin dis politikasinin destekçisi bir konuma gelmistir. Ihmalyan'in kitabi bu konuda yeterince ögretici örnekle doludur. O yüzden Stalin sorunu bizim için çok daha aktüel bir sorundur. Kaldi ki, Türkiye'de Stalin'in hatasiz, çok az hatali vs. oldugu seklinde görüsü olan birçok devrimci örgüt var. Dolayisiyla Stalin konusunda açikliktan kaçinma özellikle Türkiye'de çok tehlikeli bir yaklasimdir. Kaldi ki, simdiye kadar SSCB'nin gölgesinde yasayan TKP de Moskova'daki modaya uyarak Stalin'i elestiriyor. O yüzden hem Stalin'i elistirirken, devrimin ve sosyalizmin gereksizligini savunanlara karsi mücadele yürütmemiz gerektigi gibi, deforme bir sosyalizmi savunan dogmatik görüslerle de mücadele etmek gerekir.
Sosyalizm 3. Enternasyonal ve devami Komintern disinda kurulamadi. Sosyal demokrasi her yerde daha ehli kapitalizm disinda bir sey yapamadi. Üçüncü dünya ülkelerinde Marksizm-Leninizmi reddeden Afrika, Asya, Arap Sosyalizmi ve benzeri görüsleri savunanlar eninde sonunda kapitalizme dogru gitti. (Misir, Irak, Tanzanya, Somali, Sudan, Birmanya vs.) Bugün sosyalizm, Asya, Avrupa, Amerika ve Afrika kitalarina yayilmis. Ancak 1930'lu yillarda Stalin'in basta SSCB'de kurdugu daha sonra da diger ülkelere de uygulattigi sosyalizmin, Marksizm-Leninizme, hümanizme, demokrasi ve insanligin gelismesine uygun olmadigi her yaniyla ortaya çikiyor.
STALINIST DEFORMASYONLAR NELERDIR?
En basta demokrasi ve açiklik eksikligidir. Uzun müddet sansür, toplumun sorunlarini, politikayi kitlelerden gizleme, sosyalizmin özelligi gibi görüldü. Hayir, kapitalizmi ve daha evvelki sömürücü sistemi ortadan kaldirmak isteyen sosyalizmin sadece kurulus sirasinda burjuvaziye ve onun uzantilarina karsi diktatörlüge ihtiyaci vardir. Sansür ve gerçekleri, ülkenin sorunlarini kitlelerden gizlemenin sosyalizmle iliskisi yoktur. Olsa olsa küçük bir bürokratik zümrenin iktidarini ve imtiyazlarini korumasi içindir. Sosyalizm sadece isçi sinifiyla kurulamayacagi belli olduguna göre, köylüler ve aydinlar, teknokrat ve bürokratlar olacagina göre, hele hele ülkemizde demokratik halk devrimini öngördügümüze göre, çogulcu bir toplum, uzun müddet yasayacaktir. O yüzden proletarya diktatoryasini, proletarya ve müttefiklerinin degil de bir zümrenin, partinin, giderek kisilerin diktasi gibi gösterenlerin leninist sosyalizmle iliskisi yoktur.
Polonya ve Macaristan'daki olaylar açikça Stalinizmin durumunu gösteriyor. (Polonya'nin ekonomik durumu için EK-2'ye bakiniz.) Kirk yillik iktidardan sonra kapitalizm ve din genis isçi kitlelerine sempatik geliyor; emperyalist ülkelerden alinan borçlarin geri verilmesi Polonya ve Macaristan'da hayat standardinin düsmesine sebep oluyor. Emperyalist propaganda bunu basarili bir sekilde SSCB ve sosyalizme malediyor.
Polonya , Macaristan, Çin ve SSCB'de kitlelerin muhalif egilimleri mesrudur. Ancak muhalif egilimlerin mesru olmasi, bu egilimlerin her savundugunu desteklememiz anlamina gelmiyor. Sosyalizmin kendisini yenilemesi kaçinilmazdir. Bazilari "1930-'40'li yillarda Stalinizm yapmak gerekirdi. Simdi ise artik yenilenmek gerekir" gibi soruna yaklasiyor. Elbette sosyalizm her toplumsal üretim biçimi gibi kendini hep yenilemelidir. Ancak Stalin'in kurdugu sosyalizm, Marksizm-Lenininzmin kuruculari Marx, Engels, Lenin'in görüslerinin kötü bir uygulamasi degil, lafta uygulaniyor görünse de özünde deforme bir sosyalizmdir. Ve Marx, Engels'in, Lenin'in görüslerinin ruhuna aykiridir. Bunu kavramadan komünist hareketin kendini yenilemesi mümkün degildir.
SSCB'de yapilan seçimlerde çogunlugu komünist partisi ve sosyalizm taraftari adaylar kazanirken, Polonya'da azinliga düstügü gibi, katolik bir gruptan 1960-'72 yillari arasinda milletvekili olan, daha sonraki yillarda Dayanisma Sendikasi'nin ideologlarindan olan biri basbakan ataniyor. Sovyetler Birligi'nde yenilenme SBKP'den gelirken, Polonya Birlesik Isçi Partisi zorlamayla yenileniyor. Bu, su anda yenilenmeyen sosyalist ülkelerin iyi sosyalist oldugu anlamina gelmiyor. Her ülkenin özel sartlarina ragmen yenilenme kaçinilmazdir.
EKONOMIK YENILENME
Bilindigi gibi Avrupa'da sosyalizm göreli olarak daha geri ülkelerde iktidari aldi. Emperyalist Avrupa ülkelerinden en gerisi Rusya idi. Keza, Bulgaristan, Yugoslavya, Polonya, Romanya, Macaristan Avrupa'nin göreli olarak geri ülkeleriydi. Dolayisiyla kapitalist ülkelerle ayni yerden baslamadilar. Üstelik 2. Dünya Savasi'nda en yikilmis ülkelerdi bunlar, unutmamamiz gerekiyor. Ayrica emperyalist ülkeler, Türkiye gibi birçok ülkeyi sömürüyor. Sosyalist ülkeler ise yeni kurtulan ülkelere yardim ediyor. Ancak bütün bunlar sosyalist ülkelerin ekonomideki göreli geriligini gizlememizi gerektirmiyor. (Sosyalist ülkelerin ekonomik durumu için EK-3'e bakiniz) Bunda Stalinist bürokratik kumanda plan sisteminin yaraticiligi öldüren, keza tarimda köylülügü zorla kollektiflestirmenin reçetesi vardir.
Sosyalizm planli ekonomidir. Anarsik bir ekonomi degildir. Ancak bu plan nasil olacak? Askeri-bürokratik kumanda sistemi mi, yoksa demokratik planlama mi? Sosyalizm gibi orduyu hepten kaldirmak isteyen bir sistemin, ekonomi ve toplumda askeri kumanda metodlarini kullanmasi benimsenemez. O yüzden demokratik planlama ve bu anlamda pazar kanunlarina uyma, arz ve talep, sosyalizme yabanci degildir. Arz ve talep kanunu kapitalizmden çok önce ortaya çikmis ve sosyalizmde de sürecektir.
Arz ve talep kanununu ciddiye almama, kitlelerin taleplerini ciddiye almamadir. Moskova'da bir plan bürokrasisinin, Fergana vadisinde bir köyde kaç çivi satilacagini ordaki halktan daha iyi bilmesi mümkün degildir. O yüzden planlamada demokratik, insani, kitlelerin taleplerini ciddiye alan bir planlama gereklidir.
Stalin zamaninda baslayarak, Sovyetler'de isçi sinifinin çok üstün askeri güç ve uzayda modern bir endüstri istedigi söyleniyordu. Oysa 1989'da kömür isçileri grevlerinde sabun, konut, yol istiyoruz dediler. Bazilari yetmis yildir sosyalizm altinda yasayan, sosyalizm disinda bir toplum görmemis ve yasamamis isçilerin bilinçsiz oldugunu (!) iddia edebilir. Oysaki, Sovyet kömür isçileri hem de her milliyetten isçiler, hem sorumlu, hem bilinçli davrandilar. "Iktidar Sovyetlere" slogani ve "kendi ocaklarimizda özyönetim" diyerek bilinçlerini belli ettiler.
Ekonomide demokratik bir özyönetim, bütün yöneticilerin seçimle geldigi ve basarisiz oldugu zaman gittigi, isyerinin verimli çalismasindan sorumlu olan emekçilerin basaridan dogrudan pay aldigi, ama verimsizlikten dogrudan zarara ugradigi bir sistem gereklidir. Özyönetimin, demokrasinin kumanda sistemine göre çok daha zor oldugu ve birçok yenilik ve zorluk bekledigi kesin. Ama ne zamandan beri komünistler kolay yolu seçti? Bizim iddiamiz, hem esit, hem daha verimli, hem de daha demokratik, hem insancil, hem de enternasyonalist bir toplum yaratmaktir. Esitlikten "kimsenin özel fabrikasi yok, o halde herkes esittir" diye düsünmemiz için son yetmis yili yasamamis olmak gerekir. Stalin'in fabrikasi yoktu. Enver Hoca'nin da, Çavusesku'nun da. Ancak bu üç lider de her türlü tasarruf hakkina sahip. Öyle ki, Stalin ve Enver Hoca, Merkez Komitesi'nde birçok yoldasini uydurma bahanelerle öldürme tasarrufuna sahip olacak kadar tasarrufa sahip. Dolayisiyla sadece üretimin ortak mülkiyet olmasi degil, tüketimin de sosyalizmin prensibine göre "herkesten emegine göre" olmasi ve prensiplerin açik, herkesin bilmesi ve kontrol etmesi gerekir. Bugün Çavusesku ve Ramiz Alia'yi kontrol etmek bir yana, elestiri cesareti gösterebilecek bir mekanizma var mi? Cezaevleri tersini söylüyor. Stalin, Çavusesku, Kim Il Sung, Enver Hoca olsa olsa feodal krala benziyorlar. Kisi kültü, resimler, yagcilik hepsini 19. Asir Çarlik ve Osmanli, Prusya arsivlerinde bulmak mümkündür. Hayir, bu kisi kültü sosyalizm için gerekli, kaçinilmaz degildir. Tersine, zararli, sosyalizmin özüne aykiridir. Hitler Türkiye'yi isgal etseydi, Ikinci Dünya Savasi'nda SSCB'nin Türkiye'yi almasi halinde basimiza Laz Ismail cinsinden birisi gelecekti. Laz Ismail Türkiye'de yönetimde olsaydi, simdi adalet ve esitlik için, sömürüye karsi mücadele eden bizler, hangi safta olurduk?
Açiklik, demokrasi ve ekonomik yenilenme, özyönetimle beraber tarimda da köylüleri tarlasina ve ürününe yabancilastirma yerine, gönüllü kooperatifçilik, maddi müsevviklerin azami sekilde kullanilmasi gerekir.
Sosyalizm kurulusunda hayati öneme sahip isçi-köylü ittifakina özellikle Türkiye ve Kürdistan'da önem verirken simdiden gönüllülük sorununu sart ve tartisilmaz bir prensiz olarak kabul etmemiz gerekir.
Yukaridaki sorunu paralel olarak SSCB, ulusal soruna yaklasimi gerek kendi ülkesinde, gerek dis politikada yeniden degerlendirmesi gerekir. Baltik cumhuriyetleri, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcü-Abaza, Özbek-Misket Türkleri ve daha niceleri Stalin'in lafta Leninist özde kumandaci ve keyfi yaklasiminin neticeleridir. Tatar, Alman, Misket Türkü vs. birçok halki çoluk-çocuk, ihtiyar-genç, komünist, gerici ayrimi yapmadan sürmesi, hele hele Alman ve Tatar cumhuriyetlerini haritadan silmesi olsa olsa Çarlik Rusyasi, Roma Imparatorlugu, Osmanli Imparatorlugu metodlaridir. Hayir. Kisiler suçludur, uluslar suçlu olamaz. Bunlar Marksizmin-Leninizmin ulusal sorun teorisinden bir sapma degil, özüne aykiridir. Uluslar, siniflar ve tabakalardan olusur. Ulusal sorun, gönüllülük ve demokrasi ile çözülür. Yoksa 1950-'60 seneleri arasinda Türk hükümetlerinin Kürt kitlelerin korkudan sinmesine bakarak "Kürt sorunu halledildi" diye düsünmesi gibi, "ayaklanmiyorlarsa sorun çözümlenmistir" anlamina gelmiyor. Lenin'in zamaninda uluslarin esitligi, dillerinin esitligi prensibi hayata geçirilmeye baslanmisti. Stalin hakimiyeti ile beraber uluslara da askeri kumanda ile kardeslik yapmalari emredildi ve tarihi sorunlari, sinir konulari vs. dogru düzgün tartisilmadan kanun kuvvetinde kararname ile esit kilindi. Benzeri durumlar Çin'de, Yugoslavya'da, Romanya ve Bulgaristan'da izlemek mümkün.
Keza, din sorununda da benzer bir tavirla dinin ancak bilimsel materyalist görüslerin hakimiyeti sonunda zayiflayacagi dogru Leninist yaklasimi yerine, zorla din orkadan kaldirilmaya çalisilmis ve tersi sonuçlara varmistir.
Özet olarak Stalinist deformasyon, demokrasi, açiklik, planlama, ulusal sorun, sosyalist ülkelerin birbirleriyle iliskileri, dis politikada Leninist politika yerine bürokratik bir deformasyon uygulanmistir. Zor gelse de bu bu gerçegi kabul etmemiz gerekir. Ayrica kapitalizme olan hakli nefretimiz ve sosyalist ütopyaya olan özlemimiz bunu daha evvel görmemizi engelledi. Ancak bu özelestiriyi yapmamiz, yenilenme ihtiyaci olan devrimci hareketin gelismesine bir ivme kazandirir. Kapitalizm ve emperyalizmin umdugumuzdan daha basarili, sosyalizmin ise umdugumuzdan daha basarisiz oldugu tesbit etmemiz asla kapitalizmi tercih etmemiz anlamina gelmiyor.
Kapitalist bir ülkede büyüdük. Sefalet, açlik, sömürü, issizlik, ulusal baski ve fasist diktatörlügü yasadik, yasiyoruz. Emperyalist sömürüyü taniyoruz. O yüzden sosyalist ülkelerin göreli olarak umdugumuzdan daha az basarili olmasi, kapitalizmi tercih etmemiz anlamina gelmez. Komünistler olarak kapitalizmi iyi biliyoruz. Hergün yasiyoruz. Fasist iskence, açlik, sefalet günlük pratigimiz. Bu düzenin bir gün bile yasamasini istemiyoruz. Ancak bu gerçek bizi gerçeklikten koparmamali, Lenin'le söylersek "gerçekler devrimcidir."
Sosyalist ülkeleri zayif ve güçlü yanlariyla görmemiz, keza kapitalist emperyalist ülkeleri de zayif, ama güçlü yanlariyla da görmemiz gerekiyor. Dünyada kapitalizm yikilacak. ABD'de de , Japonya'da da, Bati Avrupa'da da ... Ancak bugünden yarina olmayacak. Ne kadar gerçekçi davranirsak o kadar erken yikilacak. Sosyalist ülkeler de sorunlarini hallediyor, halledecek. SSCB'de baslayan Açiklik (Glasnost) simdiden hiç bir kapitalist ülkede
olmayacak kadar özgür düsünce getirdi. Sovyet halklari gösteri, yayin, film ve diger metodlarla görüslerini sansürsüz dile getiriyor. Yanlis ve dogru görüsleri. Enternasyonalist ve milliyetçi, bürokratizme karsi ve bürokrasiyi koruyan. SSCB'de ne varsa su yüzüne çikiyor. Buna karsilik basarili bir ekonomik reform uygulamayan Çin, ekonomisine tarihinin en büyük büyümesini saglayan 1978 reformlari, (1978 ekonomik reformlari sonrasinda Çin endüstrisi, tarim ve gayri safi milli hasilasindaki gelisme için EK-4'e bakiniz). 1989 yazinda politik reformla sonuçlanmadi. Çin, tekrar bürokratik-Stalinist metodlara döndü. Sözüm ona burjuvaziyle mücadele adi altinda rüsvete, adam kayirmaya karsi çikan, demokrasi ve kanun hakimiyeti isteyen binlerce isçi ve ögrenci vahsice öldürüldü. Toplumda korku ve riyakarlik, ihbarcilik yayiliyor. Iskence, hem de dünya halklarinin gözü önünde olusuyor. Hayir! Biz kapitalizmi benimsemiyoruz diye sosyalist ülkelerin olumsuzluklarini savunma zamani geçti. Marksist-Leninist ilkelerimizi sosyalist ülkeler uygulamiyorsa, sirf kapitalist olmadiklari için destekleyemeyiz.
BARIS SORUNU
Komünistler ve isçi sinifi basindan beri baris kavgasinda en önde yer aldilar. Bu yüzden baris sorunu komünistlerin ajitasyon ve propaganda da çok önemli bir yer tutar. Burasi tehdit eden en önemli güç kâra dayali kapitalizm ve emperyalizmdir. O yüzden dünyada barisin tam hakimiyeti ancak sosyalizmin dünya çapinda basarisi ile mümkündür. Fakat kapitalizm ve emperyalizm uzun müddet yasamaya devam edecektir. O zaman savas, hele nükleer savas kaçinilmaz midir? Hayir! Savas kaçinilmaz degildir. Nükleer savasin dünyayi tahrip etme ihtimali, sadece sosyalist ülkelere degil, kapitalist emperyalist ülke halklari, hatta tekelci sermayenin bir kesimi için bile savas kaçinilmaz kilmiyor. O yüzden tüm dünyada sosyalizm zafere ulasmadan da dünya barisi korunabilir. Nükleer savas önlenebilir. Gerek sosyalist ülkeler, gerek kapitalist ülkelerin isçi siniflari (komünist ve sosyal demokrat egilimleri) gerekse tüm ilerici, barisçi insanlik, bu barisin korunmasinda yer alabilir. Baska ülkelerin iç islerine, hele siddetle karisma azaltilabilir. Bunun için dünya devrimini beklemek gerekli degildir. Bundan emperyalistlerin, hele hele ABD'nin baris kuzusu olacagi, yahut bizim fasist sömürgecilerin Kürdistan'da canilik yapmayacagi anlami çikmaz. Ancak dünyada sosyalist ülkeler, kapitalist ülke isçi ve emekçi hareketi ve barisçi egilimler mobilize edilebilir. Ve iç islere karisma azaltilabilir. Yoksa sinif kavgasinin sertliginden dogan ulusal ve sosyal kurtulus mücadelesinin siddete dayanmasi birçok ülkede sürecektir. Komünistler ve devrimciler siddeti sevdigi için degil, fakat sinif kavgasinin patlayiciligi zorluyor. Baris sorununda üzerimize düsen bir görev de bu arada komsularimizla baris içinde yasama politikasini savunmaktir. Bulgaristan, Yunanistan, Suriye ve Kürdistan'a yönelik saldirgan politikalar her seyden evvel Türk isçi ve köylülerinin zararinadir. Baris konusunda titiz davranan komünistler mücadele biçimleri konusunda somut sartlarin somut tahlilinden kalkar. Üçüncü dünya ülkelerinin çogunda siddet kullanilmadan devrimci dönüsümler mümkün degildir. Ayrica ABD-Sovyet yakinlasmasi dünyada olumlu bir hava yaratsa da gerek Filistin sorununa, gerekse kendi kaderini tayin etmek isteyen Kürtlere hemen barisçi bir çözüm getirmemistir. Dünya halklarinin gözü önünde Irak Kürdistan'nda Halepçe'de kimyasal silah kullanildi. Dolayisiyla SSCB-ABD yakinlasmasi, yumusama ve Detant'in otomatikman her ülkede her bölgede barisi getirecegi bir hayaldir. Bu konuda dogmatiklikten uzaklasip gerek Türk sömürgecilerinin, gerek Irak sömürgecilerinin, gerekse Siyonistlerin emperyalizmin istedigini yapan bir kukla oldugu hayalini silmek gerek. Türk, Irak burjuvazisinin, Israil'in emperyalizmden belli ölçüde bagimsiz birçok gerici arzusu vardir. Dünyada her gericiligin ve baskinin ABD-CIA ve Pentagon'dan idare edildigi kaba yaklasimini terk etmek gerek. Ne kadar zorlarsak zorlayalim Iran'daki kanli fasist diktatörlügün ABD'nin kuklasi olduguna kimseyi inandiramayiz. Emperyalistlerle iliskisine ragmen Iran fasizmi yerlidir.
IRAN-IRAK SAVASI
Sekiz sene süren Iran-Irak savasi nihayet bitti. Her ülkenin üretici güçlerini yikan, emperyalizme bagimliligini artiran, milyonlarca insanin ölümüne sebep olan, sehirleri yerle bir eden savas, ne Saddam'a, ne de Humeyni'ye hiç bir kazanç getirmeden sona erdi. Komsu, kardes Iran ve Irak halklari ve Kürdistan parçalari yikima ugradi. Savasta kendi öz gücüne güvenecegi yerde kendi parçasinin rakibi sömürgecilerle isbirligi yapan Iran, Irak Kürt burjuva örgütleri ve liderleri (Barzani, Talabani, Kasumlu) Kürt ulusuna bir sey kazandiramadi. Iran'in savasi kazanamayacagi anlasilinca, Barzani birçok savasçi ve ailesini fasist Türk hükümetiyle anlasarak Türkiye'ye sigindirdi. Kürdistan'in bu insanlarina, insani, yurtsever ve enternasyonal dayanisma saymakla beraber, bunun çikmaz oldugunu belirtmemiz gerekir. Mülteci Pesmerge ve aileleri perisan bir halde. Üstelik Türk sömürgecilerini uluslararasi planda hümünist vs. gösterme firsatini verdigi için yanlistir. Gerçek, Özal'in ve hümanizminin foyasi meydana çikti. Ancak bu yanlis bir egilimdir. Kürdistan'da burjuva-feodal önderligin ulusal kurtulusa liderlik edemeyecegi bir daha anlasilmistir. Bu kaçinci trajedi? Kürt isçi ve köylülerinin kendilerinin bizzat mücadelesi ve ezen ulusun emekçi hareketi ile ittifaki disinda kurtulusu yok. Saddam ve Mitterrand'a güvenen Kasumlo'nun, Humeyni, ABD ve benzerlerine güvenen Barzani, Talabani'nin Kürt ulusunu kurtarmasi mümkün degildir.
ULUSAL BURJUVAZI, KAPITALIST OLMAYAN YOL
Komünistler ve isçi sinifi eski sömürge ve yari sömürgelerde çesitli devrimci sinif ve tabakalar vardir. Ulusal burjuvazi, küçük burjuva aydin vs. anti-emperyalist harekete bazen öncülük de yapan bu sinif ve tabakalar büyük ölçüde kapitalizme ve emperyalizmle isbirligine döndü. Kapitalizm elbette üçüncü dünya ülkelerini açliktan, sefaletten, sömürüden, bagimliliktan kurtaramaz. Ancak gene de üretici güçleri gelistirebilir. Gerek M. Kemal, gerek Nehru hareketi çok kisa bir zaman sonra tamamen kapitalizmi destekler oldu, hem de emperyalizmle isbirligine dönüstü. Keza, Misir, Sudan, Gana, Irak, Somali, Mali, Burma, hatta Peru'daki denemeler, simdilerde Cezayir, kapitalizme dönüstü. Zayif olan burjuvazi, devlet kapitalizmi ve bürokratik burjuvaziyi güçlendirerek kapitalizm için alt yapiyi olusturdu. Bunu üst yapida iktidari alma takip etti. Suriye, Libya'nin da kapitalizme ve her seyden evvel emperyalizmle tam isbirligine dönüsmesi mümkündür. Isçi sinifi öncülügü olmadan hem ulusal hem demokratik devrimin tamamlanmasi ve sosyal kurtulus mümkün olmadigi gibi, antiemperyalist politikanin kararli sürmesi de mümkün degildir. Gerek ulusal burjuvazi, gerekse küçük burjuvazinin önderligini yaptigi devrimlerde sadece bu siniflarin sömürücü karakteri degil, fakat sosyalist dünyanin zayifligi da tekrar kapitalizm ve emperyalizme dönmesini kolaylastiriyor. Askeri alanda bu ülkelere destek olan sosyalist ülkeler, diger alanlarda verebilecekleri o kadar parlak degildir. Gerek tüketim maddeleri, gerekse sanayi ve benzeri alanlarda kendisi geri olan sosyalist ülkeler, neticede bu ülkelerin emperyalist pazardan bagimsizligini saglayamadi.
AFGANISTAN SORUNU
Son on yilda dünyayi, komünist hareketi ve devrimci hareketi en çok ilgilendiren konulardan birisi de Afganistan devrimidir. Asiret, kabile yapisinin yasadigi geri ve feodal bir ülke olan Afganistan'da aydinlar ve ordudaki ilerici subaylarin büyük ölçüde destekledigi Afganistan Demokratik Halk Partisi iktidari aldi. Bu devrim hem ulusal, hem de demokratik bir devrimdi. Burjuva ve feodallerin vurucu gücü olan ordunun, tersine, halkin emrine ve ulusal çikarlarin için kullanilmasi devrimci bir yaklasimdi. Nitekim kendi ülkemizde gerek Yunanlilari kovan, gerekse padisahligi deviren halk hareketi degil, fakat halkin belli ölçülerde destekledig subaylardi. Keza Nasir ve Kaddafi'den Rawlings'e kadar birçok subay benzeri devrimci roller oynamislardir.
Ancak, fraksiyon kavgalari, acelecilik, sol maceracilik ve benzeri yanlis egilimler Afganistan devrimine birçok zorluklar getirdi. Feodal ve gericilerin, halkin arasinda karsi-devrimci genis bir kitlenin desteklenmesine sebep oldu. Sol maceracilik, keskinlik ve benzeri hatalar, Hafizullah Amin'in diktatör yöntemleri kitle destegini azalttigi gibi Afganistan Demokratik Halk Partisi'nin liderligini de zedeledi. Bu durumda Sovyetler, gerek Afgan devrimini korumak, gerekse Iran devrimi ile beraber bölgede Amerika'nin stratejik kazanim kalkismalarina karsi bir adim olarak belirli miktarda Sovyet askerini Afganistan'a gönderdi. Evvela Sovyet askerleri gitmeden evvel Afganistan'da mesru hükümet Afganistan DHP iktidari idi. Ve Sovyet dostu, anti-emperyalist bir iktidardi. Dolayisiyla mesru bir hükümete karsi istalaci degil, mesru hükümete destek için anlasmalara uygun bir yardimdi. Elbette geriye dönüp bakildiginda SSCB'nin askerlerinin Afganistan devrimine, gerekse uluslararasi baris ve ilerleme hareketine ne kadar yararli oldu, ne kadar zararli oldu tartisilabilir. Yararlari kadar zararlari da oldu. Bütün bunlar sinifli geri bir toplum olan Afganistan'in devrimin iç dinamikten kaynaklanmadigini göstermiyor. Feodal-kapitalist bir yönetime karsi demokratik, anti-emperyalist bir yönetim gelmistir.
Afgan devrimcileri çok çesitli hatalar yaptilar. Emperyalizm ve basta Suudi Arabistan, Pakistan olmak üzere Islam gericileri her türlü destekle Afganistan devrimini geriye çevirmek istedi. Basarili olamadi. Ancak iç savasi karsi-devrimciler kazanamazsa da Afganistan yikildi. Refah ve ülkenin gelismesi önlendi. SSCB, ABD, Pakistan, Afganistan hükümetleri ülkede baris, ulusal birlik ve ülke bütünlügü için Birlesmis Milletler'in de vesayetinde bir anlasma imzalandi. Baskan Necibullah'in baris ve ulusal uzlasma programini ABD, Suudi Arabistan, Pakistan destekli mücahitler reddetti. Sovyet askerleri 15 Subat 1989'da Afganistan topraklarini terk etti. Mücahitler basta olmak üzere, emperyalist ve gerici propaganda Sovyet askeri çekilir çekilmez devrimci yönetimin birkaç saat içinde yikilacagini varsayiyordu. Simdi aradan alti ay geçti. Afganistan hükümeti Kabil'de oturuyor. Mücahitler hiçbir önemli sehri alamadiklari gibi birbirlerine düstüler. ABD dolarlari ve Suudi riyalleri olmasa dagilacaklar. Ancak dolar ve riyaller akiyor, Afganistanda kan akmaya devam ediyor. Hükümet güçleniyor. Halkin destegiyle ordunun morali yükseliyor. Ancak baris uzak. Bu gerçekler karsisinda devrimci-ilerici bazi dostlarimizin Afganistan devrimine düsmanliktan vazgeçip enternasyonal dayanisma yapmasini diliyoruz.
ARAP ULUSAL KURTULUS HAREKETI
Komsumuz ve tarihi olarak birçok degeri paylastigimiz Arap halklari ulusal kurtulus mücadelesi ve birlik konusunda önemli bir dönem yasiyor. Burjuva, küçük-burjuva, anti-emperyalist liderler Arap alemini birlestiremedigi gibi, Israil siyonist saldirganligini da durduramadi. Israil, Arap topraklarini isgale devam ediyor. Intifada devam ediyor. Filistin halkinin senelerce süren devrimi bu sefer kitlesel bir ayaklanmayla isgal edilmis topraklarda sürüyor. Türkiye ve Kürdistan haklkari Filistin halkinin yaninda olmasina ragmen fasist hükümet lafta ne derse desin Israilli siyonistlerle isbirligi içindedir.
Intifada'nin sadece Israil ve Filistin'de degil, Arap ve Islam aleminde yankilari oluyor. Cezayir'de halk ayaklanmasi, Ürdün'ün güneyinde IMF'yi pretesto çok uzun tarihi süreçlerin neticesi de olsa Intifada'nin etkisini inkar etmek mümkün degildir. Önümüzdeki dönemde bu etkisini sürdürmesi ve artirmasi beklenir. Türkiye ve Kürdistan üzerinde de.
Lübnan'da iç savas bütün kizginligi ile sürüyor. Yurtsever, anti-emperyalist güçler arasinda birlik olusmadigi ve mezhep, kabile, asiret düsüncesinin asilip, gerçekten demokratik bir Lübnan yaratmak için alternatif zayif oldukça, çözüm zorlasiyor. Hem emperyalist ve siyonistlerin ortaligi karistirmasi, hem de Arap devletlerinin Lübnan'i karistirmasinin rolü inkar edilemez.
Arap burjuvazisi ulusal ve isbirlikçisi ile Arap alemini ulusal kurtulusa götürememistir. Isçi sinifinin ve komünistlerin toplumun öncülügünü yapacak bir güçleri görünmemektedir. Yenilenme uzun bir süreci alacak. Ancak ilerici Arap rejimleri yavas yavas burjuva karakterleri ve sosyalist ülkelerin zayifligindan dolayi Misir'in, "Infiiah (Açilim) politikasini takip edecek gözüküyor. Burjuva milliyetçi karekterine ragmen bu ilerici rejimlerin yavas yavas emperyalizmle isbirligine dönüsmeleri, Ortadogu'da ilerici anti-emperyalist hareket için kismi bir gerileme oldugu gibi, petrol gibi önemli bir hammaddenin en çok bulundugu bir bölgenin emperyalizmin kontrolüne geçmesi dünya çapinda ilerici harekete bir darbe olacaktir. Misir, Sudan, Irak'i baskalari takip edecek gözüküyor.
KIBRIS VE BULGARISTAN
Uluslararasi durumdan bahsederken ülkemizi iligilendiren iki soruna deginmeliyiz. Kibris ve Bulgaristan Türkleri sorunu. Kibris'ta toplumlararasi görüsmelerde bazi ilerlemelere ragmen Denktas ve fasist Türk hükümetinin isgali mutlaklastirma yaklasimi Kibris'in bölünmesini sürdürüyor.
Bagimsiz, baglantisiz, birlesik, üniter bir Kibris için uluslararasi bir konferans; ABD, Yunanistan, SSCB ve Türkiye'nin de katilimiyla bölgesel sorunlari çözmenin yolu olabilir. Ve sirin küçük Kibris'i kanayan, bölünmüs bir ülke olmaktan çikarir. Bulgaristan Türkleri sorununa gelince; Partimiz bu konuda ilkesel yaklasmistir. Dedelerinin Müslüman ve Türklesmeleri ne sekilde olursa olsun, kendini Türk hisseden Bulgaristan vatandaslarinin isimlerinin, kisilik ve milliyetlerinin üzerinde her türlü baskiya karsi 2. Kongremizde karsi çiktik. Bugün de karsi çikiyoruz. Sosyalizm milliyetçilikle bagdasmaz. Büyük çogunlugu Bulgaristan'da sosyalizmin insasinda çalismis emekçi olan bu insanlara baski yapmak kabul edilemeyecegi gibi, bir gün palas pandiras Türkiye'ye göç ettirilmeleri tasvip edilemez. Türk kapitalistlerine "alin sömürün" diye yem atmak --hem de kendi insanlarini, vatandaslarini-- sosyalizmin hümanist karakteriyle bagdasmaz. Bulgaristan'in en kisa zamanda bu politikadan vazgeçmesini istiyoruz. Bulgaristan Türkleri konusunda bir yandan sovenist propaganda, bir yanda "ordu Sofya'ya" naralari sürerken, öte yadan "bir milyon gelsin aliriz" diyen palavraci Özal, ülkeye gelen Bulgaristan Türklerine konut ve is veremeyince blöfünün tutmamasi üzerine birçok insana umut verip daha sonra da sinirlari kapatarak Bulgaristan Türklerinin ülkeye gelmesini önledi. Milyonlarca insanimizin yurtdisinda Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika'da çalismak için siyasi mülteci olarak görünüp, is arayan insanlarimizin durumu ortadayken, on milyona yakin açik ve gizli issiz varken, Bulgaristan Türkleri kendi vatanlarinda esit ve müreffeh bir hayat yasamalidir. Ulusal baskidan uzak bir yasam.Dini ve ulusal özelliklerini hür olarak kullandiklari bir yasam. Bulgaristan'a baski yapilacaksa bu yönde yapilmalidir. Uluslararasi planda Bulgaristan'i tecrit basarisizliga mahkumdur. Fasist bir diktatörlük olup, cezaevlerinde insanlari iskenceyle öldüren, Kürt ulusu basta olmak üzere ulusal azinliklarin varligini reddeden, Anayasaya yasak diller gibi komik maddeler koyan insan yüzüne çikacak bir durumlari olamaz. Ancak demokratik bir Türkiye, Bulgaristan'daki Türkler üzerindeki baskiya karsi çikar ve destek bulur.
Eylül 1989
EKLER
EK-1
ABD Bütçesi, askeri harcamalar, bütçe açigi ve dis ticaret açigi: Yil
Harcamalar
Silah. Harca.
Faiz
Bütçe Geliri
Açik
Borç toplami
1980
590.9
134.0
65.0
517.0
73.6
914.3
1982
745.7
185.3
85.0
617.0
127.6
1147.0
1984
851.8
227.4
111.1
666.0
185.3
1576.0
1985
946.0
252.7
129.4
734.1
212.2
1827.0
1986
990.3
273.4
136.0
769.1
221.0
2130.0
1987
1004.3
282.0
138.6
854.1
150.0
2355.0
1988*
1055.9
285.4
147.9
909.2
146.7
2581.0
1989*
1094.2
294.0
151.0
916.4
129.0
2852.0
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder